Leyla Zana Meclis’in kapısından gözaltına alındı.
Hatip Dicle, Orhan Doğan ve daha bir çoğu hapse atıldı.
Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonlarıyla “PKK’nın sivil alandaki örgütünün” çökertildiği ilan edildi.
Yahu, Selahattin Demirtaş’ı hapse atınca HDP’nin baraj altında kalacağı sanıldı!
Ama Kürt sorununu merkeze alan partiler, her operasyondan sonra daha da büyüdü ve ülkenin kaderini değiştirecek öneme kavuştu…
*
Şimdi Erdoğan, demokratik zeminde güçlenen Kürtlerin iradesini “Kayyum”lara devrederek oldukça tehlikeli adımlar atıyor…
İşte sivil siyasete açılan HDP’nin Türkiye partisi olma gayretleri Ankara tarafından bir kez daha sabote edildi.
Diyarbakır, Van ve Mardin’in HDP’li belediye başkanları, seçilmeleri üzerinden çok kısa süre sonra görevlerinden alındılar.
*
İçişleri Bakanlığı tarafından yerlerine kayyum atanan HDP’li büyükşehir belediye başkanları,
Duruma daha yüksek sesle tepki gösterilmesi çağrısında bulundular…
Görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk;
Erdoğan’ın “İstanbul’un terör örgütlerine peşkeş çekilmesine müsaade edemeyiz” sözlerine atıfta bulundu.
“Tepkimizi yüksek sesle çıkarmazsak üç şehirle yetinmezler” dedi ve İstanbul’a da kayyum atanabileceğini ima etti.
*
Bugün bu uygulamaya karşı çıkanların “Sıra Ankara’ya ve İstanbul’a gelir” argümanı,
Erdoğan iktidarını uzun zaman sonra harikulade bir galibiyetle sarsan Millet İttifakı’nın tüm bileşenlerinin,
Ortak zeminde tutum alması amacıyla üretildiği görünümüne sahip olsa da,
Kayyum atamalarının yeterince gerçekçi olmaması, altı doldurulamayan bir retorik konumunda olmasıyla,
Ankara ve İstanbul’a kayyum atanması olasılığını kuvvetlendiriyor!
*
Ancak Ahmet Türk “Bir yere aktarılan para yok! Biz daha göreve gelmeden kararı vermişler” derken,
Ayrıca, naylon fatura ve pahalı hediyelerle belediye kasasının içinin boşaltıldığını öne sürüyor, yahu ortada terör örgütüne aktarılacak bir para yok diyor!
Kayyum atanması tehlikesi altında olan belediyelerin yeni başkanlarına belediye borçlarını işaret ediyor….
*
Nitekim Türkiye’de çok büyük yolsuzluk, rüşvet iddiaları ve bununla ilgili soruşturmalar varken,
Erdoğan’ın görev süresi boyunca soruşturmaların yasalara ve hukuka uygun biçimde yürütülmesini önlemek ve olayların üstünü örtmek için elinden geleni yaptığı,
Bazı belge, ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın çocuklarına ve kendisine ulaşabileceği ihtimaline karşı akıl-almaz tedbirler aldığı biliniyor.
*
İşbu Türkiye gündeminde;
İBB Başkanı E.İmamoğlu geçmiş dönemde iktidara yakın vakıflara aktarılan ve kendi döneminde kesilen kaynakla ilgili şöyle konuşuyor.
“Daha işin başındayız. Şu an itibariyle iptal ettiğimiz vakıflara aktarılmış, verilmiş kaynaklar adına söylüyorum.
İptal edilmiş tam 357 milyon liralık sürece nokta koymuş durumdayız.
Bunun içinde sadece bir vakfa yemek desteğinin 56 milyon liralık bölümü var, inanılmaz!
Bu milletin parasını nereye harcıyorsunuz?” diyor.
Ensar Vakfı, TÜRGEV, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, TÜGVA, Daru’l Fünun İlahiyat Vakfı, Hoca Ahmet Yesevi Vakfı’nın kaynaklarını kestiğini açıklıyor.
*
Tam da bu sırada Erdoğan hükümeti, en hafifi “pişkin” olan sıfatla ve şeytanın ebedî vesvesesine tutuk taraftarlarıyla birlikte savunma triplerindedir.
Son 5 yılda amacı doğrultusunda faaliyette bulunmayan 437 vakıfta,
Vakfın mal ve gelirlerini usulsüz biçimde kullanan, ağır ihmal ve kasıtlı fiilleriyle vakfı zarara uğratan 203 yöneticiyi görevden aldırıyor ve haklarında dava açtırıyor…
*
Halbuki İBB İmamoğlu’nun “Bu milletin parasını nereye harcıyorsunuz” sorusu sorduğu TÜRGEV’i,
Bakınız CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu nasıl takdim ediyor?
*
Erdoğan’ın oğlunun bir vakfı var. Adı TÜRGEV. Bu vakfın özelliği, ne biliyor musunuz? Rüşvetin ödendiği merkezdir TÜRGEV: Kasa !
Özel ayrıcalıklar sağlanan devleti hortumlayan işadamları, TÜRGEV’e bağış yapıyor, yani rüşveti oraya ödeyerek yasallaştırıyorlar.
(Dünya Erkek Güzeli) Ağaoğlu’nun firması, ” Bakırköy’de pırlanta değerinde bir arsa var” diyor.
Ve Ağaoğlu Erdoğan’a gidiyor “bu arsanın imar durumunu düzelt” diyor.
Erdoğan karşılığında “Ataşehir’deki 20 dönüm araziyi oğlumun vakfına ver” diyor, sonra, Bakan’ına telefon ediyor:
Ağaoğlu’nun istediği şekilde arsanın imarı yapılıyor.
Bu şirket İstanbul’un en değerli yerinde 20 dönümlük yeri, senin oğluna neden veriyor? Bunun adı nüfuz ticaretidir.
Telefon konuşması var mahkeme kayıtlarında, Ağaoğlu telefon ediyor ‘ Erdoğan bize pahalı bir fatura çıkardı, arsayı Erdoğan vereceğiz’ diyor.
Senin oğlunun ne ayrıcalığı var? O da Allah’ın kulu. Onun ayrıcalığı rüşvetleri toplama merkezinin başkanı olmasıdır ” diyor…
*
Batı’da vakıf kurumu ülkeden ülkeye gerek faaliyet alanları gerekse işleyişi bakımından farklılıklar gösteriyor.
Ama her yerde bu önemli kurumun ortak paydası ve gücü, özel sermayenin ve toplumun varlığının kamu yararı için yönlendirilip kullanılmasını sağlamaktır.
*
Türkiye’deki vakıf kurumu ise Osmanlı Vakıf geleneğinin etkisinde ama İslami gelenekten daha esnektir.
Bu yüzden, Türkiye Arap ülkelerine nazaran demokrasi ve ekonomik gelişiminde daha ileridedir.
Vakıf kurumu önceleri bir dağıtım mekanizması olarak kullanılırken,
Ekonominin gelişimi hızlandıkça daha çok iktidardaki kişilerin ve ailelerinin geleceğini devam ettiren kurumlar haline gelmiştir.
*
Nihayet, Vakıf sisteminin değişmesi ve Türkiye koşullarındaki bazı değişikliklerin vakıflara büyük fırsatlar sunmasıyla,
Mesela, gerek sivil toplum örgütleri ile devlet işbirliğini teşvik eden yasal düzenlemelerle,
Gerek devletin bireyler ve iş çevrelerinden eğitim ve sağlık gibi alanlarda yardım almak amacıyla getirdiği teşviklerle:
Vakıf kurumunun faaliyet alanlarında kamu yararı zenginleşmiştir.
*
Ne ki, Türkiye’de ancak bir kaç vakfın mütevelli heyeti, çoğunun bir yönetim kurulu bulunuyor ve hemen hepsi gönüllülük esasına göre çalışıyor.
Üyelerin meslekleri, geçmişleri ya da politik durumları açısından oldukça homojen gruplardır.
Vakfın hesap verebilir olmasında genelde kabul gören anlayış kişisel güven üzerine kurulan hesap verebilirliktir.
Yalnız, bu nedenler bile vakıfları demokratik kuruluşlar olmaktan alıkoyuyor.
*
İşte bu noktada Erdoğan sazı eline alıyor!
Erdoğan iktidarı boyunca Türk Devletinin rejimini dönüştürmeye, İslam Devletleriyle birlikte şeriata uygun bir “İslam Birliği” kurmaya çalışıyor!
Bu yüzden Erdoğan, İslam Hukuku’nda devlet başkanlığı ile aynı anlamda kullanılan ve kendisinde yüksek hükümet organı niteliği ve yetkisine sahip bulunan,
“Mü’minlerin Emiri-Emirü’l Müminin”sıfatının gösterdiği görevle Başkan olduğunu vehmediyor!
*
Görevinin müminlerin kalbinde imandan kaynaklanan geniş bir sorumluluk uyandırmak, dini ve dinin hükümlerini korumak,
Düşmana karşı cihad etmek, sadakaların, zekât ve hayır hasenatın ve kafirlerden elde edilen vergiler gibi değerlerin toplanmasıyla:
Devletin güvenliği ve kamu düzeninin korunması, savunulması, kamu işlerinin kontrolü, adaletin sağlanması, malın idare edilmesi olduğunu sanıyor.
*
Türkiye’de vakıf kurumunun demokratik olmayan yapısı Devlet Başkanı- Emirü’l Müminin’in görevlerini yerine getirmesinde imdada yetişmiştir.
“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın da en hayırlısı halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır ” kuralı Türk Vakıf kurumunda ön plana çıkarılıyor.
İslam Birliğine giden yolda kimi Vakıf kurumunda da;
“Eğer Allah’a îmân etmiş ve hak ile bâtılın ayrıldığı günde kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, biliniz ki; ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyin humus’u;
Allah’a, Resûlüne, O’nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir” Enfâl sûresi 41 ayeti işletiliyor.
*
Sadece Dünya Erkek Güzeli Ağaoğlu değil herkes veriyor, verdikçe köleleşiliyor, verdikçe köleleşiyor.
Ümmeti Muhammed’in askerleri afiyetle yiyor!
*
Ama Türkiye’de düşünce değişmiştir.
Bu düşünceyi paylaşan Belediyeler “Vakıf soygunları” dosyalarıyla, “Kayyum ” atanması hukuksuzluğundan azade oluyor…
30.8.2019
Yazıları posta kutunda oku