Halk aç, perişan, işsiz.
Meyveyi, sebzeyi tane ile eti gramla alıyor…
Çoluk çocuk sahibi ve daha yoksul olan aileler ise pazar yerlerinde, çöpe atılan yiyeceklerin sağlam olanlarını toplayarak geçimini sağlıyorlar.
İş bulabilirlerse çalışıyorlar…
Çünkü ülkede ne fabrika kaldı ne ticaret…
Ne tarım kaldı ne hayvancılık… Tümünü de “Babalar gibi sattılar…”
17 yıldan bu yana sadece “Din ticareti” yapıyorlar. Din alıp, din satıyorlar. Tarikatlar, tekkeler, şeyhler – şıhlar yerden biter gibi çoğalıyorlar…
Günah, sevap üzerine her gün, her saat fetva veriyorlar.
Ama açlık, yokluk, sanayi, tarım, işsizlik onların ilgi alanlarının dışında…
Her gün yapılan zamlar karşısında “Dut yemiş bülbüller gibi susuyorlar…”
Her gün artan kadın cinayetleri, tacizler, tecavüzler konusunda tek söz söylemiyorlar.
Bir de bütün bu yokluklar yetmezmiş gibi, bütün bu sefaletin üzerine 5 milyondan fazla Suriyeli mülteci getirdiler. Bir kısmı da sınırlarımıza dayandı. Ülkemize girmek için kapıları zorluyorlar…
Bir taraftan askerimize saldırıyorlar, bir taraftan ordumuza küfrediyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlının son dönemlerini anlatmak için tasvir ettiği ortam ve halkın durumu bugün için de geçerli. 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıkarken, ne demişti o büyük insan?
“Burada pek önemli bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve sadık…”
İşte “Yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağları ile içten bağlı ve sadık olan” bu halk 17 yıldan beri “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenleri sırtında taşıyor…
Ama İzmir’i işgal eden o Yunanlının halka nasıl işkence yaptığını; sokaklarda, evlerde oluk oluk nasıl kan akıttığını, kadınlara, çocuklara nasıl tecavüz ettiğini bilmiyor.
Açlık, yokluk, işsizlik, Atatürk, laiklik, kurtuluş savaşı onun umurunda değil. Ya da görmezden geliyor ve “Dini bütün bir insan bizi yönetsin” diyor. Başka bir isteği ve derdi yok.
Onun kendisini yönetmesini istediği dini bütün insanlar da gidip hastanede Kurtuluş Savaşı düşmanı Fesli Kadir’i ziyaret ediyorlar.
Üstelik her yıl bütçeden milyarlarca lira destek alan Diyanet İşleri Başkanlığı, onu hastanede ziyarete giderken, 30 Ağustos Zafer Bayramına denk gelen Cuma hutbesinde Atatürk’ün adını bile anmıyor…
İlk kez bu nedenle bir camide, caminin içinde “Hutbede Atatürk’ün adı anılsın” diyenlerle, “Anılmasın” diyenler karşı karşıya geldiler. Yumruklaşmalar, itişip, kakışmalar oldu.
Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir camiye politika sokuldu…
Ve İlk kez halkımız bu kadar ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya bugün. Ama yokluklar, yoksulluklar altında inim inim inlerken hakkını aramaya, sesini yükseltmeye de başladı.
AKP’nin elinden büyük belediyeleri alarak, ona büyük bir ders verdi.
AKP şaşkınlık içerisinde şimdi. Afallamış durumda. Ekonomik sorunların üstesinden gelemeyince bu kez direnenleri, eleştirenleri, kendisine karşı koyanları sindirme yoluna gitti.
Daha önce var olan “Korku imparatorluğu”nun sınırlarını genişletti. Temelini güçlendirdi. Seçimle gelen belediye başkanlarını antidemokratik yöntemlerle görevlerinden alıp, yerlerine kayyumlar atadı.
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, ülkemizin “vaziyet ve manzarai umumiye”sini (genel görünümünü) şöyle anlatıyordu:
”Düşman devletler, Osmanlı Devletine ve ülkesine maddi ve manevi saldırıya geçmiş: Onu yok etmeye ve parçalamaya karar vermiştir. Padişah ve halife olan kişi, kendi yaşamını ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor…
O günkü ortamla, bugünkü ortam arasındaki benzerliği fark ettiniz mi?
Saltanat, hilafet, şeriat yanlıları bugün de işbaşında. Kendi yaşamını ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor…
Bunun için de elinden gelen, gelmeyen hiçbir şeyi ardına koymuyor. İleride şiddet, baskı, faşist yöntemlerin daha da artacağına, keskinleşeceğine tanık olacağız…
Şimdiden bunun çaresine bakmak, önlemlerini almak zorundayız.
Laf kalabalığı, palavra ve bağırıp çağırmakla faşizm önlenemez, engellenemez. Bu millet, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenleri 17 yıldır sırtında taşıyorsa bu, sadece onun suçu değildir.
AKP’nin uzun yıllar iktidarda kalmasında, egemenliğini sürdürmesinde en az halk kadar muhalefetin de suçu vardır.
Gerekli önlemleri almadığı, gerekli tepkiyi vermediği, gerekli mücadeleyi yapmadığı için…
“İdare-i Maslahatçılar (işi oluruna bırakanlar) esaslı devrim yapamazlar…” demişti Mustafa Kemal.
Bununla Atatürk, uzlaşan, boyun eğen, günün koşullarına göre hareket eden kimselerin devrim yapamayacağını vurgulamak istemiştir.
Sağ, sol demeden tüm milli güçler, bu çağdışı gidişe “DUR” demek için ayağa kalkmalı, demokratik direniş hakkını kullanmalıdırlar.
Gerici, faşist iktidarlardan kurtulmanın tek yolu budur.
Bir yanıt yazın