Şu Beğeni Sorunu…
Beğenmek sadece insanî değil canlısal bir olgudur, hayvan da seçer üstelik bu seçimini bazı esaslar üzerine bağlı yapar (Aslan avlanırken peşinde olduğu hayvan grubunun yaşlı hasta ya da sakat olanını seçer. Öyle ki farkına varmadan avladığı bir dişinin hamile olduğun gören bir aslan’ın bu yüzden düşüp öldüğünü gösteren video bile var, eğer yorum doğru ise böyle bir canlıyı avlamış olmanın verdiği üzüntü ile diye değerlendirilmişti.)
İnsan (da) seçer (bu söz bana ait değil) diye tarif edilen insanî davranış için “Senin bu konuda ne bilgin var ki?” diye hesap sormak ve de beğenisini dışlamak da ne ola ki? Hiç demokratik olmadığı gibi hiç insanî de değil. Kim bu Demokratik ortamda (ki bana göre en saçma yönetim biçimi) bana hesap sorabilir? Bir seçimde hangi partiyi neden seçtiğimi neye dayanarak seçtiğimi kim sorabilir? Ona ne!
Bir birey olarak (kişilik sahibi bir insan) neyi nasıl ve neden beğendiğimi (seçtiğimi) kimseye soracak kimseden izin alacak değilim. Her konuda bilgim olmasa da fikrim olacaktır, eğer düşünce özgürlüğü denen şey var ise. Bu ülkenin insanının % 99,99’u bilgisi olmadan fikir ileri sürüp de yönetici (parti) seçtiğine göre (ki bu yöntem Dünya Demokratik ülkelerinde geçerli bir yöntemdir) yani düşünme ve karar verme olduğuna göre, elbet fikri de olacaktır, yani beğenisi.
Yani şunu mu anlıyacağız bu savdan? Heykel mi beğeniyorsun Heykeltraş olacaksın hem de uzmanlık bâbında. Resim mi film mi bir sahne oyunu mu beğeniyorsunuz, en azından bunun eğitimini almış olmanız gerekir, vaz geçtim yazmış olunması gereken makalelerden kitaplardan. Bir müzik eserini mi beğeniyorsunuz, o zaman bu konuda bir otorite olmanız gerekir mi demek oyluyor bu? Gelelim şiir beğenilerine; efendim şiir bilgisine baştan sona sahip olacaksınız, adınız şaire çıkmış olacak (zira diploması yok bu konunun) kitaplarınız, yayın organlarında yayınlanmış şiirleriniz olacak, oraya buraya davet edileceksiniz kiii şiir beğenme hakkına erişmiş olasınız, öyle mi?
İyiii, o zaman ne kadar adı şaire çıkmış kişi var ise aranızda yazın,okuyun, beğenin: Topluma bunları açmaya ne gerek var ki? O kişilerin beğenme yeterlilikleri yok ki beğensinler. Onlar da kim oluyor ki?
SEÇİLMİŞ / ATANMIŞ
HAAAH! TAM FIRSAT. BU KONUDAKİ FİKRİMİ SÖYLİYEYİM.
SEÇİLMİŞ DEMEK ÇOKLU SEÇENEKDEN BEĞENİLEREK SEÇİLMİŞ DEMEK DEĞİL Kİ. BU DEMOKRASİ DEDİĞİMİZ SAÇMALIKDA BİR PARTİ KENDİ LİSTESİNİ SIRALIYOR O DA PARTİ İLERİ GELENİNİN YA DA DELEGE DENİLENLERİN YANİ ONUN BUNUN SEÇTİĞİ İSİMLERDEN OLUŞAN BİR LİSTE. VATANDAŞ NE TANIR, EDER NE BİLİR GİDİP OY VERİYOR. %90 VATANDAŞ İSME DEĞİL PARTİ SİMGESİNE AT’A, İT’E, ESTEĞE KÖSTEĞE OY VERİYOR. ÇOK OY ALAN ÇOKLU BİR SIRALAMADAN MI SEÇİLMİŞ OLUYOR. HADİ CANIM SEN DE. ACABA DENİZ BAYKAL BU SEÇİMDE LİSTENİN SONUNDA OLAYDI SEÇİLECEK MİYDİ? YOOO!
HAAA ŞİMDİ SEÇİLDİM BEN DİYENLER İŞTE BÖYLE SECİLİYOR VE BUNU DA BİR PÂYE İMİŞ GİBİ BURNUMUZA SOKUYORLAR.
YA ATANMIŞLAR. BAKIN ONLAR DA ATANMIŞ FALAN DEĞİL. SENİN, BENİM, ONUN YANİ BİZİM SEÇTİĞİMİZ KİMSELERİN SEÇİP GÖREV VERDİĞİ KİŞİLER. ONLAR DA BİR ANLAMDA SEÇİLMİŞ KİMSELER. ATANMIŞ DİYE DIŞLAMAK DA NE/ AYIPTIR AYIIIP.
YILLARCA DEVLET MEMURİYETİNDE ORDAN ORAYA ATANDIM AMAAA SEÇİLEREK ATANDIM. HİÇ SİZİN GİBİ DÜŞÜNMÜYORUM.
3) Üç’ün (1) Bir’i Değil ama (4) Dört’ün (1) Bir’i
31 Mart 3 ile 1’den müteşekkil bir sayı idi, beğenilmedi efendim. Acaba 3’ün 1’i mi geldi akıllarına? N’aptılar, ettiler 6 Mayıs Ramazan başlangıcında “Bu 31 de tek başına, 3 ile 1 de ayrı ayrı yanlış anlamlar yaratıyor, iyisi mi bunu iptâl edelim” dediler ve ettiler. Ama etmek yetmezdi bir de üstüne tüy dikmek gerekliydi. Eh koskocaaa böyyük adamlar bunu mu becemeyeceklerdi ki? Onu da diktiler. Ne var ki epey bir zaman sonra (aslında hemen yapacaklardı ama nasıl oldu ise oldu ve Mazbatayı alan kişi 17 gün görev yaptı) 31 Mart sonucunu (sonuçlarını değil) iptâl edip, bir anlamda da mazbatayı geri alarak zaparta yemekten kurtuldular.
Şimdi n’olcak? N’olcak…Hukuk Devletindeyiz, bir yandan yıkar bir yandan yaparız . 31 Mart’n zarfında 4 değişik vardı, 3’ü kabûl 1’i reddi. Onu tekrar ısıtıp sofraya getiririz dediler ve 23 Haziran için gün verdiler, şölen o gün. Ne var kiii her ne kadar kurtulmak istedikleri 31’in ve de tek tek 3’ün 1’inin kafadaki imajı ise de bu kere 4’ün 1’ine yakalandılar. Hem de en büyüğüne, en eskisine, en yaşlısına. Bu 4 ne biliyor musunuz? 4 Karı alabilmenin üst sınırı. Peki o 1 ne? O da alınan ilk karı, gelen üstüne kuma gelir, yani gelir ama kıçının bir yarısı ile ilişir otururken, istediği kadar yeni istediği kadar genç olsun, hiçbir zaman baş hanım olamaz. Hele 3. 4. Hiç! İşte o 4’ün 1’idir,
Yani diyeceğim o ki 4 oydan dışlanan, reddedilen 1’i, Istanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimi Başhanım Efendi, o ne derse o olacak. O da “Herşeyin çok güzel olmasını” isteyecektir, bence.
İMZALAMAK – İMZALAMAMAK
Maltepe seçim sonucu ilk sayım sonrasında itiraz üzre tekrar sayıldı ki henüz bitmedi, ağırdan yürüyor çünkü. Ama şimdi Halk TV ekranlarında Zamanın Ruhu programında 2. sayımın bu günü sayım yapan memurlar tutanakları imzalamıyorlarmış, sebebi de imza atması gereken hukukcu görevlilerin imzalamaması imiş. E sen madem hukukcu olarak imzalamıyorsan ben bir zavallı memur olarak elbet de imzalamam diyor.
Bir son dakika haber olarak bu imzalamama olayı karşısında 400 sandığın yeniden sayılmasını istenmiş. Kafaya bakın!
Eğer bir görevle bir iş yapıyor ve sonunda da imzalaman gerekiyorsa imzalamam diye bişey yok. Ya inanıyorsan bu işin doğru olduğuna imzalarsın veya inanmıyorsan, tereddütün/ şüphen varsa veya kesinkes bir şeyler olduğunu biliyorsan “Muhalefet Şerhi ? karşı oy” ile imzalar kendini sıyırırsın.
12 Yıl Tekel Genel Müdürlüğü Merkez Satın Alma Komisyonu Üyeliği ve Başkan Vekilliği yaptım. Böyle durumlarda aynen böyle davrandım. Öyle ki daha yedek memurluğum sırasında bile üyelik görevimde bir duruma karşı çıktım ki imzam bile yoktu olayda. ne var ki benim itirazım üzerine ihaleye giremeyen kimseler Satın Alma Kararının onayına ramak kala şikâyet ettiler. bağlı olduğum G. M. Yardımcısı Kerim Demirel beni çağırıp nedir diye sordu. İzah ettim. Yazılı savunma istendi verdim. Benim okulumdan (İ.İ.T.İ. Akademisi) mezun olduğunu bildiğim kişi ayrıca benim savunma yazımı Hukuk Müşavirliğine iletip görüş sordu. Hukuk Müşavirliği benim doğru ve haklı olduğumu teyit etti. Olay bitti.
Pek çok ihalede de muhalefet şerhi koydum, çoğundan teftiş ve mahkeme durumundan kurtuldum.
Memurluk ne hâle gelmiş. Biz içten içe çürüyoruz. Durum bu!
BEKA
Beka nedir diye bakarsanız, sözlük size şunu verecektir : “Kalıcılık”
Peki ne var ne oluyor ki Türkiye için beka sorunu çıktı ortaya? Hiç bişey yok. Bu kadar varımızı yoğumuz satıp savdığımız hâlde, yabancılara bu kadar toprak, ev, arazi sattığımız hâlde, bu kadar askerin altını üstüne getirdiğimiz hâlde ne Yunan sağdan ne Ermeni soldan saldırıyor falan değil, Allah’a şükür ki asker de Pekaka denen şeyi sus pus etmiş durumda uzun zamandır.
E bu beka da neyin nesi o zaman?
Haaa, bu beka başka beka. Bu kalıcılık başka kalıcılık. Oturduğum yerden kaldırmayın, “burada kalayım” demek. Yani ülkenin bekası falan değil, şunun bunun bekası, yerinde kalması. Oysa bu sandık iktidar değiştirmeyecek, hizmetli değiştirecek.
Değiştirecek de ama bir işaret verecek aklı olana. O işaret gelecek ilk seçimde -kalk bakalım koltuktan artık- demek olabilir, bugünden. Konu bu.
Bakın bu işi en iyi ABD yapıyor. 2 Tane parti var Cumhuriyetçiler – Demokratlar, var başka ufak tefek partiler de var ama adları bile bilinmez bizce. Bir o geliyor 4 veya 8 sene duruyor bir öbürü. Her ikisi de Amerika için, vatandaş için yönetimde bulunan partiler. İyi ise 4 bir 4 daha 8 sene duruyor Değil ise gidiyor, öbürü geliyor. Dünkü ülke ya! Peki biz ne yapıyoruz?
Ne yapacağız, adam yok gibi ya 6 defa gönderip 7. kez yine getiriyoruz ya bir getiriyoruz, ne 7’si 17 sene tutuyoruz.
Eee ne demişler, her toplum lâyık olduğu veçhile yönetilir. Buna lâyıkız meeelediğimiz müddetce.
San’atcı (San’atkâr)
San’atcının; yani san’atın hangi kolunda olursa olsun, Ressam, Heykeltraş, Müzisyen, Oyuncu, Şair ve benzeri gibi kimselerin, yani san’atın içinde olup, içinde yaşayan herkesin sadece ilgili olduğu san’atla uğraşır olması yetmez. Aynı zamanda ülke mes’eleleri ile de ilgili olmalı ve buna kafa yorup çâre, çözüm ileri sürmelidir.
“Neden ki kendi işi ile uğraşsın, ona mı kalmış?” diyebilirsiniz. Ama ben de derim ki “Sanatkar, cemiyette uzun ceht (aşırı çalışma) ve gayretlerden sonra anlında ışığı ilk hisseden insandır.” (M.K.A.) O ışık san’atcının hem kendi yoluna hem arkasında sürüklediği ülke insanına ışık tutacaktır. Kişi eğer gerçek san’atcı ise bu onun birinci görevidir.
Ha! Ülkemizde ipini koparan san’atcı, 2 şarkı ezberleyen, ekran ya da perdede bir kere yüzü görünen ve benzerleri san’atcı. San’atcılık öyle kolay alınabilecek bir sıfat/unvan değildir oysa.
Yıllarını müziğe vermiş Frank Sinatra bile Amerika’da şarkıcı diye bilinir. Bizde herkes san’atcı.
Sen san’atcı isen yani yıllarını vermiş isen içinde bulunduğun san’at dalında, yani alnında bir ışık görebilmiş isen, eylemlerinden biri de ülken için bişeyler yapmandır. Kennedy şunu diyecekti vurulmasaydı Dallas’da : “Ülkenin senin için ne yaptığı değil, senin ülken için ne yaptığın önemli”
Yani eğer bu ülkede yaşıyor da hiç bir şeyi için kafa yormuyorsan, ne san’atcısın ne san’atkâr, sadece ressam, heykeltraş, şarkıcı, artizzz, şairsin o kadar.
MALZEME/ YEMEK
Kulağınız duymuyorsa bile eğer görüyorsanız görmüşsünüzdür, Tv. Yemek programlarında bir programcı vardır (Sportif Direktör/ Damien Comolli-Fransız) bir de en azından 1 aşçı (Teknik Direktör/Fhilip Cocu-Hollandalı) Programda sergilenecek yemeğin yapılması için aşçının ihtiyaç duyacağı malzemeler önceden bulunur ve stüdyoya getirilir.(Futbolcular/Değişik Ülke İnsanları)
Yemek programlarında, bir futbol olayından farklı olarak biz önceki hazırlıkları göremeyiz. (Çok meraklı olan taraftar için değil bu söyemim zîra onlar gider izlerler ya da konu ile ilgili gazeteciler . Antrenman)
Sıra yemeğin yapılışına gelince sıra (Futbol maçı) aşçı tencereye veya toprak kaba ihtiyaç duyar. Gelin biz karma karış ve de basit ir yemeğe göre zor olanı seçelim. Tencere ile pişecekse Türlü toprak kab ile pişecekse Güveç olsun yemeğimizin adı.
Neye ihtiyaç duyarız, bir kaçını sayalım, (meselâ) Tuz, biber, Su, Domates, Kabak, Patlıcan, Biber T. Fasulye Et falan. Evet ama bütün bunlar tümden tencere içine boca edilmez. Kimi erken pişer ezilir, dağılır kimi geç pişer o yüzden taş gibi gibi kalır yenmez.
Yemek anlamında yemek yerine bir başka şey seçelim, yine karmaşık bir şey olsun, meselâ Aşûre. Onun için de Tuz (az), Su, Şeker, (baklagillerden) K. Fasulye, Nohut, (kuru meyvelerden) İncir, Kayısı, Buğday, Kuş üzümü, Dolmalık Fıstık gibi şeylere gerek duyulur. Aşûrenin malzemesi ne kadar farklı tutulursa o kadar zengin olur pişeni.
Ama bunun da malzemesi birden boca edilmez tencereye. Bir kere Nohut, K. Fasulye akşamdan ıslatılmaz, haşlanmazsa yeterince pişmez. Kuru meyveleri de küçük küçük doğramak gerekir.
Eveeet böyle bir yemek programında iki de bir burnunu sokar da müdahale ederse programcı ya da bir üst Tv görevlisi aşçıya, vay aşçıya ve vay pişireceği şeye (Türlü veya Aşûre) Yok tuzu az oldu galiba, şekeri çok oldu sanırım. Şunu çıkar bunu koy v.s. Aşçı zavallısının eli ayağı gider. Bir yandan Tv seyircisinin varlığının baskısı var (Taraftar) bir yandan programcı ve görevlilerin karışmaları var bir yandan da kendi bilgi ve birikimi var etkili olacak olan.
Evvvet, şimdi sen yeni bir Başkan bul (A. Koç) O da yeni bir Sportif Direktör bulsun (Comolli) yeni bir de Teknik Direktör (Cocu) sonra aşçının eline 5 benzemez gibi ver Türk ve başka başka ülke insanlarını dilleri benzemez – kültürleri benzemez – inançları benzemez, üstelik de bir an bile öncesinde bir arada olmamışlar.
Kamene / Kamerun
Skrtel / Slovakya
Neustadter / Rusya
Valbuena / Fransa
Dırar / Fas
Elmas / Makedonya
Soldado / İspanya
Slimani / Cezayir
Ayew / Gana
Isla / Şili
Ve belki satılarak – kiralanarak gidecekler ile kiralanarak alınarak gelecekler de olacak. Bir de bunların arasına (Hakan Şükür gibi düşünmeden) Türk futbolcuları da kat.
BAŞAĞA / PAŞA / TUĞGENERAL / İMAM
Paşa Türkçe bir kelimedir ve sözlük anlamı, yabancı dilden girmiş askeri rütbenin en üst kademesi olan General kelimesinin karşılığıdır. Ancaaak Kırşehir’de bir anıt ya da eski bir yapı kalıntısı (galiba bir kapı) üzerinde gördüğüm Paşa ile ilgili açıklamayı unutmuyorum. (*) “Paşa Türk insanının, ailenin ilk erkek çocuğuna verdiği sıfattır ki “Başağa” sözünün ağızda zaman içinde bozulmuş hâlidir. (ki Babanın yokluğunda aile reisi odur geleneklerimizde.)
Yani Paşa; sözü dinlenen, hatırı sayılan, emreden ve de hâkim olandır, ailede içinde olsun askerî alanda olsun. (Paşa’nın da askerî literatür içinde Tuğ’u Tüm’ü Kor’u Or’u vardır)
Ancaaak, bu kelime askerî alanda General yerine kullanıldığı gibi sivil alanda da bir taltif, önemseme, yüceltme anlamında da kullanılmaktadır, kişi gerçek bir Paşa (General) olmasa da. (Hadi bakiiim paşa paşa otur şurda)
Çok yakın bir tarihte gerçekleşen YAŞ kararları mesabesinde (ki Astsubaylıktan kendi isteği üzerine sınavla subaylığa geçen askerî personelin, bu kulvarda ancak yüzbaşılığa kadar yükselebildiğini bilir iken) bir Astsubay vatandaşımızın naklettiği üst subay sınıfı içinden (ki muhakkak Albay’lık) Tuğgeneralliğe yükseltildiğini okudum (duydum). Ne var ki o gün Tuğgeneral olan vatandaşımız ertesi sabah Fetö mensubu olarak derdest edildiğini de okudum (duydum). Bu Astsubaylıktan subaylığa oradan da tuğgeneralliğe geçiş Cumhuriyet tarihinde askerî terfî skalası içinde ilk olsa gerek.
Ama bir başkaca ilk de var. İMAM! Evet İmamdan Astsubay ya da ASTSUBAY’dan İmam diyebilirsiniz, hiiiç farketmez. Çiğli İmamı (İzmir Çiğli) diye tavsif edilen bir zât-ı muhterem ki İzmir Askerî 2. Ana Jet üssünde Astsubay, Muhterem Hocaefendi Hazretleri(!) tarafından Paşa deyû çağrılmakta imiş mi? İmiş! Yahu hadi ilki belki kanun-yasa gereği olabilecek bişeydi oldu. Peki bu ne? Bir astsubay hem bir ilçe imamı hem de ünvanı Paşa. Bu bal gibi ayağın baş olması sonra da bu baş’a başağa denilerek paşa diye çağrılması işi.
Amaaa şaşırmamak gerek, paşalığın bozulması yeni değil ki H. Özkök ile başladı gidiyor. Sayın Özkök G.K.Başkanı oldu daha 2-3 ay geçti geçmedi bir seçim yeni bir parti yeni bir iktidar ve Paşa’nın bir yabancı devlet G.K. Başkanının ziyareti sebebiyle gazeteciler karşısında bir nev’i röportaj yapar iken gazetecilerin hiiiç sormadığı belki de sormayacağı bir (sanki) soruyu, kendi kendisine onlar adına sorup, sol iç cebinden de o sanal soru ile bağlantılı olarak vereceği cevabın metnini çıkarırken “Tamam tamam anladım nasıl olsa siz soracaksınız (deyip) iyisi mi siz sormadan ben cevap vereyim İktidar (hükûmet) ile aramız şeker gibi” demesini unutmadım. Gözlüklerinin altından da kıs kıs gülerek. Bir yabancı devlet G.K.Başkanının ziyareti ile ilgili sorular / konular var iken bu ne şimdi?
Ne olacak, Paşa’lık kiminde cuk oturur kiminde nah oturur, eğreti durur. Hah o açılan kapıdan dilimize “Sözde değil, özde” diye bir deyim kazandıran Paşa mı istersin, sonradan zırhlı araba alınca suspus olan. Salon paşası kılığı ile jilet gibi ütülü pantolonla gezip de kozmik odayı açtırıp o üniformanın bekâretinin bozulmasına sebep olanını mı? Gelip daha 1. Yılı dolmadan Hoca misâli “al abdestini ver papucumu” diyen paşa mı? Özel bir durumu(!) dolayısiyle özel davranan ve ben “Devlet memuruyum” diyen paşa mı istersin ? Eee en yenisi ya da en sonuncu Paşa da yaveri herhalde bol yağverdi ki yaveri olan kişiden haberi yok biri imiş.
Şimdi gel de ailenin ilk (en büyük elbette) erkek çocuğuna mı Paşa demek daha doğru yoksa bu üniforma içinde olanların en üstte olanlarına mı Paşa demek daha doğru çık işin içinden. Hele bir de astsubaydan da Paşa çıksın.
Ya bu işin suyu çıktı boşverin.
(*)Türkçede büyük birader manasına gelen “Beşe” kelimesinin telâffuzunun zamanla”paşa”ya dönüştüğü; ya da evin, ailenin büyüğü, reisi anlamına gelen “Baş ağa” dan tahrif edildiği sanılmaktadır. Paşa tabiri, hürmet ifadesi olarak, ulema ve meşayihten bazılarına da verilmiştir. Bugün dilimizde general anlamına kullanılır.
Not: Zeki Müren’e PAŞA denmesini hiç göz önüne almadım, biline.
Lâyüs’el (Soru sorulamıyacak, sorumsuz)
Bu (lâyüs’el) aslında kişiye özgü bir sıfat olmasa gerek. Ne demek o? Derseniz. “Soru sorulamaz ve bu yüzden de sorumsuz durumdaki kişi ya da güç” demektir.. E o zaman; soru sorulamıyacak tek var (olan) Allah’tır. O en iyi ve doğru olanını bilir ve en iyi ve doğru olanını yapar, bence Neyi soracağız ki kıt ya da yarım aklımızla. Hoş sorsak alacağımız cevap olacak diyelim, anlıyacak mıyız ki? Bu sıfatı insana giydirirsek…acabaaa?
İnsanlara ait bir sıfat değil gibi gelse deee bazen insanlara da yakıştırılır bu lâyüs’el’in içeriği. Tarihe; geriye doğru baktığımızda görürüz ki örnekleri zaman içinde var ola gelmiştir. Gelmiştir de ders almadığ için insanoğlu tekerrür edip durmuş ve hiç de eksik olmamıştır, lâyüs’el. Meselâ mı?
E Firavun meselâ, sonra ipin ucunu kaçıran Krallar, Padişahlar, Şahlar İmparatorlar ve benzeri idareciler, öneticiler. Son zamanlarda ise Führer ile Duçe diye bilinenler. Belki bu son ikisi, ne bir aile – hânedân sonucu oturmuşlardır tahtlara ne Franko, Pinochet gibi bir askerî ihtilâl sonucu gelip oturmuşlardır. İkisi de seçimle, seçilerek geçmişledir başa, başlangıçta.
Bu sayılanların unvanı ne olursa olsun Kral, Şah, Padişah, İmparator; hepsi sonunda yönetici değiller mi? Eveeet! Hadi bunları seçmedik, seçilmedi. Kendilerinden aldıklmarı güç ile istediklerinde, astıkları astık kestikleri kestik. E bir düşünün lûtfen, diğerlerini, yani seçimle gelen yöneticileri kim seçiyor şimdilerde? Biiiz, kendimiz.
Evet, geçmişte böyle değil(di), bir toplumu yönetecek biri bir ailenin devamı ise (ki hanedân diyoruz) toplum da ses etmiyor, edemiyorsa, durumu kabûlleniyordu.(İngiltere Kral(içesi), Belçika Kralı). Yok bu koltuğa oturan, elindeki güç ile bunu başarıyorsa yani bir ihtilâl ile geçiyorsa başa (Gereral Franko, Albay M. Kaddafi), yapacak ne var deyip susuyorsa toplum, ölür gider de kurtuluruz diye bekliyordu, durum aynı durum.
Bu iki şıkkın dışında bir 3.sü adına Demokrasi dediğimiz yol. Seçiyoruz, biiiz seçiyoruz.
Seçim dedim de Dünya’da canlılar içinde bir aile olarak yaşayanlar var İnsan, Aslan gibi canlılar, topluca bir soy ya da bir sülale gibi yaşayanlar var Fil, Maymun gibi canlılar. (Bitkilerin de canlı olduğunu kabûllenirim ben, ne var ki onların böyle bir yaşamı seçme şansları, yönetici seçme şansları yok). Ancaaak, İnsan dışındaki aile ya da soy-sülale gibi bir etken ile bir arada- toplu yaşayan ve adına hayvan dediğimiz canlıların bir yöneticilerinin olduğunu görürüz. Ne var ki onlar yöneticilerini kendileri seçmiyorlar, aile iseler ailenin bir büyüğü bu işi üstleniyor sevk-i tabii ile. Yok toplu yaşayan kalabalık bir kitle iseler Bizonlar gibi Filler gibi, aralarından hangileri ileri çıkıp bu göreve talip iseler bir çatışmaya giriyor ve kazanan Reis (yönetici) oluyor, kaybeden kenara çekilip (belki gruptan ayrılıp) kazanana uyuyor. Yaniii başa geçecek olanı seçmiyorlar, kazanan geçiyor başa. Yine güçlü olan.
Pekiii insan dediğimiz sözümona akıllı zeki bizler? Seçiyoruz! Demokrasi içinde isek yani halâ yeryüzünde var olan Kral ve benzeri adla, başta birinin olduğu toplumlar değilsek, kendimiz seçiyoruz. Amman ne iyi. Sonra da seçtiğimize tapıyoruz, ediyoruz lâyüs’el.
Seçiyor muyuz sahiden? Yoksaaa…
TOM BOY (Erkek Fatma)
Hani bizde bir deyim vardır, “Erkek Fatma”, kimi yerde bu Erkek Ayşe olarak da bilinir, kullanılır. Bildiğiniz, kız çocuklarının kız gibi davranmak yerine erkek gibi davranma hâli içinde olmalaıdır. Çekinmeden, korkmadan ağaca tırmanmak onlarda, seksek oynamak yerine Çember çevirmek onlarda, hattâ kız akranları ile ip atlama yerine erkek çocuklarla beraber oynamak onlarda.
Bu davranış büyüdüklerinde değişir mi derseniz, e herhâlde yani değil mi? Ama bu hâlin bir de yetişkinlerde ortaya çıkanı vardır, onlara da verilen isimler vardır. Erkek (gibi) Kadın (bu deyimi hiç sevmem ama), Topuklu Efe ve benzerleri.
Aslında yakıştırma olarak belki doğru ama yine de bir cinsin diğer bir cins ile tavsif edilmesi hiç de doğru değil bence. Ne var ki bu sadece bizde değil, diğer kültürlerde de böyle olsa gerek ki bizdeki bu Erkek Fatma deyimini karşılayan söz İngilizce’de de var ve o “Tom Boy” ki tam karşılığı bizdeki Erkek Fatma’dır.
Nereye mi geleceğim? Durun acele etmeyin geleceğim bir yer yok, yok da bir kişi var. Ama önce bir başka konu, biraz bağlantılı olarak.
Bilirsiniz kimi ülke insanının birikimi – kültürü bizim idrâkimiz dışında, bizden farkılıdır. En basitinden şu yakın zamanda Tekirdağ civarındaki Tren kazası eğer Japonya’da olsa ya Bakan ya Genel müdür ya o hattın sorumlusu intihar ederdi. Görevimi tam yapamadım ve o kadar can’a sebep oldum diyerek. Ama bizde bir anlayış var ki iyi miii kötü mü gelin siz karar verin. Hani deriz ya : Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.
Ama Japonya’da bu davranışın (intiharın) bir de adı var : Harakiri. Yani ben başarılı olamadım ve bu olaya benim beceriksizliğim, basiretsizliğim sebep oldu o halde cezamı çekmeliyim, düşüncesi. Adam görevden alınmayı ya da bir b aşka ceza ile cezalandırılmayı beklemeden hayatına son veriyor. Bizde ne yapılıyor peki. Efendim yağmur yağdı da böyle oldu.Ya da daha büyük bir sebep ileri sürülüyor ki kimsenin gık dahî diyemiyeceği “Takrir-î İlâhi. (Veya Emir Büyük Yerden)
Bizde başarısızlık kimsenin kendine yakıştırmıyacağı bir şeydir,yakıştırmaz zira ve muhakkak ki bir başka sebebi vardır, yoksa bile yaratılır. Alın size bir siyasi davranış: CHP kaç seçimdir bırakın iktidarı kazanamamayı, istediği – beklediği oy ve M. Vekili sayısını bile tutturamıyor ama partinin başındaki zât diyor mu ki ben başaramadım, başaramıyorum. Yooo demiyor. Ya havaya ya sahaya ya hakeme suç buluyor. Şey pardon ya karıştırdım. Hani bir söz vardır : – “Babaaa hırsız tuttum” – “Getiiir” – “Gelmiyooor” – “Bırak gitsiiin “ – Gitmiyor” Aynen bu. Adam paraşütle indi, gitmek için füze falan bekliyor. Peki ya Erkek Fatma?
O da kim mi diyorsunuz? Kim olacak Topuklu Efe dedikleri Merâl Akşener. Seçimden bu yana neredeyse 1 ay geçti tek söz etmedi denirken, bir çalıştay ve arkasından “İstenilen sonucu alamadık, sorumluluğu üstleniyorum” deyip Başkanlıktan ayrıldığını bildirmek ve vurup kapıyı gitmek. Şu tren kazası sonucu bunu yapabilen bir yetkili var mı idi erkekler arasında, yoook. Ya aynı durumu 9 defa yaşayan Kemal bey ne diyor peki, Muharrem İnce’nin aldığı oy (doğru mu bilemem) ile CHP’nin aldığı oy (doğru mu bilemem) arasındaki fark karşısında beliren kazan kaynaması sebebiyle “Millet geçim derdinde (herhâlde burada millet muhteremin kendisi oluyor) birileri koltuk sevdâsında” Ya da ”Bu partide koltuk sevdâlılarına yer yok” Yav ne demek bu; “Ben ölünceye kadar Genel Başkanım, isteyen başka kapıya” demek. Sen hazır parti buldun üstelik de Atatürk’ün kurduğu parti ve yerinde sayıyor. Akşener bir parti içinden ayrılıp 7- 8 ay sonra paldır küldür seçime giriyor (ki bunu da sen sağladın, yoksa giremiyecekti. bravo) buna rağmen M. Vekili çıkarıp Meclisin 4. Partisi konumuna giriyor ve sonra “Ben başarısızım bana müsaade” diyebiliyor.
Bu kızların erkek (mertce) gibi davranmalarının bir tanımı var daaa erkeklerin kız gibi davranmalarının (nâmerce) bir tanımı var mı acaba? Hani ‘gözüne gözlüüük’ diyeceğim ama gözlüğü de var ya hû!
Şimdi kim Erkek? Adı Fatma Ayşe Merâl olmasa da kim değil.
(Not: Görüldüğü kadarı ile Meral Akşener, ısrarlar karşısında istifadan vazgeçip bir Olağanüstü Kurultay toplanmasına karar vermiş ve bunu G. Başkanlığa aday olmayacağını belirterekaçıklamış, ancak Parti ileri gelenleri de Olağanüstü Kurultayda, kendisini tek aday göstermek üzere imza vereceklerini beyan etmişler. Bekleyelim görelim)
“Hayat; Karar ve Eylemdir”
Baktı adam isimlere önce…baktı baktı bulamadı uygununu…Biri R.T diğeri M 3.’sü yine M. 4.’sü S. 5. T. ve 6.’nin da adları D. İle İle başlayan isimlerdi…Gözümden mi kaçtı acaba diye dönüp bir daha hattâ sonra bir daha baktı ve içine bir yeis çöktü. Ne yapsaydı? Yoktu uyanı O.’ya.
Sonra …mı acaba? Diye düşündü soyadları tutar mıydı mı acaba? Bir de onları gözden geçirdi. R.T.’nin ke E idi onu geçti M.’nin birinin İ. diğerinin A. idi, bir buruk hâl ile onları da geçti. Yani ümidi de tükeniyordu hani…Sonra S.’ninkine baktı yok o da değildi, onunki D. idi. Belki T.’ninki tutar diye umdu, hoppalaaa o da K. idi. Tüh lan kala kala bu kaldı dedi bir baktı ki a-aaa bu tuttuydu be. Tuttuydu adamın adı D. İle başlıyordu ama soyadı P. ile idi. Bir keyfi geldi bir keyfi geldi demeyin gitsin. Şöööyle haykırırcasına bütün nefesi / sesi ile okudu soyadını PEEERİİİNÇEEEK. Hah bak bu oldu, soyadım gibi P. ile başlıyor dedi veee
İlân etti kiii “…tüm partililer oylarını Doğu PERİNÇEK’e verecek, KESİN!” Severdi bu ifadeyi, az mı kullanmıştı konferanslarında…”…olacak kesin!” diyerek. Kendi de inanmıyordu ya olacağına ama karşısında onu dinleyenlerin inanması gerekiyordu, yoksa kitaplarını nasıl satacaktı?
Bunu duyan partililer her defasında olduğu gibi “…bir bildiği var” diye geçirdiler akıllarından. Sonra akıllılar yahu n’oluyor ki? diye sorup kendilerine, bir düşündüler…Ha PKK’cı Apo’nun elini sıkmışsın, çiçek vermişsin, ha bunu yapana destek çıkmışsın. Üstüne üstlük o ki “2. turda Erdoğan’ı desteklerim” diyen biri. Bunu akıllarına getirip bir de PKK ile olan geçmişini hatırlayan partililer, düşmüş Karpuz gibi oldular.
İşin ilginci şu ki ben de 1 aday fazla olsun o taraftan ne kadar oy çalarsa 2. tur’a kalır iş deyuuu, ben de gidip son günü 100.000’i geçsin diye bu Perinçek’e imza vermedim mi? Verdiiim. Ama duyunca o “falancayı destekerim 2. turda” sözünü haram ettim yav, haram ettim.
Lan ben ne eşek kafalı adamım, yok ya ne adamı düpedüz eşeğim. Hayatımda ilk kez bir partiye üye olmaya kalktım gidip bu partiye üye oldum, sonra baktım ki sadece o biliyor, bir bildiği vardır diye teraneleri ile. Konferanslarında kükrüyor, atıp – tutuyor. İyi güzeeel. Ama Karar var eylem yok, “…hani neredeydiniz?” deyince Taksim’de Gezi olaylarında, bir sürü maval okuyor cevap diye. “E 1.000.000 üye var nerede bunlar, sandıktan çıkmıyor” diye sorunca yine kem küm kem…A-aaa çekersin üyeliğini olur biter ya dedim ayrıldım Allahtan, oluyor bir epey zaman.
Yoksa şimdi kendime “eşek” diye hakaret etmez, ana avrat küfrederdim.