Türkiye Cumhuriyetinde 2019-2023 dönemini kapsayan 11. Kalkınma Planı, 18 Temmuz 2019 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk kalkınma planı olan ve 15 yıllık bir perspektifle hazırlanan 11. Kalkınma Planı, her alanda bir değişim ve dönüşüm öngörmekte, Türkiye’nin “yüksek gelir grubu ülkeler” ile “en yüksek insani gelişmişlik seviyesindeki ülkeler” arasına girmesini amaçlamaktadır.
Amaç iyidir ama gerçekleşmesi mevcut büyüme hızıyla mümkün değildir. Tıpkı 2023 hedeflerinde olduğu gibi. Plan hazırlanırken iddialı 2023 hedeflerinin geçekleşmeyeceği geç te olsa anlaşılmıştır. Aşağıdaki grafikte ülkelerin 2019 yılındaki GSMH büyüme tahminleri verilmiştir. Türkiye sıralamada sondan ikincidir. Bu büyüme hızıyla 11. Plan hedeflerine ulaşmak mümkün değildir.
Türkiye ekonomisinin 2019 yılı büyüme hızı konusunda uluslararası kuruluşlar ardı ardına açıklama yapmaktadır. Bunlardan üyesi olduğumuz ve 1985-1990 döneminde OECD Daimi Temsilciğimizde görev yaptığım OECD, ekonominin Mart ayında yüzde 1,8 daralacağını açıklamış, 2 ay sonra bu oranı yüzde 2,6 daralma olarak revize etmiş, 2020 büyüme hızını da yüzde 3,2’den yüzde 1,6’ya düşürmüştür. Dünya Ekonomik Görünümü Güncellenmiş Raporunda IMF, 2019 yılında dünyanın ekonomik büyümesine ilişkin tahminini yüzde 3,7’den 3,5’e düşürmüştür.
Türkiye’de 2019’da GSYH 631.16 milyar dolara düşerse bu 2017’deki 851 milyar dolarlık GSYH’den 220 milyar dolar daha düşük bir gelir demektir. Böyle bir gelişme Türkiye’yi dünya GSYH büyüklüğü sıralamasında 1 ya da 2 sıra geriletir. IMF’nin Ocak 2019’da yayınlanan güncellenmiş tahminlerinde Türkiye ile ilgili yeni bir tahminde bulunmadığı için IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü Ekim 2018 veri setinde yer alan Türkiye ile ilgili 2019 beklentileri geçerlidir.
Fakat Ocak 2019 güncellemesinde Türkiye ile ilgili olarak, “Türkiye’nin, beklenenden daha derin bir daralma yaşayacağı tahmin ediliyor” deniyor. Bu tespitten çıkan sonuç sudur: IMF’nin 2019 beklentisi yüzde 0,4’lük bir büyüme olduğuna göre demek ki yüzde 0,4’den daha düşük bir oran beklenmektedir.
Her ne kadar Türkiye’de pek sevilmeseler de Fitch, 2019 için daha önce yüzde 0,6 büyüme öngörürken, bunu yüzde 1,1 daralmaya çevirmiş, Moodys ise 2019 yılında ekonominin yüzde 2’lik daralacağını açıklamıştır. 2018 Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program /YEP’ de 2019 büyüme tahmini yüzde 2,3’tür. Ekonomi Bakanlığı’nın tahmini de aynıdır.
Tablo: 1. Seçili Ülkelerin 2019 Yılı Büyüme Tahminleri
Kaynak:
Türkiye’nin plan döneminde “yüksek gelirli ülkeler” arasına girebilmesinin en önemli şartı, orta gelir tuzağından çıkmasıdır. Orta gelir tuzağı, kişi başına gelirin belirli bir aşamadan (10 bin dolar) öteye gidememesidir. Tanım olarak ülkedeki kişi başına gelirin belli bir seviyede takılıp kalması, yükselememesi, durgunluk haline gelmesi durumudur. Daha çok milli gelirlerini artıran gelişme yolunda olan ülkelerin milli gelir artışlarının ve dolayısıyla kişi başına milli gelirlerinin artmamaya başlaması, bir yerde tıkanması şeklinde ortaya çıkar.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), gelişen ekonomilerin orta gelir tuzağından korunmak için kalkınma modellerini yeniden değerlendirmelerinin gerekli olduğunu açıklamıştır: “Orta gelir tuzağından korunmaya çalışan gelişen ekonomilerin, ekonomik modellerini ve ekonomik büyümelerinin finansmanını sürdürülebilir kılacak yetenek ve altyapılarını yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor.” (Emerging economies need to rethink development model to escape middle-income trap, 25 April 2019
EBRD Baş ekonomisti Sergei Guriev, “Kendisini yeniden keşfedemeyen ülkeler, orta gelir tuzağına takılıyorlar. Sorunların çözümü için ortaya sadece para konulması orta gelir geçişinin başarılı olması için yeterli değil. Finansmanın kalitesi önemli bir rol oynuyor. Geniş çaplı sosyal konsensüs olmadan, büyüme artırıcı ekonomik politikaların teknolojik ve demografik değişimlerin ışığında sürdürülebilirliğinin sağlaması mümkün olmayabilir.” demiştir.
Bu tuzaktan çıkmak için mutlaka yapısal reformların zaman geçirilmeden uygulamaya geçirilmesi gerekir. Türkiye, 2019 yılında cari fiyatlarla 631 milyar dolar gelir ile dünya sıralamasında 20’ncidir. 10’ncu sıradaki Kanada’nın milli geliri ise 1,820 milyon dolardır. Türkiye bu plan döneminde mevcut büyüme hızıyla 1,189 milyon dolarlık gelir artışı sağlayamaz. Ayrıca Kanada ve üzerindeki ülkeler de yerinde saymayacaklar.
Türkiye, 2018 İnsani Gelişme Endeksi’nde 189 ülke arasında 8 sıra atlayarak 0,791 puanla 64’ncü sıraya çıkmıştır. İlk üçte Norveç (0.953), İsviçre (0,944) ve Avustralya (0.939) vardır. Daha sonra sırasıyla İrlanda, Almanya, İzlanda, Hong Kong, İsveç, Singapur ve Hollanda gelmektedir. Beş yıllık dönemde Türkiye’nin değil ilk 10 ülke arasına, ilk 20’ye bile girmesi mümkün değildir. Çünkü ilk sıradaki Norveç’in 0,953 değerine ulaşmamız için 2019 yılı itibariyle 162 puan daha almamız gerekir ki, bunun önümüzdeki 5 yılda gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir.
Tablo: 2. İnsani Gelişme Endeksi 2017
Kaynak:
- Kalkınma Plan’ında Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yılı olan 2023’te GSYH’nın 1 trilyon 80 milyar, kişi başına gelirin 12 bin 484 dolara yükseltilmesi, ihracatın ise 226,6 milyar dolara çıkarılması hedeflenmiştir. Bu hedefler, 2023 hedeflerinin gerçekleşmeyeceğinin göstergesidir. Çünkü 2023 hedefleri 2 trilyon dolar milli gelir, 25 bin dolar kişi başına gelir ve 500 milyar ihracat idi. Her üç hedeften sapma, yüzde yüzün üzerindedir. Sekiz yıllık dönemde bu kadar büyük sapma dünya rekorudur. Bu iddialı hedeflerin belirlenmesinden sonra hedeflere ulaşılamamasının sorumluluğu acaba kime aittir.
Kalkınma Plan’ında 2018 hedefleri, GSYH 1,3 trilyon dolar, kişi başına düşen gelir 16 bin dolar, ihracat 227 milyar dolardı. 2018 gerçekleşmesi ise çok farklıdır: GSYH 784 milyar dolar, kişi başına düşen gelir 9.682 dolar, ihracat 168 milyar dolar. Hedefler ile gerçekleşme arasındaki fark çok büyüktür. Hedeflere ulaşılamamasının sebepleri araştırılmadığı sürece ileriki yıllara ilişkin hedeflere güven sarsılacaktır.
IMF’nin Ekim 2018’de yayınladığı Küresel Ekonomik Görünüm verilerine göre 2019 yılında Türkiye’nin GSMH satın alma gücü bazında (GDP, PPP) 2 trilyon 372 milyar dolardır. Türkiye, satın alma gücü paritesiyle dünyanın en büyük 13’ncü ekonomisine sahiptir. Dolar (nominal) cinsinden GSMH’sı ise 631,1 milyar dolar olup 20’nci sıradadır. Kişi başına düşen gelir parasal olarak 7,615 dolar (86.sıra) iken satın alma paritesine göre 28 bin 815 dolardır. (59. sıra) Hesaplama 82,3 milyon nüfusa göre yapılmıştır. Yüksek değerler kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü bu değerler cari dolar cinsinden değil, satın alma gücü paritesine göredir. Gelişmeler aşığıda verilmiştir.
Tablo: 3. IMF’ye Göre Ülkelerin 2019 – 2023 Yıllarında Dolar ve Satın Alma Gücü Paritesine Göre Milli Gelirleri ile Nominal ve Satın Alma Gücü Paritesine Göre Kişi Başına Düşen Gelirleri
Kaynak: Projected GDP Ranking (2019-2023) International Monetary Fund World Economic Outlook (October – 2018) 02 Apr 2018 )
Şimdi, satın alma gücü paritesine göre değerlerin neden yüksek çıktığını açıklayalım. Yabancı ülkede bir ürünün fiyatını, ülkenin fiyatı ile karşılaştırırken para birimlerinin birbirine karşı değeri kullanılır. Fakat gerçekçi bir karşılaştırma yapabilmek için fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için reel bir karşılaştırma yapmayı sağlayan gösterge, satın alma gücü paritesidir. (SAGP) İngilizce “Purchasing Power Parity: PPP” olarak bilinen satın alma gücü paritesi, ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma güçlerini eşitleyen bir değişim oranıdır.
Parite, belirli bir mal ve hizmet sepetinin satın alınabilmesi için gereken ulusal para tutarlarının oranı olarak hesaplanır. ABD’de 1 litre süt için ödenen para ile Türkiye’de ödenen para üzerinden hesaplama yapılır. Böylece iki ülkenin parasının satın alma gücü hesaplanır. 1 litre sütün ABD’de 1,5 dolar, Türkiye’de ise 1 TL olduğunu varsayalım. ABD’de yaşayan ve yıllık geliri 10 bin dolar olan bir kişi, yılda yaklaşık 6,666 litre (10.000/1,5) süt alabilir. Aynı miktarda sütü bir Türk’ün alabilmesi için yıllık gelirinin 6,666 TL olması gerekir.
Eğer 1 dolar 5 liraya eşit ise, kişinin geliri 10.000/5 eşitliğinden 2 bin TL eder. Türk’ün ise 6,666/5 eşitliğinden ancak 1333 dolar geliri vardır. Eğer ABD’li Türkiye’ye gelip parasını TL’ye çevirirse bu para ile 50.000/1 eşitliğinden 50 bin litre süt alabilir. Fakat bir Türk ABD’ye gidip parasını dolara çevirdiğinde 1,333/1,5 eşitliğinden yaklaşık 888 litre süt alabilir. Satın alma gücü paritesi, bu iki kişinin gelirlerini kendi ülkelerinde harcadığı varsayımına göre hesaplanır.
ABD vatandaşı 10 bin dolarıyla, Türk vatandaşı ise 6,666 lirasıyla aynı miktarda süt alır. SAGP: Türkiye/ABD: 1/1,5 = 0,66 TL/dolar. ABD’de her 1 litre süt için 1,5 dolar ödenmesi gerekirken, Türkiye’de bunun için 0,66 TL ödenir. Mevcut gelir ile ABD’de ve Türkiye’de satın alınabilecek süt miktarı karşılaştırılır. Böylece bu oran kullanılarak, farklı para birimlerine dönüştürülen harcamalar, ülkeler arasında gerçekçi bir karşılaştırma yapılmasını sağlar.
Özetle belirtmek gerekirse, ülkelerin mal ve hizmet fiyat seviyeleri ile döviz kurları farklıdır. Milli gelirlerini reel olarak karşılaştırabilmek için ortak bir fiyat seviyesine ve döviz kuru gerekir ki, satın alma gücü paritesi bu işlevi sağlar. Türkiye’de TL karşılığı dolar kazanıp gelişmiş ülkede aynı mal ve hizmeti satın almaya kalkarsanız, daha az mal ve hizmet alırsınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Ocak 2019 tarihinde “Biz ülkemizi ve milletimizi bir üst lige çıkarmakta kararlıyız. İngilizlerin çok önemli bir kuruluşu açıklama yaptı. 2030 yılında Amerika üçüncü sıraya, Türkiye ise beşinci sıraya yükselecek” demiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atıfta bulunduğu kuruluşa göre Türkiye 2030 yılında dünyanın satın alma gücü paritesine göre Çin, Hindistan, ABD ve Endonezya’dan sonra beşinci büyük ekonomisine sahip ülke olacaktır: “These Could Be the World’s Biggest Economies by 2030, 8 Ocak 2019)
Tahmini yapan Standard Chartered 2030 yılında satın alma gücü paritesi döviz kurları ve nominal GSYİH’ya dayanarak, Hindistan’ın ABD’nin önünde (şimdi 1 numaralı) iki numara olacağını açıklamıştır. 20 Temmuz 2019 tarihli Economy Watch.com’s Econ Stats database’ye göre de Türkiye’nin SAGP’ne göre milli geliri 1,049.66 milyar dolardır. )
Tablo: 4. 2030 Yılında Milli Gelir Açısından Dünyanın İlk 10 Ülkesi (Satın Alma Gücü Paritesi Cinsinden)
Kaynak: Standard Chartered. Tahminler trilyon dolar olarak satın alma gücü paritesine göredir. )
Türkiye’yi 2020 ve 2030’da satın alma gücüne göre üst lige taşıyan raporda Standard Chartered’ın varsayımları gerçekçi değildir. Çünkü dolar kurunun 2019 sonunda 6.60 olacağı, 2020 sonunda 7 olduktan sonra 2021’de 4.1’e gerileyeceği, 2030 sonuna kadar enflasyonun yüzde 5’e ineceği varsayılmıştır. Bunlar çok kuvvetli varsayımlardır.
Bir gerçek şudur: 10. Kalkınma Planı’ndaki 2018 hedeflerine ulaşılamamıştır. 2023 için 2 trilyon dolar olan GSYH hedefi 1 trilyon 80 milyar dolara, 25 bin dolar olan kişi başı gelir hedefi 12 bin 244 dolara, 500 milyar dolar ihracat hedefi 226.6 milyar dolara çekilmiştir. 2018 için önceki planda GSYH’ın 1,3 trilyon dolar olması hedeflenirken gerçekleşme 784 milyar dolar, kişi başı gelirin 16 bin dolar olması hedeflenirken gerçekleşme 9 bin 683 dolar, ihracatın 227 milyar dolar olması hedeflenirken 168 milyar dolar, enflasyonun yüzde 4,5 olması hedeflenirken gerçekleşme yüzde 20,3 olmuştur.
Ekonomide enflasyon tek hanelere inmeden faizlerin düşmeyeceği gerçeğini tüm iktisatçılar bilir. Bunun nasıl düştüğünü ispatlayan iktisatçı Nobel Ekonomi Ödülünü alır. Keşke Türkiye’den böyle biri çıksa, lafla değil teorisiyle açıklasa, kitaplarını okuduğum ve öğrencilerime tavsiye ettiğim Tinbergen, Samuelson, Kuznets, Leontief, Myrdal, Hayek, Friedman, Meade, Schultz, Lewis, Klein, Tobin, Stigler, Modigliani, Buchanan, Solow, Lucas, Mundell, Stiglitz, Phelps, Krugman, Thaler gibi Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazansa, bundan memnun olmayan bir kişi çıkar mı? Bence kesinlikle çıkmaz.(https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/08/14/dolardaki-dalgalanma-ekonomik-istikrari-bozarsa-2023-hedeflerine-ulasilamaz/, 28.09.2018)
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partisinin, “Türkiye Hazır, Hedef 2023” adlı 12 yıllık seçim beyannamesini 16 Nisan 2011 tarihinde kamuoyuna açıklamıştır. Erdoğan, “GSYH 2015 yılında 1 trilyon 765 milyar dolara, 2019‘da 1 trilyon 486 milyar dolara, 2023’te 2 trilyon 64 milyar dolara ulaşacak. Kişi başına gelir 2019 yılında 18 bin, 2023 25 bin 76 dolara çıkartılacak. İhracat 2023’te 500 milyar dolara yükselecek” demiştir. (https://www.iha.com.tr/haber-basbakan-secim-beyannamesini-acikladi-169788/)
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu defa 8 Ekim 2015 tarihinde Tokyo’daki Türkiye-Japonya İş Forumu’nda gerçekleştirdiği konuşmasında da, “Cumhuriyetimizin 100.yılı 2023’te Türkiye’yi, kişi başına 25 bin dolar, toplamda 2 trilyon dolar gelire sahip 500 milyar dola ihracat yapan… bir ülke haline getirmeyi hedefliyoruz” diyerek 2023 hedeflerine atıfta bulunmuştur. ) O tarihlerde Türkiye ekonomisi derslerimde bunun sadece o günkü değil, tüm dönemi kapsayan yüksek büyümeyi sağlamadan ve enflasyon indirilmeden mümkün olamayacağını açıklamıştım.
AK Parti hükümeti Orta Vadeli Program (OVP) ile 2016-2018 döneminde kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası hazırlamıştır. Daha sonra Yeni Ekonomik Program (YEP) ile 2019-2021 yıllarını kapsayan 3 yıllık yeni bir program açıklayınca, YEP ile OVP’nin hedefleri arasında farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu durum, Türkiye ekonomisinde hedeflerin tutturulmasında büyük sıkıntı olduğunu o dönemde göstermişti.
Her 3 ayda bir Almanya’dan şahsıma gönderilen “Q u e s t i o n n a i r e WES Survey July 2018: Data requested for Turkey Code-No: 16001852 – 5032.8059.01, Ifo World Economic Survey, Nothhaft, Jasmin [[email protected]]” sualnamesini doldururken, 28 Eylül 2018 tarihinde bu duruma şöyle dikkati çekmiştim: “OVP ile YEP arasında kısa sürelerde ortaya çıkan farklılıkların sebebi, ya tahminler çeşitli nedenlerle çok olumlu senaryolara göre yapılmaktadır ya da tahminleri gerçekleştirenler bir hata yapmaktadırlar. Eğer son şık geçerli ise sayın Bakan’ın OVP’ın hazırlanmasında görev alanları ve bu tahmini yapanları sorgulaması gerekir.” )
Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Haziran 2017 tarihinde Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Bugün Türkiye ekonomik büyüklük bakımından dünyanın 17’nci, satın alma gücü bakımından ise 13’ncü büyük ekonomisidir. Açık konuşmak gerekirse bizim üstümüzde olan ülkelere baktığımızda, her iki kategoride de en az birkaç basamak daha yukarıda olmamız gerekiyor. En basitinden AB ülkeleri, ülkemin bulunduğu konumla onların aynı yerde olması mümkün değil. Oraları tanıyan, gören, bilen birisi olarak konuşuyorum. Öyle lafta ‘kişi başına düşen milli gelir budur’ demekle kişi başına düşen milli gelir o değil. Dolaştığınız zaman ülkeyi görürsünüz, hayat standardını görürsünüz. Bütün bunlara rağmen daha sistemli çalışarak, kayıtlarımızı daha ciddi tutarak, daha çok üretip ihraç ederek yakında asıl olmamız gereken sıralara da geleceğiz” demiştir. )
Sayın Cumhurbaşkanı bunları söylerken bir önceki yıldaki duruma bakalım. Satın alma gücü paritesine göre milli geliri 1.927 milyar dolar olan Türkiye 13’ncü sırada yer alıyordu. Türkiye’de SGP’ye göre kişi başına düşen GSYH 24,243 dolarken, cari fiyatlarla hesaplandığında miktar 10,787 dolara düşüyordu. 2016’da Türkiye’de SAGP’ne göre kişi başına düşen gelir sıralamasında 49’ncu, cari fiyatla ise 58’nci sırada yer almıştı.
Tablo: 5. 2016 Yılında Kişi Başına Düşen Gelir: Cari Fiyatlarla ve SAGP’ne Göre
Cumhurbaşkanı “… bizim üstümüzde olan ülkelere baktığımızda, her iki kategoride de en az birkaç basamak daha yukarıda olmamız gerekiyor” demiştir ama birkaç basamak ne anlama gelmektedir? Dünya Bankası 2020 yılı için ülke gelir sınıflamalarını (basamaklarını) 1 Temmuz 2019 tarihinde yenileyerek dünya ekonomilerini “yüksek”, “üst orta”, “alt orta” ve “düşük” olmak üzere dört gruba ayırmıştır. (The World Bank classifies the world’s economies into four income groups GNI, GNI per capita, GDP, GDP PPP, Population. World Bank’s Open Data Catalog. [email protected]. New country classifications by income level: 2019-2020 World Bank Data Team July 01, 2019)
Sınıflandırma, 1 Temmuz’da her yıl güncellenmektedir. Sınıflandırma Atlas yöntemine göre hesaplanan kişi başına düşen GSMH’ya (dolar) dayanır. Sınıflandırmada büyük ölçüde ekonomik büyüme, enflasyon, döviz kurları ile nüfusla değişebilen ülkenin kişi başına GSMH’sı esas alınır. Ulusal hesap yöntemlerinde ve verilerinde yapılan revizyonlar kişi başına düşen GSYİH’yi etkileyebilir.
Sınıflandırma eşiği, yıllık olarak SDR deflatörü kullanılarak enflasyona göre ayarlanır. Dünya Bankası’nın mali yılı başında (Temmuz) yeni eşikler belirlenir, tahminlerde yapılacak revizyonlar gözetilmeksizin 12 ay boyunca sabit kalır. Gelir sınıflandırması için eşikler, geçen yıl SDR enflasyonu nedeniyle artmıştır. 1 Temmuz 2019’dan itibaren gelir sınıflamasına ilişkin eski ve yeni eşikler şöyledir: )
Eşikler Temmuz 2019/dolar Temmuz 2018/dolar
Düşük gelir < 1,025 < 995
Düşük Orta Gelir 1,026-3,995 996-3,895
Orta Yüksek Gelir 3,996-12,375 3,896-12,055
Yüksek Gelir >12,375 >12,055
Yeni sınıflamayla Komorlar, Gürcistan, Kosovo, Senegal, Sri Lanka, Zimbabwe ve Arjantin’in sınıfları değişmiştir. Bu ülkelerden Arjantin hariç hepsi bir üst sınıfa geçerken Arjantin yüksek gelir grubundan (13.040) orta üst gelir grubuna düşmüştür. (12,370) Dünya Bankası sınıflamasında düşük gelirli 30 ülke (1,025 ve aşağısı), Düşük Orta Gelirli 47 ülke (1,026 – $3,995), Orta Yüksek Gelirli 60 ülke (3,996 -12,375), Yüksek Gelirli 80 ülke vardır. (12,376 ve yukarısı) Türkiye Orta Yüksek Gelirli ülkeler arasındadır.
Tablo: 6. 2018 Yılında İlk 18 ve 19 Ülkenin Milli Gelirleri
Tablo: 7. 2018 Yılında İlk 13 Ülkenin Satın Alma Gücü Paritesine Göre Milli Gelirleri
Tablo: 8. 2018 Yılında İlk 68 ve 13 Ülkenin Nominal ve Satın Alma Gücü Paritesine Göre Kişi Başına Milli Gelirleri
Yukarıda yaptığım değerlendirmeleri okurların takdirine bırakmadan önce Massachusetts Institute of Technology’de öğretim üyesi olan ve dünyada en çok alıntı yapılan 10 iktisatçı arasında gösterilen Prof. Dr. Daron Acemoğlu, 31 Mayıs 2019 tarihinde Agos gazetesine verdiği demeçte Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. “Büyük ihtimalle henüz en kötü kısmı başlamadı” diyerek şunları eklemiştir:
- Devlet harcamalarında ve kredilerde ekonominin ihtiyacının ötesinde bir genişleme olmuştur. Cari işlem açığı ve liranın değerinin düşmesi, bunun sonuçlarıdır.
- Kamu maliyesinin durumu daha da sorunlu; orada durum, kamu kuruluşları aracılığıyla verilen örtük garantiler nedeniyle göründüğünden bile kötü olabilir.
- Her şey sağlıksız ve çok riskli görünüyor. Büyük ihtimalle henüz en kötü kısmı başlamadı.
- Yerel seçimler yaklaşırken hükümet çok harcama yaptı ve devlet bankaları kredileri genişletti. O kadar ki, özel bankaların uyguladığı sıkı politika, devlet bankalarının kredilerindeki artış nedeniyle reel sektörü etkilemedi. Fakat bu geçici bir durum.
- Kredi genişlemesi durduğunda, ki eninde sonunda bu olacak, özellikle inşaat sektöründeki birçok şirketin bilançosundaki sorunların ne kadar derin olduğu ortaya çıkacak.
- O noktada Türkiye’nin orta ölçekli mi yoksa büyük bir sorunla mı karşı karşıya olduğu daha kolay görülebilecek (sorunun küçük olması ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu varsayabiliriz).
- Orta ölçekli bir sorunla, yabancı sermaye girişleriyle baş edilebilirdi. Fakat şimdi, Türkiye siyasetine ve ekonomisine yönelik güven dibe vurmuşken, bu ihtimal çok düşük. )
Acemoğlu’nun Bloomberg HT’de 28 Haziran 2019 tarihinde yayınlanan programdaki görüşleri ise satır başlıklarıyla aşağıdadır.
- Durgunluk artık kolay kolay gidecek gibi değil, bunu aşabilmek için de hem piyasa hem bankacılık ve borçluluk konusunda gerçekten radikal sonuçlar getirebilecek reformlara gerek var.
- Tasarruf açığı bir problem çünkü daha fazla yatırımda ve daha doğru yatırımda bulunmamız lazım. Ama ekonominin çok daha derin problemleri var.
- Daha derin problemlerin bir bölümü orta vadeli bir bölümü kısa vadeli. Yani kısa zamanda ileri gitmek için adım atmamız lazım. Orta vadeli problemler ekonominin kurumsal çökmesiyle ilgili.
- Yargı kurumlarının kötüleşmesi, yolsuzlukların denetlenmesinin kötü duruma gitmesi, verimliliği artıracak teknolojik adım atılmaması, iş gücü kalitesinin artmaması özellikle eğitim gibi önemli alanlarda doğru yatırımda bulunmamamızdan kaynaklanan şeyler.
- Bunları çözmek için derin radikal reformlara ihtiyaç var. Kısa vadede ise sorunlar bilançolarda, bankacılıkta ve bunun sonucu olarak hükümet bütçesindeki açıklardan kaynaklı. Yani yeniden yapılanma ve daha doğru tarafa gidilebilmek için bu açıkların kapatılması lazım.
- İstihdam olmamasının en büyük nedeni kimsenin tembel olmasından değil, yatırımlarımızın verimliliği artırmaması ve eğitim sistemimizin doğru nitelikleri vermemesinden kaynaklanıyor.
- Eğer okullarımızda yanlış bilgi verirsek tabii istihdam yaratmakta da zorlanırız.
- 2002 – 2007 döneminde Türkiye’nin büyümesi verimliliği artırarak oldu. Yani her koyduğumuz kaynağı daha iyi kullanıp büyümeyi başardık. Son 10 sene içinde verimlilik artışı yok.
- Üretkenliği artıramadığımız için enflasyonlu, cari açıklı, bütçe açıklı bir yere geldik. Enflasyonu düşüreceğiz diye fiyat artışını zorla durduralım derseniz daha kötü olur.
- Yapılması gereken üretkenliği artırmak, bütçe açığını ortadan kaldırmak. Doğru yapısal problemlerle bir an önce ilgilenmemiz lazım.
- Bir tek borçluluk problemini yetmez, daha iyi yargı, daha iyi bürokrasi, daha iyi teknoloji ve daha iyi demokrasiye ihtiyaç var. (https://www.youtube.com/watch?v=djk9p_KF_Q4,
Yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında İstanbul Milletvekili İlhan Kesici’nin TBMM’de 11. Plan ile ilgili konuşmasındaki “Şimdiki hâliyle plan var ama planı yapacak olan teşkilatı yoktur” tespitine eski bir DPT mensubu olarak aynen katılıyorum. Fakat, Devlet Planlama Teşkilatı’nda 1982-1985 yıllarında, 1985 sonrasında Paris ve Brüksel’de DPT adına OECD ve AB Nezdindeki Daimi Temsilciliklerimizde görev yaptığımız ve 1994 Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde (Eskişehir ve İstanbul) aday olarak aynı kaderi paylaştığımız sevgili Kesici’nin ”…özellikle özel ihtisas komisyonlarından -yaklaşık iki yıldır herhâlde 3 binden fazla– kamu sektörü, özel sektör, akademi dünyası, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarından bu çalışmalara iştirak etmiş olan arkadaşlarımıza teşekkürlerimi ve şükranlarımı ifade etmek istiyorum” tespiti üzerine bir açıklama yapmak istiyorum.
Plan özel ihtisas komisyonu çalışmaları kapsamında Avrupa Birliği konusunda özel ihtisas komisyonu kurulmadığını görünce, böyle bir komisyonun kurulmasının yararlı olacağına ilişkin girişimlerime başta olumlu görüş bildirilmesine rağmen, daha sonra “Avrupa Birliği Özel İhtisas Komisyonu” kurulmama kararı alınmıştır. AK Parti’nin 2023 hedefleri kapsamında Başbakan Erdoğan’ın “Hedef 2023” temalı seçim beyannamesindeki “ Bazı Avrupa ülkelerinin haksız hamlelerine rağmen AK Parti AB’ye girmek için çalışmaya devam edeceğiz” açıklamasına rağmen komisyonun oluşturulmamasını, DPT AET Dairesini 1982 yılında kuran biri olarak “AB ile ilişkilere önem verilmeyeceğinin göstergesi” olarak algıladım.
Avrupa Birliği Bakanlığı’na ihtiyaç duyulmaması üzerine bu kanım kuvvetlenmiştir. AB’ye daha sonra katılan tüm ülkelerde AB Bakanlığı vardır ve müzakere sürecinde bu bakanlık kapatılmamıştır. Bunun sebebi Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye uyguladığı çifte standartlara tepki olmamalıdır. Avrupa Birliği Türkiye aday değilmiş gibi Türkiye’ye Bobon kriterleri (Bo Bizden Olanlar, Bon Bizden OlmayaNlar) uygulamaktadır. Bu tutumu sebebiyle Devlet Bahçeli Avrupa Birliği’ne tepki göstererek “Yol ayrımına gelinmiştir. AB’nin Doğu Akdeniz’de ne işi vardır; bu alanda ne hakla, hangi yetkiyle söz söyleyebilmektedir?” derken haklı olabilir. Fakat Namık Kemal’in “Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar” (fikirlerin çatışmasından hakikat güneşi doğar) görüşünü yok sayamayız.
Kalkınma Planı 2023 yılını da kapsamaktadır. Plan’da Atatürk’e, kurduğu cumhuriyete, devrimlerine bir tek satır yer verilmemiştir. Plan döneminde Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağız. Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk’e değinilmemesi dikkat çekicidir. Şu bir gerçek ki, 30 Ağustos zaferi kazanılmasaydı, Lozan Anlaşması imzalanıp Cumhuriyet kurulmasaydı, 11. Kalkınma Planı diye bir plan bu topraklarda yapılamayacaktı. Bu gerçeği bilmeyenlere hatırlatmakta yarar görüyorum. Kendini Türk olarak kabul etmeyenler için zaten söylenecek söz yoktur.
Kalkınma Planı’nda 1923 İzmir İktisat Kongresi’nden söz edilmemesi de dikkat çekicidir. Kongre, siyasi bağımsızlık için şart olan ekonomik bağımsızlığın nasıl sağlanacağının belirlenmesi için yapılmıştır. Kongre’de alınan kararların çoğu o günkü zor şartlarda uygulanmıştır. İzmir İktisat Kongresi ile başlayan bir fikri gelişmenin oluşması, ekonomik envanterlerin belirlenmesi, model arayışları ve belli ölçüde uygulamaya başlama dönemidir. Bu dönemde ekonominin sahip oldukları ve olmadıkları belirlenmiş, ekonomik hedefler ortaya konulmuştur.
İzmir İktisat Kongresi, daha Cumhuriyet ilan edilmeden 17 Şubat 1923 günü Manisa temsilcisi Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof’un katılımları ile başlamıştır. Kongre, yeni Türkiye’nin İktisat Politikasını belirlemek amacıyla toplanmıştır.
Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasında, “Yeni Türkiye’mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü; zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir. Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmamışlarsa, meydana gelen zaferler devamlı olamaz. Ekonomi demek, her şey demektir, yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne lazımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir” demiştir. 1923 İzmir İktisat Kongresi sonrasında devletin düzenlediği resmi üç İktisat Kongresi’ne bildiri sunarak katılan tek öğretim üyesi olarak, bu duruma da dikkat çekmek istedim.
Bir yanıt yazın