Kanal İstanbul, Çin Kolonisi mi Olacak?
Alaeddin Yalçınkaya
Çin’in dışarda yayılmacı, istilacı, içerde ise başta Uygurlara olmak üzere asimilasyon politikasını her fırsatta gündeme getirmek beni de yormuştur. ABD’nin başta evanjelist ve emperyalist, politikalarına karşı direnç noktası olarak Çin’i göremediğim eleştirilerini alıyorum. Trump’ın içten gelen homurdanmalarından da okunacağı gibi ABD’nin küresel despotluğuna karşı “tehlikelerin” başında Çin bulunmaktadır.
Çin’in, İran yaptırımlarında olduğu gibi ABD tekdünyacılığına karşı duvar fonksiyonunu güçlendirmesi diğer ülkeler için bir anlamda şanstır. Rusya, AB ve diğer güçleri de unutmamak gerek. Hatta S-400 konusunda olduğu gibi Türkiye’nin kararlılığı karşısında ABD’nin geri sipere çekilmesi önemlidir. Ancak bu konuda herşeyin sütliman olduğu, uluslararası ilişkilerin doğasıyla bağdaşmaz. Kadir Has Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımızın araştırmasına göre, geçen yıl Türkiye için en büyük tehdit olarak ABD yüzdesi 60’2 iken bugün 81.3’e yükselmiştir. Halkımızın bu algısı son derece gerçekçidir.
ABD veya Avrupa ülkelerinin uluslararası ilişkiler aktör vasfı bulunmakla beraber küresel sermayenin gücü her fırsatta öne çıkmaktadır. Önde gelen şirketler, bankalar, medya kuruluşları sonucu belirlemede etkilidir. Bu bağlamda yükselen Çin’in önemli ölçüde Rostchild projesi olduğu bir gerçektir. Kuşak-Yol projesinin de bu aileye dayandığı bilinmektedir. Dolayısıyla filler boğuşurken/boğuşturulurken çayırın ezildiği, küçük güçlerin veya örneğin petrol denizi üzerinde yaşayan Uygurlar gibi ateş hattındakilerin hedef alındığı da unutulmamalıdır. Filler kavga ederken ceylanların güvenle otlayabildikleri de bilinmektedir. Büyük güçleri çatıştırırken ülkesi lehine en kârlı dengeyi kurabilen politik dehalar da vardır.
Kanal İstanbul projesinin Montrö’yü delmesi, çevre felaketi ve maliyet çıkmazı başta olmak üzere tehlikeli sonuçları bilinmektedir. Projeyi televizyonlarda savunanlar dahil konuyla ilgili olan hiçbir uzmanın bunu inanarak desteklediğini görmedim. “Bu konuda karar verilmiş, o halde projede yer almak gerek” diyenlere rastladık. Sorumlu bir bürokrata “İstanbul, bize peygamberin emaneti, Boğazları korumak gerek” saçmalamasının anlamını sordum. Gemi kazalarından kurtulmak gerektiğini söyledi. Halbuki Boğazlar gemilerle güzelleşirken kazalar açık denizdekiler kadar azalmış durumdadır. Bununla beraber belli yaş ve tonajın üstündekiler için römorkör zorunluluğu getirmek Türkiye’nin inisiyatifindedir.
Ülkemizin ekonomik sıkıntıları, geleceğimizi bir bakıma esir alan geçiş garantili projelerin kamu maliyesini tehdit etmesi, bu çılgın projenin rafa kaldırıldığı anlamına gelmekteydi. Belirtelim ki geçiş garantili projeler, yeterli geçiş olmadığında sadece kamu bütçesine zarar vermiyor, fakat vatandaştan alınan ücretlerin ülke dışına aktarılması ekonominin yıllarca kan kaybedeceği anlamına geliyor. Bunun yerine çok daha makul ve hesaplı finansal alternatifler bulunmaktadır.
Kanal İstanbul çılgınlığı konusunda biribirinden önemli üç engelden birinin maliyet-kazanç arasındaki hesapsızlık olduğu ortadadır. Buna karşın sözkonusu projede Çin ile işbirliği yapılacağına dair açıklamaları dehşetle karşıladım. Çünkü ilgili bürokratlar, gemilerden alınacak ücretlerin projeyi amorti etmesinin yarım asrı alacağı hedabına karşın burada 500 binlik şehir kurulacağını söylemişlerdi. İstanbul’da bir milyon konut stoku olduğunun hatırlatılması üzerine bu konutların yabancılara, Arap şeyhlerine satılabileceği, böylece önemli miktarda döviz geleceği ima edilmişti. Şimdi ortaya çıkan ise burada bir Çin kolonisinin hazırlığı yapıldığıdır. Ödemeler dengesinin kısa ve orta vadedeki sorunları dikkate alındığında Çin’in gözü kapalı vereceği mesela 30 milyar doların son derece önemli olduğu bir gerçektir. Bununla beraber Asya’da, Afrika’da, Uzak Doğu ülkelerinde, hatta ABD’de hızla çoğalan kolonilere yerleşen Çinli bir daha geri gitmemektedir. Bu tür alanlar hızla genişlemektedir. Arap 10 alır, bir gelir. Ancak Çinli bir alır 10 gelir. Bir Çinlinin gelmesi, birkaç yıl için 10’a katlanması demektir. Olabildiğince fazla Çinliyi başka ülke vatandaşı yapmak Çin’in ilan edilmiş resmi politikasıdır. Daha da vahimi diyasporadakilerin Çin ekonomisinin ihracat acentaları haline gelmesidir. Yani ülkemize yerleşecek her Çinlinin mevcut fabrikaların kapanması, işsizler ordusunun büyümesi yönünde çarpan etkisi olacaktır.
Çin’e kiraz ihracatı konusunda sorunların çözüldüğünü, 26.000 dolarlık ihracat yapıldığını yetkililer sevinçle açıkladırlar. Halbuki bu rakam bize satılanın milyonda biridir. Belki seneye bu senekinin 10 katı kiraz satabiliriz. Ancak tekstil, inşaat, mobilya, kırtasiye, oyuncak ve diğer sektörlerde kapanan fabrikalar, milyonlarca işsizlerin bir numaralı sorumlusu her delikten fışkıran Çin gerçeği olduğu halde gülünç rakamlarla teselli olmak veya günümüzü kurtarmak üzere İstanbul’da veya Adana limanında, yahut başka bir yerde Çin kolonisine sıcak bakmayı tarih affetmeyecektir. Belirtmek gerekir ki Türkiye’nin ihracat sorunu yoktur, üretim ve maliyet problem vardır. Bunun temelinde de hesapsız vergiler bulunmaktadır.
Türkiye’nin ABD, AB, NATO, Rusya ile olduğu gibi Çin ile de karşılıklı çıkar esasına dayalı, dostluk ve işbirliği ilişkilerini sürdürmesi gereklidir. Bu listeye komşu ve diğer Orta Doğu ülkelerini de özellikle ekleyelim. Ancak bu ilişkiler, ülkemizin sömürülmesi, ekonominin çökertilmesi aşamasına gelmiş ise alınması gereken tedbirler vardır. Kırgızistan’dan Polonya’ya “Yeni İpek Yolu”, Bakü merkezli “TRACECA” adıyla, yirmi yıl önce faaliyete geçti, adı kondu ve tıkır tıkır işlemektedir. İhtiyaçlara göre yollar, limanlar, köprüler genişletilecektir. Bu gerçekler ortada iken Kuşak-Yol adıyla ülkemizi de Çin kolonizasyonuna açmanın izahı yoktur.
Uygur Türkleri konusunda Türkiye’den bir heyet yanında ülkemizdeki Doğu Türkistanlılar, öğrenciler, gazeteciler, araştırmacılar istediği zaman gidebilmeli, herşeyi yerinde görebilmelidir. Oradaki soydaşlarımız da istediği zaman Türkiye’ye gelebilmelidir. Dış Türkler Başkanlığı’nın Doğu Türkistan’dan öğrenci getirmesi konusundaki duvarlar ve yıllar önce gelen öğrencilerin/ailelerinin yaşadıkları zulümlerden destanlar çıkar. Sadece belirli yerleri ziyaret edecek heyet, bu zulmün fuzuli propagandacıları olacaktır. Gerçekten de söylentilerin aksine Abdurrahim Heyit’in öldürülmediği kesinleşmiştir. Fakat 28 saniyelik görüntü, ölümden beter hayat şartları içinde olduğunun delilidir. Halen milyonlarca Uygur gibi Heyit’in de hangi kampta ve niçin tutulduğunun izahı yoktur. Bunu gündeme getirmek ABD tekdünyacılığına çanak tutmak değildir. Belki de CIA, tarihi Büyük Oyun stratejisinde olduğu gibi, görünüşte Uygurları savunarak gerçekte jeopolitik bakımdan en kritik bölgede yaşayan bu Müslüman Türk nüfusun yok edilmesi senaryosunu başarıyla uygulamaktadır. Bu başarının en önemli ayakları ise “ama CIA” cümlesiyle söze başlayan sözkonusu oyunun fuzuli piyonlarıdır.
Öncevatan, 10.07.2019
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın