Kimden: Tülay Özüerman [tulay.ozuerman@gmail.com]
Gönderen: “Onur Oymen” <ooymen>
Tarih:22 Tem 2019 12:43
S-400’lerin alımı, F-35 programının askıya alınması ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili olarak verdiğim ve Cumhuriyet gazetesinin bugünkü sayısında Tuncay Mollaveisoğlu imzasıyla ve “Türkiye Geri Adım Atamaz” başlığıyla yayınlanan mülakatın metnini aşağıda sunuyorum:
AB’nin Türkiye’ye yaptırım kararının tek nedeni Doğu Akdeniz’deki hak arama mücadelesi değil. S- 400 alımı ve NATO ruhu etkili oldu mu?
AB üyelerinin büyük çoğunluğunun NATO üyesi olduğu ve stratejik konularda aldıkları kararların çoğunda NATO’nun ve özellikle ABD’nin etkisinin bulunduğu bilinmektedir.
Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya gibi hem NATO hem de AB üyesi olan bazı ülkelerin elinde S-400’lerin bir önceki modeli olan S-300 savunma füzelerinin olmasından rahatsızlık duymayan ABD’nin ve bazı NATO ülkelerinin Türkiye’nin S-400 füzeleri almasına aşırı ölçüde tepki göstermelerinin, esas olarak Türkiye’yle o ülkeler arasında çıkar farklılıklarından kaynaklandığı anlaşılmaktadir
Türkiye’nin Patriot füzeleri alma talebine olumsuz cevap veren Amerika’nın şimdi S-400 füzelerinin alımına karşı çıkması açık bir çelişkidir. ‘”Türkiye’ye savunma füzesi satamayız, başka bir ülkeden almasına da karşı çıkarız” demek Türkiye’yi etkili bir savunma sisteminden mahrum bırakmayı amaçlamak anlamına gelir.
S-400 füzelerinin alımı gerekçesiyle Türkiye’nin F-35 uçakları programına katılmasının askıya alınması da büyük bir haksızlıktır. Türkiye’nin envanterine geçecek ve komuta ve kontrolü Türkiye’nin elinde olacak bir sistemin nasıl olup da F-35’lerin bütün sırlarına Rusya’nın ulaşmasını sağlayacağı, Pentagon’un son açıklamasında belirtildiği gibi bir Rus istihbarat platformu olarak kullanılacağı kamuoyunu ikna edecek şekilde açıklanmamıştır. F 35’ler konusunda NATO’nun caydırma gücünü de olumsuz etkileyecek bu yanlışın düzeltilmesi gerekmektedir.
*Türkiye Kıbrıs konusunda yeni bir adım atmalı mı? KKTC’nin Türkiye’ye doğrudan bağlanması gerektiğini öne sürenler var…
Kıbrıs’ta şimdiye kadar yürütülen müzakere süreci Rumların engellemeleri nedeniyle sonuç vermemiştir. Aynı yolda devam etmenin anlamı kalmamıştır. Türkiye’nin egemen ve bağımsız bir ülke olarak tanıdığı KKTC’nin diğer ülkeler tarafından da tanınması için çaba göstermesinin zamanı gelmiştir. İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw bile 1 Ekim 2017 tarihinde Independent gazetesine yazdığı makalede, mevcut sürecin sürdürülmesinin anlamsızlığına değinerek Kıbrıs’ın taksimini ve Kuzey Kıbrıs’ın ayrı bir devlet olarak tanınması gerektiğini savunmuştur.
*Doğu Akdeniz’de tam olarak paylaşılamayan nedir? Türkiye’nin çok açık haklı ve hukuki gerekçeleri olmasına rağmen tüm BATI ülkeleri neden Türkiye’yi karşısına aldı?
Sorun, Kıbrıs devletini kuran antlaşmaların iki toplumun egemen eşitliği temeline dayandığının Rum Yönetimi tarafından kabul edilmemesinden ve Rum yönetiminin dünya ülkeleri tarafından Kıbrıs’ın meşru devletiymiş gibi tanınmasından kaynaklanıyor. Eğer Rumlar Kıbrıs’ın tek meşru devletiyse niçin bunca yıldan beri yeni bir devlet yapısı kurmak için müzakereler yapılmıştır? Bazı Batı ülkelerinin Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklardan Türkiye’nin ve KKTC’nin pay almasının ekonomik ve stratejik dengeleri Türk tarafının lehine değiştirmesinden kaygı duydukları anlaşılmaktadır.
*KKTC, Rum yönetimine “ bir komisyon kuralım, birlikte çalışalım” önerisinde bulundu… Rumlar reddetti. Rumlar burada yine çözümsüzlüğü dayatarak bir sonuç elde edebilir mi?
Rumların tek başına Adanın etrafındaki sularda ekonomik bölge ilan ederek Amerikan ve diğer yabancı şirketlere petrol ve doğal gaz araştırma ruhsatı vermesi, bazı bölge ülkeleriyle ekonomik bölge sınırlarıyla ilgili antlaşmalar yapması hukuka aykırıdır O bölgede kendi şirketlerinin hidrokarbon kaynaklarını işleterek bundan kazanç sağlaması Amerika ve diğer bazı ülkelere önemli avantajlar sağlayacaktır. O nedenle bu ülkeler Rumları daha güçlü biçimde desteklemenin kendi çıkarlarına hizmet edeceğine inanmaktadır. Amerika’nın İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında başlatılan stratejik işbirliğini desteklemesinin esas sebebi de budur. ABD ve diğer büyük devletler tarafından desteklendiğini gören Rumlar Türklerle herhangi bir uzlaşmaya bu nedenle ihtiyaç duymamaktadır. Bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin ve KKTC’nin kendi hak ve çıkarlarını korumaktan başka seçeneği kalmamıştır. Türkiye’nin ABD’nin ve AB’nin baskılarına boyun eğmesi milli bir davadan geri adım atılması anlamına gelecektir.
*Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda Batı ile neredeyse her konuda ters düşmesi çok ciddi saflaşmaların zeminini hazırlıyor. Rusya-İran- Çin- Suriye bloku karşısında NATO ülkelerinin bilek güreşini izliyoruz. Türkiye bu kutuplaşmada “ulusal çıkarlarımızın gereği neyse onu yaparız” diyor… Sizce nasıl bir tutum izlenmeli…
Rusya ve onunla işbirliği yapan bazı başka ülkelerin NATO ile gerginlik yaşamaları bunların her konuda farklı politikalar izledikleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Nitekim Türkiye’nin Kıbrıs civarındaki sularda sondaj faaliyetlerine başlamasına bazı NATO ülkelerinin yanı sıra Rusya da tepki göstermiştir. Ayrıca, Rusya, NATO ülkeleri gibi PYD’yi terör örgütü olarak tanımamakta ve Türkiye’nin tutumuna ters düşmektedir.
Türkiye dış politika alanında Cumhuriyetin kurucu ayarlarına dönmeli, Atatürk’ün Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesine sahip çıkarak ulusal bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi kararlılıkla korumayı en önemli hedef saymalıdır.
S- 400 anlaşması için Erdoğan “tarihimizin en önemli anlaşmasıdır” dedi… NATO’ya rağmen alınmış önemli bir karar ancak “tarihin en önemli anlaşması” denilerek aşırı abartılmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP’nin neredeyse her konuda “yeni bir tarih” yazma, mevcut tarihimizi tahrip edip dönüştürme çabası sizin de dikkatinizi çekiyor mu?
Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını korumak için yapılan bütün antlaşmalar, atılan bütün adımlar önemlidir. Ancak Büyük Atatürk’ün “Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belge, Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseri” olarak tanımladığı Lozan Antlaşması ortadayken, ve Montreux gibi egemenliğimizi ve güvenliğimizi pekiştiren çok önemli antlaşmalar varken S-400 antlaşmasını “tarihimizin en önemli antlaşması” olarak tanımlamak gerçekçi olmaz.
Tarih yanılmaz. İleride tarihçilerin tarihimizi en doğru ve gerçekçi bir yaklaşımla yazacaklarına inanıyorum.
Saygılar, sevgiier.
Onur Öymen