SAYIN!
HÜSEYİN MÜMTAZ
Sayalım bakalım.
İmralı sakinine tekrar “sayın” denilmeye başlanılmışsa “sayacağız” biz de.
Eski defterleri; geçmişte olanları, yaşadıklarımızI ve zorla yaşatılanları “sayacağız”.
“Sayalım” ki, “asılmayıp da neden beslenilmek” üzere soframıza ortak edildiğini iyi anlayalım, hatırlayalım.
(Buradaki “asılmayıp da beslenilmek”i, “lüzumu halinde kullanılmak üzere derin dondurucuda saklamak” olarak okuyun lütfen).
Şu İstanbul meğer ne kadar önemliymiş?
Ya Newyork’ta yapılan “istikşafi” görüşmeler ile eşzamanlı olarak İstanbul’da varlıkları, yaşadıkları “yeni”den keşfedilen “mele”ler?
Rüzgâr hangi taraftan estiyse âniden, İmralı’ya sekiz seneden sonra tekrar avukatların gitmesine ve daha da önemlisi, “ziyaret” sonrasında “sayın”ın mektubunun okunmasına “izin verildi”.
(Bu satırların yazıldığı sırada da Gemlik’ten avukat taşıyan yeni bir kosterin kalktığı haberi düştü).
“sayın” şöyle diyordu mesajında;
“İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır. Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz. İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır”.
Bu mektup, size de başka bir mektubu hatırlattı mı?
Önce bir fotoğraf…
Ve fotoğraf ile çekildiği günün “mânâ ve ehemmiyetini” belirten 28 Şubat 2015 tarihli bir gazete haberi:
“Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi dün sabah saatlerinde tarihi bir ana tanıklık etti. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, HDP heyeti ile ilk kez barış sürecine ilişkin ortak bir açıklama yaptı. HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan’ın ‘Silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum’ çağrısını okudu. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise ‘Milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız’ dedi.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken’in yer aldığı HDP heyeti ile bir araya geldi. Saat 11.00 sıralarında başlayan görüşmeye, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Ak Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu da katıldı. Görüşmenin ardından, ilk kez ortak basın açıklaması yapıldı. Tarihi açıklamanın, 28 Şubat’ın yıldönümüne denk gelmesi dikkat çekti”.
(Yalçın Akdoğan ile Efkan Ala’nın şimdilerde nerelerde olduğunu bilen, gören var mı?)
Hal böyleyken Suriye mi, Irak mı, İran/Amerika anlaşmazlığı mı, Suriye güçlerinin İdlib’e yürümesi ve 200.000 yeni Suriyeli’nin sınırlarımıza doğru harekete geçmesi mi…
Ve böyle bir durumda, yıllardır ülkemizde barınan “muhacir” Suriyelilerin “bayram izini için” tekrar geriye, yollara dökülmesi mi, hangisidir asıl sebep?
Yoksa Doğu Akdeniz’i, Kıbrıs’ın etrafındaki denizleri çepeçevre alev alev saran güç çatışması mı?
Yok, yok… İstanbul değildir mesele, bu saydıklarımdan biridir mutlaka.
“Saymaya” devam ediyoruz.
Bakın geçen sene ne yazmışız;
“Mikdad, ‘Suriye’nin kuzeyindeki Arap ve Kürt vatandaşlarının birleşerek Türk askerlerine karşı durmasını’ söylüyor; Brett McGurk , ‘Tek parça Federal Irak çerçevesinde güçlü, birleşik ve başarılı bir Kürdistan Bölgesi’ni’ destekliyor; Lavrov, ‘Amerika’nın Suriye’yi bölmek istediğini’ söylüyor.
Ortak payda Kürtler…
Neredeki Kürtler? Irak ve Suriye’deki Kürtler.
Başka neredeki Kürtler?
İmralı’daki bebek katili 2013’de Barzani’ye yazdığı mektupta ne demişti;
‘Sizi 4 parça Kürdistan’ın lideri olarak görüyorum’…
Süreç içinde meydanı giderek boş bulur hâle gelen, rütbesi yükselen Barzani de, geçen yıl 25 Eylül’de yaptığı bağımsızlık referandumu öncesi ‘4 parça’nın adını koymuştu:
‘100 yıl önce, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürtlere bağımsız devlet olmaları için söz verilmiştir. Fakat Kürtlerin taleplerinin aksine Kürdistan Türkiye, İran, Suriye ve Irak üzerinde bölüştürüldü.’
Meğer kapı zaten ardına kadar açılmış da biz görmüyormuşuz;
Ahmet Türk; ‘Kürtlerin senelerdir vermiş olduğu mücadelenin sonucunda Suriye’de kazanım elde ettiler, kazanımlarını selamlıyorum, herkes iyi bilsin ki Kürdistan’ın 4 parçası birleşecektir’…
Baydemir; ‘Irak’ta olduğu gibi İran’da özerk Kürdistan olacaktır, Türkiye’de de özerk Kürdistan olacaktır, Suriye’ye de özerk Kürdistan olacaktır. Bunun başka bir yolu yoktur. 20 milyon Kürt artık kendi varlığını reddeden bir halkın varlığına, varlığını armağan etmeyecektir. Bunu bütün dünya böyle bilsin…..Benim yüreğimden geçen özerk Kürdistan’ın başşehri Kamışlı’dır. Özerk Kürdistan’ın başşehri Diyarbakır’dır, özerk Kürdistan’ın başşehri Hevler’dir, (Erbil) özerk Kürdistan’ın başşehri Mahabad’dır’…
Hani; ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün’ idi? ‘Dili Türkçe’ idi, ‘Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayrak’ idi, ‘Millî marşı İstiklal Marşı’ ve ‘Başkenti Ankara’ idi?
Baydemir, Ahmet Türk ve Barzani için hukuki (politik/diplomatik) bir yaptırım uygulandı da bizim haberimiz mi yok?
Çok iyi biliyorum ki Türkiye’nin Kürtlerinin hepsi, devlete sâdık, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne inanmış, kanun ve nizamlara saygılı, anlayışlı, mutî, uygar, sâde vatandaşlardır da Barzani’nin sözünü ettiği ‘bağımsız Kürdistan’da oturacak, vatandaşı olacak olan Kürtler hangileridir acaba?”
İlk parça olan Irak Kürdistanı’nın Baba Bush-Özal zamanında kurulduğu tarihe geçmiştir. Anlaşılıyor ki sırada, adı ne olursa olsun Suriye Kürdistanı vardır.
Bunun ne zaman, nasıl ve kimler sayesinde kurulduğu tarihe nasıl geçecektir acaba?
Demirtaş BDP Genel Başkanı iken; “Kürtçe eğitimi uygun görmüyorum” diyen zamanın Genelkurmay Başkanı için “Senin rütben orgeneral de olsa bizim nazarımızda onbaşısın. Senin kıymetin o kadardır. Bunu böyle bil. Bizim nazarımızda ha bir onbaşı konuşmuş ha Genelkurmay başkanı. Bizim nazarımızda zerre kadar değerin, kıymetin yok yanımızda” dediği için herhangi bir ceza almış mıydı?
İşi gücü bıraktık İstanbul ile uğraşıyoruz.
Kosterler gidiyor, kosterler geliyor…
“Sayın” dediler biz de sayıyoruz…
Meydanlarda kürsüden idam ipi fırlatanların da hatırları kalmasın bu arada, onları da sayalım.
Saydık. 22 Mayıs 2019
Bir yanıt yazın