Her çıkışın bir inişi, her yükselişin bir düşüşü vardır…
Her imparatorluğun bir çöküşü…
Hiçbir diktatör dünyaya direk kalmadı, kalamadı…
Ne kadar çok din sömürüsü yaparsan yap, ne kadar büyük bir baskı ve korku imparatorluğu kurarsan kur; gün gelir, tencere politikadan, politikacılardan hesap sorar…
Ne kadar yalan söylersen söyle, ne kadar tertip, ayak oyunu düzenlersen düzenle, bir zaman sonra bütün bu aldatma, sömürme yöntemleri geçerliliğini yitirir.
Pislikler açığa çıkar…
Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz.
Ve bir gün, bir lider çıkar; öncü olur, kılavuz olur, aydınlık olur, halkın yoluna ışık tutar.
Kutup yıldızı olur. Yol, yön gösterir…
Karanlıkları aydınlatır.
Halkın gerçekleri görmesini sağlar.
Bu gerçeği, AKP İstanbul Milletvekili İsmet Uçma, AKP Maltepe İlçe binasında yaptığı açıklamada, şöyle dile getirdi:
“Bir çocuğun araç peşine düşerek ortaya attığı bir slogan var. O slogan etrafında boğulup duruyoruz, dikkat ederseniz.
Siz niye slogan üretemiyorsunuz, biliyor musunuz? Slogan üretmek için bir insanın duygusunun ve meselesinin olması gerekir. Az biraz galiba, duygularımız yıprandı herhalde…”
Ve bir gün, hiç beklemediğin bir anda, tam “Her şeye hâkim oldum, herkes benim kulum, kölem… Ne güzel bir dünya… Her şey, herkes bana hizmet ediyor…” Dediğin bir anda yokluk, yoksulluk, yoksullar çıkar karşına…
Senin ihtişamlı yaşantını görür.
Vee etki, tepkiyi doğurur.
Baskı ve şiddet direnmeyi, zulüm isyanı, hak – hukuk arayışını doğurur…
Her dönemde zalimlerin, diktatörlerin unuttuğu bir şey olmuştur:
Her şey bugüne değin karşıtı ile birlikte var ola gelmiştir. Her şey, karşıtını, yani zıttını içinde taşır.
Tarih böyle yazar. Tarih böyle anlatır. Tarih böyle söyler…
Bunun adına diyalektik denilir.
Yani, patronun olduğu yerde işçi, haksızın olduğu yerde haklı, zalimin olduğu yerde mazlum, sömürenin olduğu yerde sömürülen, yalanın olduğu yerde gerçek, çirkinliğin olduğu yerde güzellik, zenginliğin olduğu yerde yoksulluk, baskı ve zulmün olduğu yerde direnme, ahlaksızlığın olduğu yerde ahlak, karanlığın olduğu yerde aydınlık vardır.
Ama bugüne gelinceye dek, erken ya da geç, hep güzellik, adalet, doğruluk kazanmış; tarih çarkı hep ileriye doğru dönmüştür.
Uygarlığa, çağdaşlığa doğru yol almıştır. Arada bir tarih çarkını geriye döndürmek isteyenler çıksa da bunlar tarihin çöplüğüne atılmışlardır…
Yani, sonsuza dek, “Hep bana, Rab bana” diyerek, halkın büyük bir kesimini açlık sınırının altında yaşatamazsın…
“Ülkenin tek lideri, tek düşüneni, tek sahibi benim. İstediğimi yaparım, istediğimi alırım ve satarım. Dilediğimi gerçekleştiririm. Her şeye ben karar veririm.”
Diyemezsin.
Millet, insanlar açken, işsizken, çaresizken sen saray üstüne saray, köşk üstüne köşk yapamazsın… Yaptıramazsın.
Fabrikaları, kamu mallarını babanın malı gibi satamazsın. Sattıramazsın. Ormanlara zarar veremezsin…
Eş, dost, akraba kayırmacılığı yapamazsın.
Gün gelir uyuyan halk uyanır.
Uyuyan dev uyanır…
Hakkını, hukukunu aramaya başlar.
Gün gelir, 200 binler 400 bin; 400 binler 4 milyon; 4 milyonlar 8 milyon olur…
Senden hesap sorar.
İşte şimdi tam da o günlere gelmek üzereyiz…
Bir yalan – dolan, bir talan – satan, hep bana rab bana dönemi daha bitmek üzere…