Buna göre; İran rejimi, ekonomisi gün geçtikçe zayıflamasına rağmen askeri yeteneklerini geliştirmektedir.
İslamcı terörizmin sponsorüdür.
Bölgede ABD güçlerini ve müttefiklerini tehdit eden yerli askeri yetenekleri geliştirirken Yemen’i , Şii militanlarını ve Hizbullah’ı desteklemeye devam ediyor…
Orta Doğu’daki en büyük balistik füze envanterini koruyor.
2015’te Çin, Fransa, Almanya, Rusya, Birleşik Krallık, ABD ve Avrupa Birliği ile yaptığı Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) sınırlarını zorluyor.
*
İran tehditleri üç ana başlıkta kategorize ediliyor.
1- Siber Tehditler;
İran siber casusluk ve saldırı tehdidi sunmaya devam ediyor:
Giderek karmaşık siber teknikler kullanıyor:
ABD hükümeti yetkilileri, kuruluşları ve şirketlerinden gelecekteki siber operasyonlar için istihbari bilgiler sağlıyor ve konumlandırıyor.
ABD ve müttefik ülkelerin kritik altyapılarına yönelik saldırılara olanak sağlayacak siber saldırı yeteneklerini kullanmaya çalışıyor:
Müttefik kitleleri hedef alan medya platformlarında faaliyet sürdürüyor,.. deniliyor…
*
2- Kitle İmha Silahları Geliştirme;
Raporda İran’ın şu anda bir nükleer cihaz üretmek için gerekli olan nükleer silah geliştirme faaliyetlerinde bulunmadığını kaydediyor.
Ancak İran’ın JCPOA’nın sınırladığı nükleer faaliyetlere devam ettiğine işaret ediliyor.
Haziran 2018’den beri, JCPOA’nın izin verdiği gelişmiş santrifüjler üretme kapasitesini genişlettiğine,
Aynı tarihten beri İran Atom Enerjisi Teşkilatı’nın doğal uranyum heksaflorür (UF6) üretmeye devam ettiğini,
JCPOA sınırları dahilindeki zenginleştirme kapasitesini arttırmak için gerekli altyapıyı hazırladığına değiniliyor.
İran’ın bölgedeki en büyük balistik füze envanterini içeren balistik füze programlarının Ortadoğu ülkeleri için tehdit oluşturmaya devam ettiğinin altı çiziliyor..
*
3- Bölgesel Tehditler;
Bu kapsamda ABD hegemonyasına karşı İran’ın da potansiyel meydan okuması ele alınıyor.
İran’ın bölgesel emelleri ve gelişmiş askeri kabiliyetleri ile birlikte ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’e artan düşmanlık algısı;
Irak ve Suriye savaş alanındaki kazançlarını uzun vadeli siyasi, güvenlik, sosyal ve ekonomik etkiye çevirmeye çalıştığı,
Suudi Arabistan, BAE ve Yemen’de Husilere destek olmaya devam ettiği,
Irak’ta, İran destekli Şii Hashd al-Shaabi milislerinin ABD personelinin birincil tehdidi olduğu,
Hizbullah’a verilen destek,
İran’ın Amerikan çıkarlarına yönelik tehditleri olarak gösteriliyor…
*
ABD’nin İran tehditleriyle ilgili işbu istihbaratının nasıl okunacağı ve bunlara nasıl tepki verileceği sorusu askeri tartışmaların odağını oluşturuyor.
Trump yönetimi askeri yükseliş için kırmızı çizgisini nükleer silahlar meselesinden çok daha yaygın olan İran ve vekil güçlerinin faaliyetlerine kaydırmıştır.
Kamuya açık mesajlaşmada ise Tahran’ı, “ABD’nin çıkarlarına ya da müttefiklerine yapılacak bir saldırının sürekli güçle karşılanacağı”nı ifade eden,
Şaşırtıcı derecede geniş bir ültimatomla uyarmıştır.
*
Ancak, ABD çıkarları nedir?
Bu uyarıda ki, müttefikler kimlerdir?
Müttefiklerin çıkarları nelerdir?
Test edilmesi zor olan bu olağanüstü derecede gevşek bir tehdit içeren ültimatomun,
Şimdi İran’ın şansını zorlamaya sevketmesinden endişe ediliyor…
*
Trump yönetimi, tehditlerin arttığını söylemek için ABD istihbarat raporlarına atıfta bulunuyor.
İstihbaratın gerçekte ne anlama geldiği konusunda tartışmalar başlamıştır .
Halbuki bu gizli veri dünyasında gezinerek asimetrik tehditlerle başetmek zordur,
Tehditlerle başetmek için uzun ve karmaşık bölgesel rekabetlerin içeriğinin iyi anlaşılması gerekir.
*
Bu yüzden Trump yönetimi arka plan brifinglerinde, savaş ve hatta rejim değişikliği istenmediği konusunda ısrar ederek endişeleri hafifletiyor.
Çünkü ABD ve İran arasındaki her gerilim bölge çapında bir çatışmayı ateşleme riski taşıyor.
Nitekim Trump, 5 Haziran’da İran’a karşı askeri harekatı düşünüp düşünmediği sorulduğunda “Her zaman bir şans vardır” derken bir fırsat penceresini de açmış bulunuyor….
*
Bu noktada Japonya Başbakanı Şinzo Abe, ABD- İran gerginliğini yumuşatacak bir diplomatik atılım mühendisliği umuduyla,
Bugün İran’a ziyarette bulunuyor.
Tokyo, büyüyen tahrişe ve diğer Batı uluslarının öfkesine rağmen İran’la dostane ilişkiler sürdürüyor.
Abe Tahran’da kaldığı sürede İran Devlet Başkanı Hassan Rouhani ve ülkenin dini lideri Ayatollah Ali Hamaney ile görüşmeyi öngörüyor.
Halbuki gerginlik yaşayan ABD ve İran’ın talepleri çok sağlamdır, bu yüzden bu toplantıların gerçekleşmesi “muhtemel” kaygısıyla algılanıyor.
Ama Abe, çabalarının teşvik edilmesini öncelikli hedef olarak kabul ediyor.
*
Tokyo, bölgesel sorunları ele almanın en iyi yolunun diplomasi olduğu inancındadır.
Ayrıca Japonya Orta Doğu petrolüne bağımlı olduğu için böyle bir çağrıda bulunuluyor.
Bugün Japonya petrolünün yüzde 85’ini ve doğalgaz ihtiyacının yüzde 28’ini Basra Körfezi’nden sağlıyor.
Bununla birlikte Tokyo, 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana ABD kaygılarına da duyarlılığını sürdürüyor…
*
Başkan Trump, geçen ay Japonya’ya yaptığı ziyarette, Tokyo’nun iki ülke arasında arabuluculuk yapma çabalarını olumlu karşıladı.
Rouhani ile konuşmaya hazır olduğunu söyledi.
Böyle bir karşılaşmanın olası görünmemesine rağmen,
Aynı şey Başkan Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Jong Un arasında yapılan zirve için de söyleniyordu.
İki lider arasında görüşme yapılmazdan önce hem Trump hem Kim Jong Un arasında bir hakaret savaşı yaşanıyordu.
Bu durumda, Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae’nin oynadığı rol iki tarafı bir araya getirmişti.
*
Arabuluculuk; İran liderliği ile herhangi bir görüşme gerçekleşmezse,
Ya da Trump’ın hakaret veya kışkırtıcı bir ifade kullanması ve gerginliği arttırması halinde Başbakan Abe için yüksek riskli bir hamledir.
Ancak Başbakan Abe’nin de her iki hükümetten çabalarını sürdürmesine dair güvence aldığı spekülasyonları yapılıyor…
*
İşte İran dışişleri bakan yardımcısı, ülkesinin 1978’den beri ilk kez bir Japon Başbakanı’na ev sahipliği yapacak olmasını dört gözle beklediğini söylüyor.
Uluslararası Kriz Grubu’ndan Ali Vaez, Başbakan Abe’nin Başkan Trump ve Cumhurbaşkanı Rouhani’ye Eylül’de BM Genel Kurulu açılışında bir zirve önermesi muhtemel görüyor.
*
Başbakan Abe, her iki tarafın da gerilimleri bastırma arzusundan faydalanacaktır.
Her iki hükümet ve halk kavga etmek istemiyor.
Her hükümette yüzleşmeyi gerektiren güçlüklerde en üst düzey liderlikler buna katılmazlar.
Bu durum Abe’ye doğrudan katılım fırsatı veriyor.
Ancak tek önerebileceği şey genel ilkeler ve tarafların iyi niyetine kefil olmaktan ileri gitmeyecektir.
*
Rusya ve Avrupa ülke hükümetlerinin Washington’u veya Tahran’ı müzakere etmeye ikna etmek ya da zorlamak için hiçbir gücü yoktur.
İsrail ve Suudi Arabistan Tahran’ın izole edilmesini tercih eden hükümetlerdir.
Eğer Abe, Tahran’dan ülkesine boş elle geri dönerse, bu başarısızlık şahinleri teşvik edebilir ve gerginlik daha da artabilir…
*
Abe’nin başarılı olması ise “İsrail-Filistin Arasında Barış Anlaşması’na”,
Buradan hareketle Orta Doğu’da barışın tesis edilmesine,
Ama Türkiye’de Erdoğan’ın takip ettiği Müslüman Kardeşler ideolojisiyle Orta Doğu’da sürdürdüğü tüm faaliyetlerinin son bulmasına yol açacaktır.
*
Abe’nin denemek istediği aktivist ve iyimser diplomasisi,
Sınırlı sonuçlar beklerken bile bu kumarın peşinden koşmak için her tür nedene sahip görünüyor.
*
Yaşasın Barış.
12.6.2019
Yazıları posta kutunda oku