Demokratik seçimle işbaşına gelen Muhammed Mursi’nin başına gelenleri tasvip etmek elbette mümkün değil.
Hele hele dün (17.06.2019) itibarıyla yargılandığı mahkeme salonunda fenalaşarak ölmesi, çok üzücü.
Kendisine Allah’tan rahmetler diliyorum.
Ancak Mısır’da olanlar Mısır’ın iç işidir.
Bu sebeple Türkiye’nin, Mısır’la ilişkilerini kopartacak derecede Mısır’ın iç işlerine müdahil olması ve yöneticilerimizin, Mısır yöneticileri hakkında ileri geri değerlendirmeler yapmaları doğru değildir.
Çünkü bizim için ülke ve devlet olarak Mısır, Muhammed Mursi’den çok daha önemlidir.
Devlet, duygusallıkla değil, akıl ve bilgi ile yönetilir.
Ülkelerle olan ikili ilişkiler kişilerle değil, ülkelerin karşılıklı menfaatleri gözetilerek kurulur.
Bu noktada Cumhurbaşkanının, Mursi’nin vefatı üzerine sosyal medya hesabından yapmış olduğu “Mısır’ın demokratik seçimle göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı, kardeşim Muhammed Mursi’nin vefat ettiği haberini teessürle öğrendim. Tarihin en büyük demokrasi mücadelelerinden birini veren şehit Muhammed Mursi’ye Allah’tan rahmet diliyorum.” anlamındaki Arapça paylaşımı görünce ve Diyanet’in bugün Türkiye sathındaki bütün camilerde Mursi için “Gıyabi” cenaze namazı kılınacağını duyunca zihnim, ister istemez tarihe, bundan 5 asır öncesine gitti.
Hadım Sinan Paşa, Yavuz Sultan Selim Han’ın çok sevdiği ve fikirlerine değer verdiği, bu sebeple kendisine sadrazam tayin ettiği devlet adamlarındandır.
Mısır’ın fethi kapsamında yapılan Ridaniye Meydan Savaşı (1517) sırasında şehid olmuştur. Sayıları birkaç yüz civarında olan ve Yavuz Sultan Selim Han’ı katletme amacıyla Osmanlı merkez karargahına saldıran, özel eğitimli gözü pek Memlük askerlerince çadırına yapılan saldırı sonucunda diğer birçok görevliyle birlikte şehit edilmiştir.
Yani bir anlamda Sinan Paşa, kendisini devletine ve Padişahına feda etmiş bir devlet adamıdır.
Padişahsa bunun farkında olarak, Sinan Paşa’nın şehadeti üzerine “Mısır’ı aldık ama Sinan’ı kaybettik..” diyerek bu büyük devlet adamının arkasından hem üzüntüsü dile getirmiş, hem de ona verdiği değeri ortaya koymuştur.
Yani Yavuz Sultan Selim, Sinan Paşa’nın, neredeyse bütün bir Mısır’dan çok daha kıymetli olduğunu ortaya koymuştur bu sözleriyle.
Bizce de öyledir; zira “bazen bir nal bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit ise bir devleti kurtarabilir” demiştir ecdat.
Çünkü, Sinan Paşa, öncü kuvvet olarak gitmiştir Mısır’a.
Güneydoğu bölgemizden başlayarak Suriye topraklarını Memlüklerden temizlemiş ve böylece Ordu’nun Mısır yolunu açarak Mısır’ın fethine zemin hazırlamıştır.
Yaşasaydı, belki de Osmanlı Ordusu, Mısır’dan sonra Afrika içlerine ve Kuzey Afrika’nın batı kıyılarına kadar sarkacaktı.
Bütün bunlar için Osmanlı, Kanuni Sultan Süleyman padişah olmasını, Hızır ve Oruç Reislerin Osmanlı’nın hizmetine girmesini bekleyecektir.
Yani devletiniz ne kadar güçlü olursa olsun ve siz ne kadar büyük devlet adamı olursanız olun, kazanma ve kaybetme her zaman yaşanabilir.
Bu, normaldir.
Bugün neredeyse dünyanın tek süper gücü olan ABD’nin de kaybettiği zamanlar olmuyor mu sanki?
Ancak sürekli kaybederseniz işte o zaman problemdir.
Bakın bundan 5 asır önce Türkiyemiz, izlemiş olduğu doğru politikalar ve öngörü sahibi devlet adamları sayesinde büyük devlet adamı Sinan Paşa’yı kaybetmiştir ama büsbütün Mısır’ı ve Mısır’a bağlı olan Hicaz’ı ve Orta Doğu coğrafyasının önemli bir bölümünü kazanmıştır.
Bugün izlenen yanlış politikalar sayesinde ise hem tekmil Mısır’ı kaybetmiş, hem de onun etkisindeki diğer Arap ülkelerini kaybetmiştir.
Hatta Suudi Arabistan’ı, Suriye’yi ve birçok körfez ülkesini bile yitirmiştir Türkiye.
İlginçtir; bizimle olan ilişkilerini asgariye indiren Suudi Arabistan, Arap dünyasının başına bela olan İsrail ile olan ilişkilerini, tarihinde olmadık şekilde arttırmış, bu ikilinin yanına Arap dünyasının en güçlü ülkesi konumundaki Mısır’da eklenmiştir.
Hani şu bizim elimizden kayıp giden Mısır demek istiyoruz.
Bir zamanlar neredeyse Filistin ve İsrail arasında arabulucu pozisyonuna gelen Türkiye’ye, yardımlarımıza muhtaç olan Gazzeliler dışında Filistinliler bile güvenmiyor neredeyse.
Şimdi bekleyin ki; İhvan Mısır’da tekrar iktidara gelsin ve Mısır’la ilişkilerimiz tekrar rayına girsin.
Bekleyin bekleyin; belki oluşur böyle bir siyasi ortam!
Belli kişilere ve belli düşüncelere bağlanarak dış politika yapmanın yanlış olduğunu ve dış politikada temel olanın ülkemizin ve milletimizin menfaatleri olduğunu ne zaman kabulleneceksiniz acaba?
Muhammet Mursi yönetimine olan sempatinizi Demokratik yoldan iktidara gelmelerine bağlıyorsunuz, anladık da peki Ömer El-Beşir yönetimine olan sempatinizi nasıl açıklamak gerekiyor?
Bakın diktatör Ömer El-Beşir, başka diktatörlerce iktidardan uzaklaştırıldı ve haliyle Sudan da neredeyse elimizden çıkmak üzere!
Bir zamanlar ne güzel hayallerimiz vardı bizim.
Hatta Sudan’a ait Sevakin adasını ele geçirerek neredeyse Kızıldeniz’deki deniz trafiğini kontrol etmeyi hayal edenlerimiz bile vardı.
Somali, Etiyopya, Cibuti ve Katar gibi ülkelerle olan ilişkilerimizi bile bu stratejik noktalarda Türkiye’nin bir koçbaşı elde ettiği şeklinde açıklayan yazılar yazan ve yorumlar yapan stratejistler oldu bu ülkede.
Gerçi bütün bunları hangi vatansever Türk istemez ki?
Gelin görün ki; bizim bu ülkelerle olan ilişkilerimiz, genelde devletler arası ilişkilerden çok, kişiler arası ilişkiler üzerinden yürütüldüğü için nedense hep akamete uğramıştır.
Umarım mevcut Katar Emiri, daha uzun yıllar iktidarda kalır da hiç değilse Katar’la olan iyi ilişkilerimiz devam eder.
İster misiniz, UEFA Eski Başkanı Michel Platini hakkında çıkan, 2022 Dünya Kupası maçlarının Katar’da oynanması karşılığında Katar hükümetinden rüşvet aldığı şeklindeki iddialar ve adı geçenin söz konusu gerekçe ile göz altına alınması, Katar Emiri Şeyh Temim’in iktidardan uzaklaştırılmasına kadar vardırılsın!
KKTC Bizim Neyimiz; Anamız mı Yavrumuz mu?
Bir dostumu iki gündür telefonla arıyor, ancak ulaşamıyordum.
Whatsapp üzerinden haberleşerek öğrendim ki; Kıbrıs’taymış!
Cevap verdi; burada telefonlar çekmiyor!
Daha doğrusu Türkiye’deki hatların KKTC’de kullanılamadığını söyledi!
Sanırım KKTC yurtdışı sayılıyor ve Türkiye’deki hatları KKTC’de kullanabilmek için hattınızı yurtdışı görüşmelere açtırmanız gerekiyor.
İşte size bir dış politika yanlışı daha!
KKTC bizim Türkiye’deki GSM operatörleri için deniz aşırı ve yabancı bir ülke konumunda hâlâ.
Peki aynı şey Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında da söz konusu mudur?
Belki.
Şimdi sormak gerekiyor, madem KKTC’ye sadece nüfus hüviyet cüzdanımızla gidebiliyoruz da Türkiye’deki hatlarımız KKTC’de neden devre dışı kalıyor?
Bir de kalkmışsınız, “Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz sondajı yapıyoruz” diyerek, “Oradan çekilin” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a “Avucunu yalarsın” ve “Kıbrıslı soydaşlarımızın haklarını kimseye yedirmeyiz” diyerek, henüz Kerkük’te bayram namazı kılma sözünü bile gerçekleştiremeyen Bahçeli’nin ayranını kabartıp, kendisini “Dev uyanmakla kalmadı, zulmün bekçilerine kafa tutmaya başladı” şeklinde açıklamalar yapmak durumunda bırakıyorsunuz.
Bana kalırsa Türkiye, sadece Türkiye’deki GSM hatlarını KKTC’de de iç hat olarak kullanılacak pozisyona getirmekle yetinmemeli, denizin altından Türkiye ile KKTC arasında, tıpkı Marmaray ve Avrasya tüneli benzeri bir tüp geçit inşa ederek adayı karayolundan da Türkiye’ye bağlamalıdır.
Vaktiyle Sokollu Mehmet Paşa, nasıl ki; Don ve Volga nehirlerini, ayrıca Kızıldeniz ile Akdeniz’i, yapılacak kanallarla birbirine bağlama projesini gündeme getirmişse ben de Anamur ile Girne arasında bir tüp geçit öneriyorum arkadaş!
Projeme sakın kimseler sahip çıkmaya kalkışmasın diye bakın tarihe not düşüyorum…
Peki bu iki Kıbrıs haritası neden farklı?
Biz, Kıbrıs’ın İskenderun körfezine bir top namlusu gibi sokulan uç tarafını Rumlara mı bıraktık efendiler?
Kıbrıs haritasını böyle çizen Rumlara ve Yunanistan’a nota verdik mi?’
Bu tür haritalar nereden çıkıyor böyle?
18.06.2019
Ömer Sağlam