KİMİN DERDİ ARAPLARI GERDİ?
Hüseyin MÜMTAZ
Hikâyenin yazılışından bu yana tam 110 yıl oldu ama bizim “muhalif/muvafık” basında nedense bir türlü yer bul(a)mayan konuyla ilgili “güncellemeleri” yabancı basında hâlâ okuyoruz.
Süreç devam ediyor.
“Suudi Arabistan Eğitim Bakanlığı ortaokul tarih kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili konularda değişikliğe gitti. Güvenilir tarihi kaynaklara dayanılarak yapıldığı belirtilen değişikliklerde imparatorluğun nasıl yıkıldığı ve ardından Arap ülkelerinin bağımsızlık süreçleri anlatılıyor. İlkokul beşinci sınıfta Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bir bölüm tamamıyla kitaplardan çıkarılırken ortaokul ikinci sınıf müfredatında gidilen değişiklikler şöyle:
Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle birinci ve ikinci Suudi devletlerine karşı mücadelesi, Bölgesel bazı liderleri Kral Abdul Aziz’e karşı desteklemesi, Diriye ve çevre şehirlerin yıkılması, ilk Suudi devletinin ‘son imamı’ Abdullah Bin Saud’a yapılan işkence ile İstanbul’a getirilmesinin ardından öldürülmesi.
Müfredat aynı zamanda Al-Ahsa ve Asir sakinleri özellikle de tüccarları üzerinde uygulanan Osmanlı baskısına da ağırlıklı şekilde yer ayırıyor. Yeni bilgilere göre bu tüccarların birçok defa Osmanlı sultanlarına şikâyette bulunduğu ve fakat yanıt alamadıkları ortaokul öğrencilerine verilecek tarih bilgileri arasında yer alacak. Ayrıca I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki Almanya ile birlikte Medine halkını göçe zorladığı ve çocukları ailelerinden ayırarak suç işlediği de vurgulanıyor. Osmanlı askerlerine verilmek üzere Medine’deki tüm malların yağmalandığı da diğer bir bilgi olarak kitaplarda yer alacak. Hz. Muhammed’e ait şahsi eşyalara el konulduğu ve İstanbul’a götürüldüğü de belirtiliyor. Müfredatta Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap ülkeleri üzerindeki gücünü sürdürebilmek amacıyla attığı belirtilen adımlar da şu şekilde özetleniyor: ‘Osmanlı yönetim sistemi altındaki Arap toprakları en az 15 devlete bölündü. Her devlet bir vali tarafından yönetildi. Halktan ve tarım ürünlerinden, mallardan ve hizmetler üzerinden vergiler alındı. Tüm bu vergiler Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilirken Arap devletlerinin kasalarına çok yetersiz bir miktar aktarıldı.’ Osmanlı yönetiminin bu devletler üzerinde siyasi bir egemenlik kurarken Arap yarımadasında birlik ve bütünlüğü engellediği bilgisi de müfredata girmiş durumda.
Mısır’ın en başarılı ustaları İstanbul’a gönderilir ve Osmanlı askerlerinin korunması için kaleler ve kuleler inşaa edilirken bu ülkelerde istikrarsız ve güvensiz bir ortam yaratılmasına öncelik verildiği de ortaokul öğrencilerinin ders olarak göreceği bilgiler arasında”.
Yılın 365 günü en ücra kentlerimizde bile ailelerinin yanında gezen ilkokul, ortaokul çağındaki turist Arap öğrencileri gördüğüm için bu çocukların bu müfredattaki dersleri hangi yarıyılda yahut ne zaman okuyup öğrenecekleri ayrı bir konu.
Bir başka Türk karşıtlığı;
“Çin’i ziyaret eden Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, Pekin yönetiminin Doğu Türkistan’da inşa ettiği ve milyonlarca Uygur Türkünü asimilasyona tabi tuttuğu toplama kamplarını desteklediklerini söyledi. Asya turu kapsamında Çin’e gelen, Devlet Başkanı Şi Cinping ve Başkan Yardımcısı Han Cıng ile görüşmeler gerçekleştiren ve bu ülke ile 28 milyar dolarlık ticari anlaşmalara imza atan Suudi Veliaht Prens, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada; ‘Çin’in, ulusal güvenliği korumak için terörle ve aşırıcılıkla mücadele önlemleri alma hakkına saygı duyuyor ve destekliyoruz. Çin ile iş birliğini güçlendirmeye de hazırız. Dışarıdan Çin’in içişlerine müdahale edilmesine karşı çıkıyoruz. Çin, ulusal güvenliği için terörle mücadele ve aşırılık karşıtı çalışmaları yürütme hakkına sahiptir’ ifadelerini kullandı.
Bin Selman’ın açıklamalarını manşetine taşıyan Newsweek, Suudi Veliaht Prens’in sözlerini, ‘Bin Selman, Pekin ziyaretinde Çin’in Müslümanlar için kullandığı toplama kamplarını savundu’ ifadeleriyle okurlarına duyurdu.
Suudi Prens’in Doğu Türkistan’daki kamplarla uluslararası toplumun eleştirilerinin odağında olan Pekin’e ‘terörle mücadelede’ saygı ve destek sunması, uluslararası basında ‘Riyad, Müslümanlar için kurulan toplama kamplarını savunuyor’ şeklinde yorumlandı.
Ekonomik ilişkileri güçlendiren Çin ile Suudi Arabistan, 2018’de 63 milyar dolarlık ticaret gerçekleştirdi. Resmi verilere göre, 2017’de iki ülke arasında toplam 46 milyar dolarlık iş hacmi gerçekleşti. Bin Selman, iki ülke arasında karşılıklı ticaretin yüzde 34 arttığını dile getirdi. Çin yüzde 12,1’le Suudi Arabistan’ın en çok ihracat yaptığı ülkelerin başında yer alıyor.
Uygur Türkleri, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Pekin ziyareti öncesi, Prens’ten, toplama kamplarını kapatması için Çin yönetimine çağrıda bulunmasını istemişti.
Öte yandan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Pekin ziyareti sırasında bir ilke daha imza atıldı. Suudi Arabistan’da tüm eğitim kademelerinde Çincenin ders olarak müfredata alınmasına karar verildi. Suudi Arabistan resmi haber ajansının haberine göre, iki halk arasındaki ticari ve kültürel bağların güçlenmesine ve ülkedeki kültürel çeşitliliğin geliştirilmesine katkı sağlanmasının hedeflendiği kaydedildi”.
(Bu yazı yazılırken ekranlara Bin Selman’ın, Arabistan’ın yeni Enerji Bakanı olarak atandığı düştü).
Arabistan, okul müfredatında Osmanlıyı kötüleyip Çince ders eklemekle kalmıyor, Uygur Türkleriyle ilgili çeşitli hassasiyetlerin yaşandığı bir zaman aralığında Çin’le ticari ve kültürel bağların güçlenmesine ve kültürel çeşitliliğin geliştirilmesine katkı sağlanması kararını alıyor.
Peki ya Lübnan’a ne oluyor?
Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun da “eş zamanlı olarak”, Lübnan’ın 100’üncü bağımsızlık yılı dolayısı ile attığı tweetlerde Osmanlı için şunları söyledi;
“Osmanlı boyunduruğundan kurtulmaya yönelik bütün girişimlerde şiddet, cinayet ve mezhep çekişmesi yaşandı. Osmanlıların Lübnanlılara, özellikle de Birinci Dünya Savaşı sırasında uyguladıkları devlet terörü, kıtlık, işe alım ve zorla çalıştırma dahil olmak üzere yüz binlerce kurbanla sonuçlandı. 1. Dünya Savaşı’nın bitimi, Osmanlıların hezimeti ve Fransız nüfuzuyla birlikte tarihimizde yeni bir döneme geçildi. Bununla 1920’de büyük Lübnan’a ulaştık, sonrasında bağımsızlık”.
“Büyük Lübnan”, “Büyük Arabistan”…
Her ikisinin de hedefinde “Türkiye Düşmanlığı”.
Şaşırdınız mı?
Bakın Büyükelçi İrfan Acar, “LÜBNAN BUNALIMI VE FİLİSTİN SORUNU” (Türk Tarih Kurumu. 1989) adlı eserinde neler söylüyor (S.21 ve devamı);
“İngilizlerle anlaşan Arap milliyetçileri, Mekke Şerifi Hüseyin ismindeki liderlerinin çevresinde bir araya gelerek 1916 yılının Haziran ayında Osmanlılara karşı bir isyan başlattılar. Şerif Hüseyin 5 Kasım’da kendisini Arap ülkeleri Kralı ilan etti.
Hüseyin’i destekleyerek Araplarla Türkleri birbirine düşürmek İngiltere’nin bu dönemde izlediği politikanın bir sonucu olarak görülüyordu. İngilizler savaştan sonra da Şerif’i Orta Doğu’da büyük bir İslâm İmparatorluğu’nun kralı olarak destekleyeceklerine dair taahhütte bulunmuşlardı. Şerif’in bu emelleri Lübnan ve Suriye Müslümanları arasında da taraftar buldu… Fransa daha Şerif Hüseyin isyanı başlamadan önce İngiltere ile anlaşmıştı. Fransa ve İngiltere’nin Beyrut’taki temsilcileri Sykes ve Picot kendi isimleriyle bilinen bir Antlaşma imzalamışlar ve… bütün Suriye Fransa’nın sorumluluğuna verilmişti… Kısa zamanda İngiliz ve Fransız kuvvetleri ülkedeki (Lübnan.HM) duruma hakim olarak çevrede işgal bölgesi kurdular. Güneyde Filistin İngilizlere, kuzeyde Lübnan ve Suriye’nin sahil kesimleri Fransızların denetimine verilirken, kıyının ötesinde kalan iç Suriye toprakları Arap Bölgesi olarak belirlendi”.
Michel Aoun bunlardan hiç bahsetmiyor, değil mi?
Peki Amerika’ya, Amerikalılara ne oluyor? Nereden çıktı Amerika?
“ABD Dış İlişkiler Konseyi’nde konuşan ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, Suriye’deki güvenli bölgenin kontrolünün Ankara tarafından sağlanmasının Türkiye ile ABD’nin ortak çıkarlarına hizmet etmeyeceğini söyledi.
‘Türkiye’nin endişelerini giderebiliriz’ diyen Dunford, Ankara’nın Suriye’deki güvenli bölgeyi kendi başına kontrol etmesinin ikili çıkarlar için faydalı olmayacağını belirtti.
Dunford, Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) IŞİD’le mücadelede destek verdiklerini belirterek ‘Şu anki durumda DSG’nin IŞİD’den kalanlarla etkin mücadele edebilmek için koalisyonun desteğine ihtiyacı var. Teröristlerden kurtarılan bölgelerde güvenliğin sağlanabilmesi için yerel güçlerin eğitilmesi önemli’ ifadelerini kullandı”.
Zaten geçen ay Danimarka’nın Politiken Gazetesi’nde yer alan bir habere göre ABD, Danimarka’dan Suriye’ye asker göndermesini ve SDG’lileri eğitmesini istediği belirtilmişti.
Trump’ın adayı olarak 11 Nisan’da Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde ifade verirken “Türkiye S-400 alarak F-35 programındaki rolünü tehlikeye attı. Büyükelçiliğim onaylanırsa Türkiye’nin doğru tercihi yapması için çalışacağım” diyen; BOP’un mucidi ve fikir annesi, 2005-9 arası ABD Dışişleri bakanlığı yapan Rice’ın “Irak’tan sorumlu kıdemli danışmanı” olan; 11 Ocak 2018’de Senato Dışilişkiler Komitesi’nde “PKK/PYD’nin korunması gerektiğini” ifade eden Satterfield’in de ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak güven mektubunu sunmuş olduğunu da bir kenara not edin ve altını çizin lütfen.
Demek ki neymiş, 1916’daki İngiliz/Fransız Sykes/Picot paylaşım projesinin; yüzyıl sonra 2005’de “günün koşullarına göre” Amerikalı Condoleeza Rice tarafından “güncellenmesi” imiş bütün mesele.
Bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi öngören bu projeye bir kenarından bulaşıp bulaşmamak, âlet olup olmamak imiş bütün mesele.
Ve demek ki Arapları geren, yüzyıl önce İngiliz/Fransız’ın, yüzyıl sonra şimdi de Amerika’nın derdi imiş.
O yıllarda Gertrude Bell vardı, Lawrence vardı, Mekke Şerifi Hüseyin vardı.
Şimdi kim(ler) var acaba? 10 Eylül 2019
Bir yanıt yazın