Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, memurların toplu sözleşme görüşmelerinde hükümet teklifini açıklaması üzerine Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “Bize getirilen teklif kamu görevlileri bütçesinde dengelemeyi içermiyor. Yeni bir teklif bekliyoruz, bu teklifi geçerli saymıyoruz” derken haklıdır. Gerek memur ve gerekse işçi kesiminin reel milli gelir ve fiyat artışı altında zam alması, ülkede gelir dağılımını bozar, kutuplaşmayı artırır, sosyal barışı olumsuz etkiler. Toplumda milyoner sayısı ile yoksulluk ve açlık birlikte artarsa, bundan demokratik rejim zarar görür, milyonerlerin de huzuru kaçar.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerinden derlenen son bilgilere göre Türkiye’de hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısının diğer bir deyişle milyonerlerin sayısı yılın ilk yarısında 21,020 kişi artarak 201,176′ ya ulaştığı, Haziran ayı sonunda milyonerlerin bankalardaki toplam mevduatının artması sonucunda ülkede gelir dağılımının giderek bozulduğu ortaya çıkmıştır. 2019 yılının ilk yarısında 21 bin 20 kişi daha milyonerler kulübüne girmiş, yurt içinde ve dışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı Haziran sonunda yükselmiştir.
Milyoner sayısı artarken milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 214 milyar 387 milyon TL’ye çıkmıştır. Geçen yılın sonunda milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 109 milyar 859 milyon TL idi. 2018’de 6,162 milyon lira olan milyoner başına düşen ortalama mevduat tutarı, bu yılın Haziran sonunda 6 milyon 036 bin TL seviyesine gerilemiştir. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı ilk yarıda 2018’e göre 18 bin 57 kişi artarak 180 bine ulaşırken, bu milyonerlerin mevduatları da 1 trilyon 119 milyar 866 milyon TL olmuştur.
Aynı dönemde milyonerlerin mevduatlarının 443 milyar 409 milyon lirası TL cinsi, 668 milyar 481 milyon lirası döviz tevdiat hesabı, 7 milyar 996 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur. Yurt içinde yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 226 bin TL’dir. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı geçen yılın sonunda 161 bin 800, bu mudilerin bankalardaki toplam mevduatı ise 1 trilyon 24 milyar 25 milyon TL idi.
Yurt dışında yerleşik mudi sayısı Haziran ayı sonunda 21 bin 319’a çıkarak geçen yılın sonuna göre 2 bin 993 kişi artmış, hesaplarındaki para miktarı 94 milyar 521 milyon TL olmuştur. Yurt dışında yerleşik mudilerin bankadaki mevduatlarının 8 milyar 457 milyon lirası TL, 85 milyar 675 milyon lirası yabancı para ve 388 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur. Yurt dışında yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat ise 4 milyon 434 bin TL’dir.
2012 yılında hesabında 1 milyon lira ve üzeri bakiye olan mudi sayısı 54,461, milyonerlerin toplam mevduatı 373,384 milyon ve milyoner başına düşen ortalama mevduat 6, 856 iken 2015 yılında bu rakamlar sırasıyla 98,497, 649,994 ve 6,599; 2016 yılında 115,896, 775,142 ve 6,688; 2017 yılında 138,980, 909,979 ve 6,548; 2018 yılında ise 180,126, 1.109,859 ve 6,162 olmuştur.
Türkiye’de milyoner sayısı artarken açlık ve yoksulluk sınırı da yükselmiştir. TÜRK-İŞ araştırmasına göre açlık ve yoksulluk sınırı bir yılda yüzde 24,3 oranında artmıştır. Ankara’da hesaplanan gıda enflasyonu 2019 yılının Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 3,48 oranında yükselerek dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 9 liraya çıkmış, yoksulluk sınırı ise 6 bin 543 TL’ye ulaşmıştır.
Bir taraftan milyoner sayısı artarken, diğer taraftan açlık ve yoksulluk sınırının yüzde 24,3 oranına ulaşması, ülkede gelir dağılımının kötüleştiğinin göstergesidir. Rahmi Turan bu durumu gelir dağılımının adaletsiz olduğuna bağlarken doğru bir tespitte bulunmuştur. Eğer ülkede gelir dağılımı bozuluyorsa, ekonomide çanlar çalıyor demektir. Bu durum halkın siyasi tercihlerine doğrudan yansır. Nitekim son İstanbul seçim sonuçları bunu göstermektedir.
Geçtiğimiz yıl Ocak ayında açlık sınırı 1615 TL iken, yoksulluk sınırı 5 bin 262 liraydı. Türk-İş açıklamasında, “Gıda fiyatlarındaki artış devam ediyor. Yürütülen kampanyalar, piyasaya yapılan müdahaleler çarşı-pazar ve marketlerdeki fiyat artışını önlemedi. Özellikle dar ve sabit gelirli kesimlerin harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan gıda ürünlerindeki fiyat artışı çalışanların geçim şartlarını olumsuz etkilemeye devam etti. Hesaplamada fasulye, patlıcan, sivri biber gibi kilogram fiyatı 10 TL’nin üstünde olan sebzeler de dikkate alınmadı. Meyve çeşidindeki yedi ürün fiyatlarındaki azalma olumlu yansıdı. Buna rağmen geçen ay 5.22 TL olan ortalama yaş sebze-meyve fiyatı bu ay 6.22 TL olarak hesaplandı” ifadeleri yer almıştır.
Dört kişilik ailenin açlık sınırı 2.009 TL, yoksulluk sınırı 6.543 TL, bekar bir çalışanın yaşam maliyeti tutarı aylık net 2.452 TL ise, bu durum ülkede sosyal huzuru bozar, demokrasiye de zarar verir. Özellikle dar ve sabit gelirli kesimlerin harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan gıda ürünlerindeki fiyat artışı çalışanların geçim şartlarını olumsuz etkiler. TÜRK-İŞ tarafından hesaplanan gıda fiyatları endeksi ile TÜİK tarafından hesaplanan gıda endeksindeki son 12 aylık gelişim, piyasaya yapılan müdahaleler sonucu geçen yılın son aylarında belirgin bir gerilemeye yol açmıştır ama bu durum geçicidir.
Sabit gelirli kesimin yaratılan gelirden aldığı payın giderek azalması, ülkede gelir dağılımını bozar. Bu durum tüm kesimleri olumsuz etkiler. Çünkü herkes aynı gemidedir. 1985-1990 yılları arasında Daimi Temsilciğimizde görev yaptığım OECD, Türkiye’nin gelir dağılımındaki adaletsizliğini 9 Aralık 2014 tarihinde açıklamıştır. Buna göre Türkiye, en kötü gelişme gösteren ülkeler arasında ikinci sıradadır.
Gelir dağılımı ve yoksulluk konusundaki göstergeler, ilk defa 2000’li yılların ortasında 30 OECD ülkesinin tümünü kapsarken, 1980’lerin ortasına kadar geriye götürülen trendler konusundaki bilgiler bu ülkelerin yaklaşık üçte ikisi için sağlanmaktadır. OECD’nin bu konudaki raporları, hane halkı serveti, tüketim modelleri, mal ve meta gibi para dışı kamu hizmetleri gibi bir dizi alandaki eşitsizliklere de yer vermektedir.
Eğer sıradan bir kişiye dünyanın bugün karşı karşıya olduğu en önemli sorunların neler olduğunu sorarsanız, ilk aklına gelenler “eşitsizlik ve yoksulluk” olur. Tüm dünyada ekonomik büyümenin hakça paylaşılmadığı konusunda yaygın bir kanı vardır. 2008 Şubat ayında BBC tarafından yaptırılan bir kamuoyu yoklaması 34 ülkedeki nüfusun yaklaşık üçte ikisinin son birkaç yıldaki ekonomik gelişmelerin adil biçimde paylaşılmadığını düşündüğünü göstermiştir. Güney Kore, Portekiz, İtalya, Japonya ve Türkiye’de katılımcıların yüzde 80’den fazlası bu görüştedir.
OECD’nin 2008 yılında yayınladığı raporda (Growing Unequal? Income Distribution and Poverty in OECD Countries, 2008) 30 OECD ülkesi incelenmektedir. Üye ülkelerde 1980’li yılların ortasından bu yana gelir eşitsizliğinde artışın devam ettiği ortaya konulmuştur. Gelir farkının açılması, ülkelerin (tümünü değil) ama çoğunu etkilerken, son zamanlarda Kanada ve Almanya’da da büyük artış göstermiş, fakat Meksika, Yunanistan ve İngiltere’de azalmıştır.
Gelir dağılımı, belirli bir sınırın altında kalanların dağılımından çok, nüfusun tamamına ilişkin dağılımını belirlediği için yoksulluktan daha geniş bir kavramdır. Gelir dağılımı ve yoksulluk arasında sıkı bir ilişki vardır. Belirli bir gelir seviyesinde gelir dağılımındaki eşitsizlik ne kadar artarsa, yoksulluk içinde yaşayan kişilerin oranı da o ölçüde yükselir. Dolayısıyla gelir dağılımını belirleyen temel faktörler incelendiğinde aynı zamanda yoksulluğun belirleyicileri de ortaya çıkmış olur.
Gelir dağılımı ve yoksulluğu belirleyen üç temel faktör; yapısal faktörler, sosyal düzenlemeler ile kamu politikalarıdır. Ülkede gelir dengesi bozuluyorsa, bunun doğal sonucu olarak yoksul kişilerin sayısında da artış gözlemlenir.
Gelir dağılımının belirlenmesinde gösterge olan Gini katsayısı, ülkede yaratılan ekonomik değerin nüfusa ne derece eşit paylaştırıldığını ölçmek için kullanılır. 0 ile 1 arasında değişen oranlarda sıfıra yakın değerler gelir adaletini gösterirken, yüksek oranlar yaratılan gelirin sınırlı bir nüfusa gittiğini kanıtlar. Gini katsayısına göre göre 2012 yılı için gelir dağılımı eşitsizliğinin en fazla olduğu 21 ülkelik listenin başında Meksika (0.482) gelmektedir. Türkiye, 0.412 ile Meksika’nın ardından en yüksek (en kötü) ikinci orana sahip olan ülkedir. ABD üçüncü sıradadır. (0.389)
Gelir dağılımı eşitsizliğinin en az olduğu ülkeler arasında Norveç (0.250) birinci sırayı alırken, bu ülkeyi Danimarka (0.253) ve Çek Cumhuriyeti (0.256) izlemektedir. 30 yılda gelir dağılımı eşitsizliğinin en fazla arttığı ülkeler ise İsrail, Yeni Zelanda, ABD, İsveç ve Finlandiya’dır.
OECD, Türkiye ve Yunanistan’ın gelir dağılımında çok az iyileşme sağladığını belirlemekle beraber, 1985-2010 yılları arasında Türkiye’nin büyümesinin yüzde 4,6’sını gelir adaletsizliği sebebiyle kaybettiğini ortaya koymaktadır. Aynı dönemde Meksika’nın yüzde 10, Yeni Zelanda’nın ise yüzde 9’luk büyüme kaybı yaşadığı belirlenmiştir.
Rapor’da; üye ülkelerde gelir dağılımı eşitsizliğinin son yıllarda önemli ölçüde arttığı vurgulanırken, üyeler arasında zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderek derinleştiği belirlenmiştir. Üye ülkelerin çoğunda son 30 yılın en yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı şöyle vurgulanmıştır: “Üye ülkelerde zenginlerin toplam nüfus içindeki payı yüzde 10 civarında. Zenginlerin, yoksullardan ortalama 9,5 misli daha fazla kazandığı hesaplanıyor. Bu da genel ekonomiyi olumsuz etkiliyor.”
Rapor’un sonuç bölümünde, gelir dağılımı eşitsizliğinin ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaptığı, eşitsizlikle mücadelenin toplumları daha adil ve ekonomilerini daha güçlü hale getirdiği şöyle belirtilmiştir: “Gelir eşitsizliği dezavantajlı grupların eğitim fırsatlarını azaltıyor. Ayrıca, sınıf değiştirme sıklığını da aşağı çekiyor. Kişiler yeteri kadar beceri geliştiremiyorlar.”
Türkiye’de gelir dağılımında adaletin sağlanabilmesi için; ekonomide istikrarlı bir büyüme gerçekleştirilmeli, yatırımlar teşvik edilmeli, vergi tabanı yaygınlaştırılmalı, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalı, sosyal güvenlik sistemi yeniden yapılanmalı, sağlık hizmetleri yaygınlaştırılmalı, kırsal kesimde yoksulluğun önlenmesi için yoksul çiftçilere gelir açığını kapatacak şekilde destek verilmelidir. Ekonomide milyoner sayısı ile açlık yoksulluk birlikte artıyorsa, ekonomide gelir dağılımı bozuluyor demektir.
OECD’nin 21 Mayıs 2015 tarihinde yayınladığı “Aynı Gemideyiz: Daha Az Eşitsizlik Niye Herkese Kazandırır” adlı raporda şu ifadeler yer almıştır: “Çoğu ülkede zengin ile yoksul arasındaki fark son 30 yılda en yüksek düzeyine çıktı. Günümüzde OECD ülkelerinde nüfusun en zengin yüzde 10’u en yoksul yüzde 10’a göre 9,6 kat daha fazla kazanıyor. 1980’lerde bu oran 7:1’de seyrederken 1990’larda 8:1’e ve 2000’lerde de 9:1’e çıktı.” (In It Together: Why Less Inequality Benefits All,
Bir ülkede demokrasinin yerleşmesi için ön şartlardan biri, ülkede gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır. Bu, yaratılan gelirden herkesin eşit pay alması anlamına gelmemektedir. Önemli olan, ekonomide adaletli bir gelir dağılımının sağlanmasıdır.
Bunun için hükümete büyük görev düşmektedir. İşçi ve memurlar gibi sabit gelirlilerin artan enflasyona ezdirilmemesi gerekir. Bozulan gelir dağılımı toplumu hem ekonomik ve hem de siyası istikrar açısından olumsuz etkiler. Gelir dağılımı adaletsizliği sadece ekonomik değil, toplumsal huzuru da yakından ilgilendiren sosyo‐ekonomik bir olaydır. Bu sebeple toplumsal barışın sağlanmasının başında gelir. Bunun için hükümetin işçi ve memurlara cömert davranması toplumsal huzur için önemlidir.