“Kocatepe’de gün doğumu sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş; Mustafa Kemal bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Komutanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar, Mustafa Kemal konuşmuyor, düşünüyor…Birden gökleri yırtan, sessizliği paramparça eden topçu barajı ateşi başlıyor. Kocatepe ara ara ışığa boğuluyor. Sonra Mustafa Kemal ayağa kalkıyor, dediklerini kimse işitmiyormuş gibi sesleniyor: ‘Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar kazanacaksa şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi. Anacığım bize dua et…’ Ve gözlerinde pırıl pırıl gözyaşı taneleri…”(1)
Bu hadise midir, yoksa benzer bir hadise midir, Hasan Rıza Soyak da yer vermiş böyle bir hadiseye kitabında. Yaver’i Muzaffer Kılıç’ın Hasan Rıza Soyak’a aktardığına göre; 25 Şubat 1922 akşamı Başkumandan, Afyonun 20 km. kadar güneyindeki Şuhut Kasabası’ndaki karargâhında akşam yemeğini yedikten sonra harita üzerinde iki tarafın pozisyonunu inceler. Yaverine Dumlupınar Mevkii ile Döğer Mevki arasındaki mesafeyi ölçtürür ve arkasından bu noktaya kalemiyle birkaç kere vurarak “Döğer Döğer; fakat döğemeyeceklerdir. Buradaki kuvvetleri hareketsiz kalmaya mahkumdur” der. Demek oluyor ki; savaş taktiğini buna göre belirleyecektir Başkumandan. Maiyetiyle birlikte gece karanlığında ve mum ışığında savaşı idare edeceği Kocatepe’ye çıkar. Bütün karanlıkları delen gözleriyle ileriye bakar ve kendi kendisine şöyle mırıldanır: “Allah Türk Milletini ve Ordusunu koruyacaktır!”
26 Ağustos 1922 günü Başkumandan dürbünüyle düşman tahkimatını seyrederken Türk topçu ateşi başlar. Mustafa Kemal o anda şu emri verir: “Tek bir mermi kalmayıncaya kadar ateşe devam edilsin!” Komutanların tereddütleri üzerine, “cephane ikmalini düşmandan yapacağız ve yarın öğleden sonra Afyon’da olacağız” der. O anda herkes şüphe ve tereddüt içinde birbirinin yüzüne bakar ama ertesi gün, yani 27 Ağustos günü öğleden sonra hep birlikte Afyon’dadırlar.
30 Ağustos günü ateş hattına çok yakın bir mesafedeki Zafertepe’de Türk piyadelerinin ileri harekatını izlemektedir. Birden bire “Allah, Allah” sesleri yükseliyor. Askerlerimizin süngüleri batmak üzere olan güneşin kızıl ışıkları altında alev alev yanıyor, ölümü hiçe sayan kahramanlarımız, düşmanın üzerine ateşten bir çığ gibi iniyor. Bu anda Büyük Komutan elindeki sigarayı atıyor; ayağa kalkıyor, siper içinde dimdik duruyor. Bu, çok sevdiği, üzerlerine titrediği askerlerine karşı bir saygı duruşudur, gözleri nemlenmiştir. Eliyle muharebe alanını göstererek bağırıyor: “Hacı Anesti (Yunan Ordusu Başkumandanı Yorgo Hacianestis) mağrur kumandan! Neredesin, gel de ordularını kurtar!(2)
…
26 Ağustos 1071, hiç şüphesiz Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi, Malazgirt Zaferi de Türklerin en önemli zaferlerinden birisidir. Hatta bana göre en önemlisidir. Zira üzerinde yaşadığımız bu toprakları, o zafere borçluyuz. Bu sebeple devlet erkanının 26 Ağustos günü Malazgirt’e akın etmesini önemsiyorum. Gelin görün ki; 30 Ağustos 1922 de Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından birisidir. Zira Malazgirt Zaferi ile elde ettiğimiz vatanı, 30 Ağustos 1922 tarihinde verilen Başkumandanlık Meydan Savaşı sonunda kazanılan zaferle düşman işgalinden kurtardık biz.
Tarihçiler, Alparslan komutasındaki Türk Ordusu’nun 26 Ağustos 1071 günü kazandığı Malazgirt Zaferi için “Yurt Açan”, II. Kılıçarslan komutasındaki Türk Ordusu’nun 17 Eylül 1176 günü kazandığı Miryokefalon (Gelendost) Zaferi için “Yurt Tutan”, Mustafa Kemal komutasındaki Türk Ordusu’nun 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar Meydan Savaşı ile kazandığı zafer için “Yurt Kurtaran” derler.
Dolayısıyla; bu zaferlerin hepsi de değerlidir ve birbirinin alternatifi olamazlar. Bu sebeple birisinin, devlet erkanının katıldığı gösterişli törenlerle kutlanmasına karşılık, birisinin sade bir mesajla anılması büyük haksızlıktır.
Hele hele yakın zamanlara kadar çok gösterişli törenlerle kutlanan 30 Ağustos Zaferi’nin, adeta Malazgirt Zaferi’nin gölgesinde bırakılırcasına gündemden düşürülmesi ve önemsizleştirilmesi, Türk Milleti’ne ve Türk Ordusu’na yapılmış büyük haksızlıktır.
Unutulmasın ki; Malazgirt Zaferi’ni kazanan ordunun içinde Uzlar ve Peçenekler gibi Müslüman olmayan Türk unsurlar da vardı. Oysa, 30 Ağustos Zaferi, hemen tamamı Müslüman olan bir ordu tarafından kazanılmıştır. Ünlü şairimiz Yahya Kemal, 30 Ağustos Zaferini kazanan Türk Ordusu’nu şöyle nitelendirir şiirinde:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi,
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”
Bu bakımdan, dini hassasiyetleri önemsediğini söylemleriyle ve eylemleriyle ortaya koyan mevcut iktidarın, 30 Ağustos Zaferi’ni önemsizleştirme gayretleri bir çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.
30 Ağustos Zaferi, Yüce Türk Milleti’ne ve Büyük Atatürk’ün tabiriyle, Türk Milleti’nin çelikleşmiş iradesi olan Türk Ordusu’na kutlu olsun. Bu zaferi bize armağan eden şehitlerimize, muharip ve malül gazilerimize Allah’tan rahmetler diliyorum. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun…
Ömer Sağlam
30 Ağustos 2019
1-Yrd.Doç. Dr. Ali Güler, Atatürk ve İslam, Halk Kitabevi Yayını, İstanbul, 2016,s,91-92.
2- Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar,8. Baskı,Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 2016,s,134-135.
Parantez tarafımızca konulmuştur. Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın “Hacı Anesti; mağrur kumandan! Neredesin, gel de ordularını kurtar!” şeklindeki sözleri, “Hacı Anesti, işte şimdi s..m. senin ananı!” şeklinde darb-ı mesel şeklinde anlatılmaktadır. Hasan Rıza Soyak, Türklerin taarruz edebileceklerine inanmayan Yunan Başkumandanı Hacı Anesti’nin, izinli olarak geldiği İzmir’de, Mustafa Kemal Paşa’nın yukarıdaki sözleri söylemesinden az önce gazetecilere “Karşımda Mustafa Kemal diye birini göremedim” şeklinde açıklamalar yaptığını dipnot olarak vermiş kitabında. İhtimaldir ki; Mustafa Kemal’in; telgrafla Hacı Anesti’nin bu sözlerinden haberi oldu ve bu sebeple Zafertepe’den o sözler ile seslendi kendisine…(ö.s)
Bir yanıt yazın