Türkiye’de seçimlerle ilgili yoğun tartışmalar devam ederken yurt dışında önemli gelişmeler olmaktadır. 31 Mart’tan bu yana devam eden seçim tartışmaları, ABD’de Ermeni diasporasının Türkiye aleyhine girişimleri, İtalyan Meclisi’nin 1915 olaylarıyla ilgili sözde Ermeni soykırımı iddialarını içeren önergeyi kabul etmesi, Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un açıklamaları, 24 Nisan’a yönelik girişimlerdir. ABD’de Temsilciler Meclisi ile Senato’ya 1915 olaylarının sözde Ermeni soykırımı olarak tanınmasına ilişkin tasarılar sunulmuştur. İçerdeki yoğun gündem sebebiyle bu konu gözardı edilmektedir. İtalya’ya ve Fransa’ya yönelik sözel tepkiler, suya yazı yazmakla eşdeğerdir. ABD’deki gelişmeler konusunda ise bir girişim yapılmamıştır.
İtalya’da “sözde Ermeni soykırımını resmi olarak tanıması ve bunu uluslararası alanda savunmasını” isteyen önerge, 43 çekimsere karşı 382 evet oyuyla kabul edilmiştir. Muhalefetteki Forza İtalia partisi milletvekilleri çekimser oy vermişlerdir. Görüşmelerde söz alan hükümet ortağı, sistem karşıtı 5 Yıldız Hareketi (M5S) partisi milletvekili Enrico Carelli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan tamamen farklı olan, dost bir ülke olan (Türkiye ile) iyi ilişkilerimizi tartışma konusu yapmayın” demiş, Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında stratejik bir rol oynadığını belirtmiştir.
Aslında Senato soykırımı inkara 3 yıla kadar hapis cezasını içeren yasayı 11 Şubat 2015 tarihinde onaylamıştı. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarına ilişkin 1975 tarihli yasanın bazı maddelerinde değişikliği öngören tasarı 234 evet, 8 çekimser ve 3 ret oyuyla kabul edilmişti. İtalya´da 2007 yılında da inkara ilişkin bir yasa tasarısı hazırlanmış, ancak fikir özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle şiddetli tartışmalara yol açmıştı. İtalya’nın almış olduğu Türkiye’yi karalayan kararı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun kınamıştır: “İtalya Parlamentosu’nun tarihimizi çarpıtma ve politize etme çabasını en sert biçimde kınıyoruz. Bu kısır, düşmanca ve müessif bir yaklaşımdır. Birbirimizin anılarına saldırmak yerine hep birlikte gerçeğin hikayelere üstün gelmesini sağlamalıyız.” Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise kararının yok hükmünde olduğunu açıklayarak, “Tarihi siyasallaştıran tüm girişimler gibi İtalyan Temsilciler Meclisi’nin bu kararı da yok hükmünde. İtalyan Meclisi’nin, yabancı düşmanı Lega Partisi’nin AP seçimlerindeki oyunu artırmak maksadıyla sahnelediği oyuna alet olması kabul edilemez” demiştir.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Twitter hesabından yaptığı paylaşımda “İtalyan Parlamentosunun sözde soykırım kararı, tarihi gerçekleri yok sayan ve yeni husumet tohumları eken bir karardır. Cumhurbaşkanımızın ortak tarih komisyonu çağrısını yok sayan ve siyasi popülizmi körükleyen bu yaklaşımları şiddetle reddediyoruz” ifadesini kullanmıştır. Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, “İtalya Temsilciler Meclisinin 10 Nisan 2019 tarihli önergesi Ermeni iddialarının iç siyasi çıkar hesapları için bir araç olarak kullanılmasının yeni bir örneğidir. Bu önergeyi şiddetle kınıyoruz… bu iddiaların siyasi niteliğini ve tarihi gerçeklerle bağdaşmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu çabalar, hiçbir tarafa yarar sağlamadığı gibi geleceğe dönük iyi niyetli girişimlerin de önünü tıkamaktadır. Tarihi siyasallaştıran tüm girişimler gibi bu önergenin de Türkiye açısından hiçbir hükmü yoktur“ vurgusu yapılmıştır.
Karar çıktıktan sonraki sözel tepkilerin karşı taraf üzerinde etkisi yoktur. Önemli olan, bu kararın alınmaması için önlem almaktır. Ayrıca İtalya Parlamentosu’na ilk tepkiyi Meclis Başkanı Mustafa Şentop gösterseydi daha etkili olurdu. Çünkü karar, İtalya Parlamentosu tarafından alınmıştır.
İtalya’dan önce İsveç Parlamentosu 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının tanınmasını öngören karar tasarısını 11 Mart 2010 tarihinde bir oy farkla kabul edilince, Başbakan Erdoğan İsveç gezisini iptal etmiş, Büyükelçimiz geri çağrılmıştı. Avrupa Parlamentosu 15 Nisan 2015 tarihinde Türkiye’yi sözde soykırımı tanımaya çağırmıştır. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “Avrupa Parlamentosu, kabul ettiği kararla, zamanında uluslararası hukukla bağdaşmaz şekilde ve yetki alanını aşarak yapmış olduğu hatayı tekrarlamıştır” denilmiştir. Lüksemburg Parlamentosu sözde Ermeni soykırımı iddialarını 7 Mayıs 2015 tarihinde, ardından Belçika Parlamentosu benzer bir tasarıyı 24 Temmuz 2015 tarihinde, Almanya Federal Meclisi 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen tasarıyı 1 Haziran 2016 tarihinde kabul etmiştir. Hollanda Parlamentosu, koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği tarafından hazırlanan, “1915’de Anadolu’da Ermeniler’e yönelik katliamların soykırım olarak tanınması” önerisini 23 Şubat 2018 tarihinde uygun bulmuştur.
Alınan bu kararlara rağmen hukuku yok saymayan ülke ve bölgelerde vardır. İspanya’da Galisya (Galişya) Özerk Yönetimi, sözde Ermeni soykırım tasarısını 9 Haziran 2016 tarihinde 32 lehte oya karşı 38 oyla reddetmiştir. Benzer şekilde Danimarka Parlamentosu’nun 1915 olaylarına ilişkin 26 Ocak 2017’de aldığı kararda sözde Ermeni soykırımından söz edilmemiştir. Parlamento, 1915-1923 sürecinde yaşanan trajik olaylarda uzlaşımın arşiv belgelerine dayanılarak karşılıklı diyalog yoluyla sağlanabileceğini ve bu noktada bir yargılama yapmayacağını kararlaştırmıştır. Bu görüş, 1948 BM Soykırım Anlaşması uyarınca AİHM’nin soykırım suçunun tanınmasında parlamentoların yetkisi olmadığı hükmü ile bağdaşmaktadır.
Avrupa’da sözde Ermeni soykırımını tanıyan diğer ülkeler şunlardır: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Rusya, Yunanistan, Belçika, Vatikan, Fransa, İsviçre, İsveç, Slovakya, Hollanda, Litvanya, Çekya, Avusturya, Bulgaristan, Lüksemburg, Almanya, İtalya ve Avrupa Parlamentosu. Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul eden 14 ülke üye olmak istediğimiz Avrupa Birliği üyesidir. Avrupa Parlamentosu’nun kararları ortadan kalkmadığı sürece Türkiye AB üyesi olamaz. Üye olmak istiyorsa, bu kararları kabul etmek zorundadır. Bu da mümkün olmadığına göre AB üyeliğini unutmamız gerekir. Zaten AB üyeliği gündemden düşmüş, AB Bakanlığı kaldırılmıştır. DPT AET Dairesi’ni 1982 yılında Turgut Özal’ın oluru ile kuran biri olarak bu gelişmelerden mutlu olduğumu söylemem mümkün değildir.
Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararı niteliğindeki 2018 Türkiye Raporu, 13 Mart 2019 tarihinde Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Karar’ın 21’nci paragrafında, “Avrupa Birliği Komisyonu’na ve Konseyi’ne, Müzakere Çerçevesi‘ne uygun olarak Türkiye’yle üyelik müzakerelerini askıya almasını” tavsiye etmekte, hükümete karşı değil, aynı zamanda Türk halkına karşı önyargılı, ayrımcı ve tahkir edici bir tutum sergilemektedir. Diğer bir önemli husus, tek taraflı Ermeni anlatılarına dayanan AP’nin 2015 tarihli kararındaki 1915 olaylarına ilişkin ifadelere yapılan atıftır. Girişte “Ermeni soykırımının yüzüncü yılına dair 24 Nisan 2015 tarihli kararını dikkate alarak” ifadesine yer verilmiştir. 32’nci paragrafta Türkiye’ye önerilen şudur: “Türkiye’yi ve Ermenistan’ı ilişkilerini normalleştirmeye davet eder; Türkiye-Ermenistan sınırının açılması, özellikle sınır ötesi işbirliği ve ekonomik bütünleşme yoluyla ilişkileri iyileştirebilir.” Bu ifade kabul edilemez.
Karar sonrasında Dışişleri Bakanlığı’nın “Avrupa Parlamentosu tarafından benimsenen tek taraflı ve objektiflikten uzak tutuma, tarafımızca herhangi bir değer atfedilmesi mümkün değildir. Söz konusu tavsiye kararı bizim için hiçbir anlam ifade etmemektedir” açıklamasının Parlamento üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Her alınan karardan sonra “bizim açımızdan yok hükmündedir” “hiçbir anlam ifade etmemektedir” ifadelerinin dışında bir icraat yapılmaması, Avrupa Parlamentosu’nda ilk defa üyeliğe aday bir ülke için müzakerelerin askıya alınmasının gündeme gelmesine yol açmıştır. Bunda, Ermeni diasporasının bir an olsun dur-durak bilmeden çalışmalarını yok saymamızın büyük etkisi vardır.
Avrupa Parlamentosu’nun 18 Temmuz 1987 tarihli “Ermeni Sorunu’nun Siyasi Çözümü Üzerine Kararı” ortada durmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye adaylığının (1999) kabul edilmesinden sonra Ermeni lobisi, Avrupa Parlamentosu raportörü aracılığıyla “Katılıma Doğru Türkiye’nin İlerlemesi Üzerine Komisyon’dan 1999 Düzenli Rapor” un da Ermeni iddialarına yer verilmiştir. 15 Kasım 2000 de kabul edilen rapordaki şu tespit çok önemlidir: “Avrupa Parlamentosu, Türk Hükümeti’ni ve TBMM’ni, Türk toplumunun önemli bir kesimini oluşturan Ermeni azınlığa desteği arttırmaya, bu çerçevede modern Türk devletinin kurulmasından önce Ermeni azınlığın uğradığı soykırımı resmen tanımaya davet eder.”
Avrupa Birliği’nin “Güney Kafkasya ile İlişkiler” başlıklı kararında, 1987 kararına atıf yapılarak Ermeni iddialarına yer verilmiş, “Parlamento Türkiye’den, Avrupa’ya katılmak amacı ile uyum halinde olarak, Ermenistan’a uyguladığı ablukayı sona erdirmeye yönelik uygun önlemleri almasını ister; bu konuda 1915 Ermeni soykırımını bir gerçek olarak tanıyan 18 Temmuz 1987 tarihli kararındaki tutumunu teyit eder ve Türkiye’den de aynısını yapmasını talep eder” denilmiştir. 31 Mart 2004 tarihli Türkiye Raporu ve tavsiye kararında Türkiye’ye “Ermenistan ile sınırları açması ve tarihi uzlaşmayı engellememesi” çağrısını yapmıştır. Komisyon 6 Ekim 2004 tarihli raporunda da “Türkiye’nin AB’ye Katılmasının Etkileri” başlıklı bölümde “AB’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrar sağlayıcı bir etki yapabileceğine” değinilmiştir. 15 Aralık 2004 de, 16 Haziran 1987 – 1 Nisan 2004 kararlarına atıfla “Ermeni soykırımının Türk yetkililerinden istenmesi konusunda Bakanlar Konseyi’ne ve Komisyona çağrıda bulunulmuş ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın en kısa sürede açılması talep” edilmiştir.
Parlamento; 18 Haziran 1987, 15 Kasım 2000, 28 Şubat 2002, 31 Mart 2004 ve 15 Aralık 2004 kararlarını onaylamış, “Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıyan 1987 tarihli Kararı’nı kabul etmesi ve soykırımı tanımasını” istemiştir. Parlamento’nun 12 Mart 2015 tarihinde kabul ettiği “ Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları ve Demokrasi Konusundaki Politikası” başlıklı raporunda Türkiye’nin, soykırımının 100’n ncü yılı sebebiyle Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Ermeni soykırımını kabul etmeye ve diğer ülkeleri de kabule teşvik etmeye çağrılmaktadır. Kararda; Osmanlı İmparatorluğu’nda 1,5 milyon Ermeni’nin soykırım sebebiyle hayatını kaybettiği açıklanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun taziye içeren ve Osmanlı Ermenilerine yönelik zulümleri tanıyan açıklamalarının, Avrupa Parlamentosu tarafından olumlu karşılandığı belirtilmiştir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta, İstanbul, 2013, s. 522)
Başbakanı Erdoğan, 23 Nisan 2014 tarihinde 1915 olaylarının 99’ncu yıldönümü vesilesiyle yayınladığı mesajında hayatını kaybeden Ermenilerin torunlarına taziye dileklerini şöyle iletmiştir: “Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır. Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla 20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.”
Bu mesaj hedefine ulaşmamıştır. Başbakan Erdoğan eğer Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları soykırım konusunda bilgilendirilmiş olsaydı, muhtemelen bu mesajı yayınlamak istemeyebilirdi. Çünkü, Avrupa Parlamentosu 15 Nisan 2015 tarihinde aldığı kararda; “18 Haziran 1987 kararında tanınan Osmanlı İmparatorluğu bölgesinde 1915-1917 yıllarında Ermenilere karşı vuku bulan trajik olayları 1948 tarihli soykırım suçunun cezalandırılması ve önlenmesi konvansiyonu ışığında soykırım olarak tanımlamaktadır, insanlığa karşı meydana gelen tüm suçları, soykırımı kınamaktadır ve bunları inkâr eden her türlü girişimden şiddetle eseflenmektedir” denilmiştir.
Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall’un yaptığı röportajda o günlerden şöyle söz etmiştir: “Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.” (He told me: Before Khojalu, the Azerbaijanis thought that they were joking with us, they thought that the Armenians were people who could not raise their hand against the civilian population. We needed to put a stop to all that. And that’s what happened. And we should also take into account that amongst those boys were people who had fled from [the anti-Armenian pogroms in] Baku and Sumgait.
Aşağıdaki fotoğraf içime hiç sinmemiştir. Sebebi, dünya basınındaki aşağıdaki haberlerdir.
“Ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı, yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler” For The Sake of Cross, s. 62-63. “Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Bütün dünya tanınmaz hale getirilmiş cesetlere tanıklık etti. Azerbaycanlılar çok sayıda insanın öldürüldüğünden haber vermekteler.” Krua l’Eveneman Paris, 29 Şubat 1992. “Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.” Sunday Times,1 Mart 1992. “Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır.” Financial Times, 9 Mart 1992. “Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.” Times, 4 Mart 1992. “Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.” İzvestiya, 4 Mart 1992. “Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler Hocalıda öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş , tırnakları çıkarılmış 3 kişi görmüşlerdir.” Le Monde, 14 Mart 1992. “Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.” İzvestiya, 13 Mart 1992. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 2, 3, 5, 9 ve 17’nci maddelerinin ihlal edildiği Hocalı Katliamı’ndan ötürü kimse yargılanmamıştır.
Türkiye, sözde Ermeni soykırım yalanlarına karşı devamlı savunmada kalmaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği AGİT Minsk Grubu’na Hocalı soykırımını neden gündeme getirmemektedir? Hocalı’daki soykırımı neden “soykırım” olarak tanımamaktadır? Hocalı soykırımı Avrupa Konseyi’nde neden yeterince anlatılmamaktır? Türkiye’nin Ermenistan ile sınırlarını açmamasının sözde Ermeni soykırımı ile ilgisinin olmadığı neden dile getirilmemektedir? Türkiye, hangi gerekçeyle 1915 tehciri sebebiyle 1948 “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” kapsamına alınmaktadır sorusunu sormamaktadır? Diasporanın sözde Ermeni soykırımı propagandasına neden aynı tonda cevap verilmemektedir? Ermeni diasporasının büyük yalanı olan “1,5 milyon Ermeni katledildi” iftirasına neden belgelerle karşılık verilmemektedir? Eğer belge bulunmakta zorlanıyorsa neden aşağıdaki belgeden neden yararlanılmamaktadır?
Bu rakam, (1,5 milyon) Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta vardır. Bir farkla. 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Bu uluslararası intihaldir. O tarihte tüm Ermeni nüfusu 1,5 milyon civarındadır. Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki seramik müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde açılan anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Ermeni nüfusu batılı kaynaklara göre aşağıda verilmiştir.
Kaynak:
Türkiye Ermeni Cemaati ile Türkiye Ermeni Patrikhanesi, Ermeni diasporasının sözde Ermeni soykırımı propagandası karşısında neden sessizliğini sürdürmektedir? Türkiye Cumhuriyeti, her bir ferdine gösterdiği saygıyı, Ermeni kökenli vatandaşlarına da gösterdiğini, Ermenilerin dinine, diline, sosyal ve kültürel mirasına sahip çıktığını, dünyaya neden anlatamamaktadır? Ermeni kökenli vatandaşlarımız bu konuyu neden dile getirmemektedir? Ermeni diasporası tarafından üretilen 1,5 milyon Ermeni’nin katledilmesi yalanına karşı gerçekler uluslararası topluma neden açıklanamamaktadır? Ermeni kökenli vatandaşlarımızın da içinde olacağı sivil toplum kuruluşları ile diğer ilgililer neden bir araya getirilmemektedir? YÖK, tüm üniversitelerde neden birer Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurulması için gerekli düzenlemeyi yapmamaktadır? Yetkililer “arşivlerimizi açtık” demek yerine, arşiv belgelerini neden dünya kamuoyu ile paylaşmamaktadır? Avrupa Parlamentosu iki de bir sözde Ermeni soykırımı kararlarını almadan önce neden gerekli belgeler ile parlamenterler aydınlatılamamaktadır?
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınması kararı Strasbourg’daki Genel Kurul oturumunda oy çoğunluğuyla kabul edilirken Türkiye neden gerekli önlemleri zamanında almakta gecikmektedir? Oylamaya katılan 622 parlamenterden 370’i karar lehinde, 109’u ise karar aleyhinde oy kullanırken 143 parlamenter çekimser kalmıştır. Neden Parlamento önünde Türk kuruluşlarının protesto yapması organize edilememektedir? Perinçek temyiz kararının alındığı tarihte Turgut Özal Üniversitesi adına davayı izlemek için Strasbourg’da bulunuyordum. Kararın açıklandığı gün AİHM’e giden Avenue l’Europe üzerinde PKK’lılar Öcalan’ın resimleri ile Türkiye aleyhinde propaganda yapıyorlardı.
AP Türkiye raportörü, Hollandalı sosyal demokrat parlamenter Kati Piri tarafından hazırlanan karara gerekçe olarak, Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki “gerileme” ve son anayasa değişikliğinin mevcut haliyle yürürlüğe girmiş olması gösterilmiştir. Parlamento geçen yıl son anayasa değişikliğinin mevcut haliyle yürürlüğe girmesi durumunda müzakerelerin resmen askıya alınması çağrısında bulunacağını belirtmişti. Kararda, müzakere sürecinin askıya alınması tavsiyesine ek olarak, iki yeni unsura daha yer verilmiştir. Türkiye-AB ilişkilerinin “etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanması” istenmektedir. Parlamento, katılım müzakerelerinin başladığı 2005 yılından bu yana ilk defa bu düşünceyi kararına yansıtmıştır. İkinci olarak, Türkiye ile AB arasındaki her türlü yeni siyasi yükümlülüğün demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklara saygı koşuluna bağlanması kararlaştırılmıştır.
Avrupa Birliği kurumları Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlarken neden her defasında sadece “kınıyoruz”, “yok hükmünde sayıyoruz”, “yok sayıyoruz” “bu kararın bizim için hiçbir geçerliliği yoktur” diyoruz. Bizim yok hükmünde dememiz ile alınan kararlar yok mu oluyor? Bunu söyleyenler acaba gerçeği bilmiyorlar mı? Yok hükmünde dememizle kararlar yok olmuyor, tarihe geçiyor ve devamlı karşımıza çıkıyor.
Fransa, 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan etmiş, kararname 11 Nisan 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Macron tarafından imzalanmıştır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu karara tepki göstermiştir: “Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ’24 Nisan Ermeni Soykırımını Anma Günü’ kararnamesi, AİHM ve Fransız Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını açıkça ihlal ediyor… AİHM´in de bu konuda net kararları var… Ruanda soykırımının üzerinden 25 yıl geçmedi. Diğer tarafından Cezayir´de ve diğer yerlerde, Afrika´da Fransa´nın ne yaptığını neler yaptığını ne onlar unuttu ne biz unuttuk… Ama bu kararın bizim için hiçbir geçerliliği yoktur. Bu konuda biz de gerekli tedbirlerimizi zaten alacağız. Bununla ilgili Ankara´da da bazı girişimleri başlattık.”
Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Macron, 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştı. Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir. 5 Şubat’tan sonra geçen 66 günde Türkiye hiçbir tedbir almamıştır. Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olmuştur ama gerekli önlem alınmamış, Fransa’nın Cezayir ve Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile yüzleşmesi sağlanamamıştır. Bakan Çavuşoğlu’nun “bu kararın bizim için hiçbir geçerliliği yoktur” demesiyle karar geçerliliğini kaybetmemektedir. Karşı tarafa aynı şekilde cevap verilmediği sürece sözel tepkilerin hiçbir anlamı olmaz. Maraş’ta Fransa’nın yaptığı katliamları neden soykırım olarak kabul etmiyoruz? Neden ve kimden korkuyoruz? Önce İngiltere sonra Fransa’nın işgaline uğrayan Maraş’ta yaptıkları neden gündeme getirilmemektedir?
30 Ekim 1919 Perşembe günü Fransız kuvvetleri Maraş’a girer. Fransızlar, girdikleri yerlerdeki Ermenilerin olay çıkarmalarına sebep olacak derecede onlara yüz verir. 31 Ekim 1919 Cuma günü Uzunoluk Yokuşu üzerinde yer alan hamamdan çıkan kadınlara, Fransız lejyonu mensubu birkaç Ermeni şunları söyler: “Artık buraları Fransız ve Ermeni memleketi oldu. Tesettür kalkacak, bütün kadınlar yüzlerini açacak. Kim peçesini açmazsa parça parça edip işte böyle yapacağız.” Bunun üzerine Sütçü İmam belinden tabancasını çıkarır, tetiğe basar ve isyanı başlatır. Kahramanmaraş şehir merkezinde yer alan Sütçü İmam Abidesi 99 yıl önce verilen mücadeleyi gösterir. Yirmi iki gün sonra Fransızlar ve Ermeniler Maraş’ı terk etmek durumunda kalır. Uzunoluk’un üzerinde yapılan çeşmede “Sütçü İmam, Türk namusunu burada silahı ile korudu” ibaresi vardır.
Hocalı Soykırımı
Fransa’ya verilecek en iyi cevap, Türkiye ile ilişkileri koparmamak için seçilmiş kişilere verdiği nişanları topluca bir bildiri yayınlayarak iade etmektir. Eğer Fransa’ya misilleme yapılacaksa zaman kaybetmeden bu iade yapılmalıdır. Aslında Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayan bir ülkeden nişan almak acaba nişan alanları rahatsız etmiyor mu? Nişanla ödüllendirilen Türk vatandaşlarının sonuncusu Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Ali Sabancı’nın nişan töreninde konuşan Fransız Büyükelçi Fries, “Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir.
Büyükelçinin bu sözlerine karşılık Macron, 31 Ocak 2018 tarihinde Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi sözde Ermeni soykırımı konusunda eleştirmiştir. Macron etkinlikte yaptığı konuşmada, Fransa’da Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’a özel ilgi göstermiş, Ermeni etkinliğinde Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Paylan’a Vermeil Madalyası (la médaille Grand Vermeil) verilmiştir. Garo Paylan Artsakhpress.am’ de yer alan demecinde Afrin operasyonuna karşı olduğunu açıklamıştı: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”
Fransa’dan nişanı alan çoğu kişi bunu iade etmez. Bununla beraber Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi geçmişte birlikte görev yaptığımız, çok değerli dostum rahmetli eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi. Yazar Orhan Pamuk’a 29 Ekim 2012 tarihinde Legion d’Honneur nişanı verilmiştir. Pamuk, İsviçre’nin günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “TÜRKİYE’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demiştir. Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nde bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur.
Pamuk, nişan almasından önce ABD’de yayınlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs‘ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. 12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. Fransa’da Sosyalist Parti’nin sunduğu ve sözde Ermeni soykırımının inkarının suç sayılmasını öngören yasa tasarısı 12 Ekim 2006 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Acaba bu bir tesadüf müdür?
Orhan Pamuk ödülü almıştır ama bir Fransız vatandaşı olan Ehess / Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony, 14 Temmuz 2012 tarihinde Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi şöyledir: “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Une chercheuse refuse la Légion d’honneur,
“Orhan Pamuk, winner of the 2006 Nobel prize in literature. Photograph: AP “The Turkish author Orhan Pamuk, whose trial on charges of “insulting Turkishness” was dropped earlier this year, has won the 2006 Nobel prize for literature. The Swedish Academy praised the author’s work, which includes the bestselling novels Snow and My Name is Red and a memoir of his home city, Istanbul, saying that “in the quest for the melancholic soul of his native city [he] has discovered new symbols for the clash and interlacing of cultures.” )
Legion d’Honneur nişanı alan Türk vatandaşlarından bazıları şunlardır: Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal, Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç ve Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç, Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce.
Fransız muhafazakar eğilimli Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Yazıyı yazan Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet, Zeynep Göğüş’ün Tempo’da yayınlanan “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine yer vermiştir ama Yaşar Kemal nişanı geri vermemiştir.
Yaşar Kemal 18 Aralık 2011 tarihinde Legion d’Honneur nişanı almıştır. Şimdi nişanı iade etmesinin tam zamanıdır. Fransa’dan ödül alanlar nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Fakat 93 yaşındaki Mandela ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011’de almıştır. )
Perinçek Kararı’ndan sonra (Case Of Perincek V. Switzerland (Application No. 27510/08) Judgment Strasbourg 15 October 2015. This Judgment is Final But May Be Subject To Editorial Revision) AİHM yeni bir karar daha alarak Türkiye’nin tezlerini haklı çıkarmıştır. Sözde Ermeni soykırımının tanınması aleyhine verilen AİHM’nin 28 Kasım 2017 tarihli Mercan ve diğerleri kararı, (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) İsviçre’yi mahkum ederek Avrupa’da uluslararası hukuka saygılı hakimlerin bulunduğunu göstermiştir. {“itemid”:[“001-178955”]}
Bu süreçte sözde Ermeni soykırımını inkarın cezalandırılmasını öngören yasa teklifi Fransız Senatosu tarafından 4 Mayıs 2011 tarihinde oy çokluğuyla reddedilmiştir. Yasa teklifi Senato Anayasa Komisyonu’nun incelemesine sunulmuştu. Komisyon tasarıyı, “Yasama organlarının tarih yazamaması gerekir, tasarı Fransız Anayasası ve ifade özgürlüğüne aykırı” gerekçesiyle reddetmiştir. Komisyon Senato’ya sunduğu önergede, ayrıca tasarının kabulü halinde Türk-Fransız ilişkilerinin bozulma riski olması başka bir gerekçe olarak kararda yer almıştır. Oylamaya katılan 290 senatörden 196’sı yasa teklifinin reddedilmesi için Senato Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan önerge lehinde oy kullanırken, 74 senatör yasa teklifini desteklemiş, 20 senatör ise çekimser kalmıştır.
Fransa Anayasa Mahkemesi, Yahudi soykırımı ile sözde Ermeni soykırımının aynı şey olmadığını, çünkü Ermeni soykırımında bir mahkeme kararının bulunmadığını belirlemiştir. Böylece, Ermeni soykırımı yasası ile ilgili Fransız Parlamentosu’ndan gelebilecek bir yasanın önünü kapatmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek Kararı tanınmıştır. Karar, Türkiye’yi soykırımla suçlayan 29 Ocak 2001 tarihli yasayı iptal etmemiş, fakat Danıştay’ın (Conseil d’Etat) 19 Kasım 2015 tarihli kararının hatalı olduğunu belirlemiştir. Danıştay, Türkiye’yi Ermeni soykırımıyla suçlayan 2001 tarihli yasanın iptali için Anayasa Konseyine yapmış olduğu bireysel başvuruyu (Question Prioritaire de Constitutionnalité) hukuk dışı gerekçelerle reddetmişti. Anayasa Konseyi böylece Danıştay’ın kararının hatalı olduğunu da tespit etmiştir.
Fransa’yı eleştirirken kendimize de bakmamız gerekir. Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı Ahmet Bin Bella, Türkiye’nin BM’de Fransa lehine oy kullanması konusunda büyük bir hayal kırıklığına uğradıklarını, Müslüman bir ülkeden beklentilerinin bu olmadığını belirtmiştir. Cezayir’in ikinci Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, (1932-1978) Türkiye’ye dargın olduklarını, Türkiye’nin hep Fransa’nın yanında yer aldığını, üstelik Cezayir’e üç yüz yıl hükmettiğini ama mücadelede kendilerini desteklemediğini açıklamıştır.
Cezayir halkı ve devlet adamlarının bilincinde Türkiye’nin BM’deki çekimser ve ret oyları derin iz bırakmıştır. Bu yüzden Türkiye’nin Cezayir ile Turgut Özal zamanına kadar ilişkisi olmamış, Turgut Özal’ın Cezayir ziyareti sırasında yaptığı özür açıklaması sonrasında ilişkiler yumuşamıştır. 5 Şubat 1985 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki yorum şöyledir: “Fransız sömürgeciliğine karşı yıllardır savaşan ve binlerce evladını kaybeden Cezayir’in bağımsızlığı konusunda zamanın Türk Dışişleri’nin bu davranışı sadece Cezayir’de değil, hemen hemen tüm Arap-İslam ülkeleri üzerinde olumsuz bir tepki uyandırmış ; Türkiye bu tepkiler yüzünden uzun yıllar uluslararası görüşmelerde Asya-Afrika ülkelerini karşısında bulmuştu.”
AİHM’nin kararlarına rağmen sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülke sayısı giderek artmaktadır. Eğer 24 Nisan’da Türkiye ile ilişkileri pek iyi olmayan ABD Başkanı Donald Trump Ermeni tehcirini soykırım olarak tanımlarsa (genocide) bu sayı hızla artacaktır.
Sadece “biz bunu tanımıyoruz” demekle yetinilirse, Türkiye köşeye sıkıştırılacaktır. Bunun, gerek ekonomik ve gerekse siyasi faturası olacaktır. Başkan Trump; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış, 1967 yılında İsrail tarafından işgal edilen Golan tepeleri üzerinde İsrail’in egemen olduğunu açıklamış, Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in eylemlerini geçersiz kılan 338 ve 242 sayılı kararlarını yok saymış, ABD Rusya’dan alınması planlanan S-400 hava savunma sistemi sebebiyle Türkiye’ye teslimatı geciktirilen ve projesinin de iptal edilmesi gündemde olan F-35 savaş uçakları ile ilgili yeni bir adım atmış, eğitim teçhizatının ve diğer malzemelerin Türkiye’ye gönderimi durdurulmuştur. Pentagon sözcüsü kararın, “Türkiye, S-400 alımından vazgeçtiğine dair, hiç yanlış anlaşılmaya yer vermeyecek nitelikte bir karar alana kadar” geçerli olacağını açıklamıştır.
İtalya ve Fransa’da Türkiye aleyhine kararlar alınırken ABD’de çok daha önemli gelişmeler olmaktadır. Bu konuda Turkish Forum’da (ABD) yayınlanan 60 sayfalık manifesto niteliğindeki yazımda bu konuya dikkati çektim ve önemli sivil toplum kuruluşları, vakıflar, kamu yetkilileri ve benzer kuruluşlara yazımı gönderdim. Fakat bu satırların yazıldığı 14 Nisan 2019’a kadar Milli Düşünce Merkezi dışında hiçbir sivil toplum kuruluşundan olumlu cevap alamadım. (TURKISH FORUM, “24 Nisan Yaklaşırken Sözde Ermeni Soykırım Yalanına Cevap: Bir Manifesto (1)” https://www.turkishnews.com/tr/content/2019/04/04/24-nisan-yaklasirken-sozde-ermeni-soykirim-yalanina-cevap-bir-manifesto-1/
Negev Ben Gurion Üniversitesi’nde Orta Doğu Etütleri Bölümü’nden emekli Profesör Benny Morris ile Orta Doğu Etütleri Bölümü’nden Profesör Dror Ze’evi’nin 24 Nisan 2019 tarihinde Türkleri yalan ve gerçek dışı iddialar ile karalayan, Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan toplumu yok etmekle suçlayan Otuz Yılık Soykırım kitabı yayınlanacaktır. Kitap, Türklere yönelik iftiralarla doludur. Benny Morris, İngiltere’den Filistin’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Gençliğinde Hashomer Hatzair adlı bir sol gençlik hareketinin üyesi idi. Askere gitmeyi reddettiği için hapis yatmıştır. Çalışmalarında İsrail’in yaptığı etnik temizlikleri ve Filistin halkını sürgüne gönderme ile ilgili kanıtları açığa çıkardığı için İsrail toplumu ve devletinden büyük tepki görmüştür. Kendisini solcu ve siyonist olarak tanımlayan Benny Morris, Filistinlileri toptan sürme fikrini desteklemektedir. Robert Fisk’in kitap ile ilgili tanıtım yazısı şöyledir:
“1894 ve 1924 arasında, daha önce nüfusun yüzde 20’sini oluşturan Anadolu’da bölgedeki Hıristiyan azınlıkları hedef alan a üç şiddet dalgası görüldü. 1924 yılında Ermeniler, Asurlular ve Yunanlıların nüfusu yüzde 2’ye düşürülmüştür. Tarihçilerin çoğu bu dalgaları ayrı, yalıtılmış olaylar olarak değerlendirmiş ve Türkler bunları talihsiz bir süreç olarak sunmuştur. Otuz Yıllık Soykırım, üçüncü dalga olup aslında Anadolu’nun Hıristiyan nüfusunu yok etmeye yönelik devam eden bilinçli bir politikanın sonucudur. Yakın tarihinin en şiddetli yok etme yılları II. Osmanlı padişahı II. Abdülhamid döneminde, Genç Türkler tarafından yapılmış Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında sona ermiştir. Ancak, padişahın İslamlaştırışı otokrasisinden I. Dünya Savaşı sonrasının laik cumhuriyet dönemindeki değişime rağmen, ülkenin izlediği politikalar değişmemiş, önceden belirlenmiş kitlesel öldürme, cinayet, zorla dönüşüm, toplu tecavüz ve kaçırma olayları devam etmiştir. Fakat bir şey değişmemiştir: Cihadın yükseliş çığlığı. İslam’ın öğretilerine aykırı olsa da iki milyon Hıristiyan’ın öldürülmesi, saf bir Müslüman millet yaratma konusunda Türklerin bir icraatıdır. Açıklayıcı ve kusursuz bir şekilde araştırılmış olan Benny Morris ve Dror Ze’evi’nin tespitleri, modern tarihin en korkunç olaylarından birini açıklamaktadır. Tekrar ve tekrar okuyarak Morris’in ve Zeevi’nin çalışmalarında saf, korkunç, şok edici şiddet olaylarından kasıldım. İnsanların, değiştirecekleri, zalimlik davranışlarını, insanlıklarını değiştirebilecekleri kadar zalim hale getirmeleri mümkün mü?”
ABD’de Türklere yönelik iftiralarla dolu Benny Morris ile Dror Ze’evi’nin kitabının piyasaya çıkış tarihinin 24 Nisan olması çok anlamlıdır. Bu özel tarihin seçilmesi, Türkiye’ye yönelik uluslararası bir karalama kampanyasının bir parçası olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Kitapta Türk ve Osmanlı kaynaklarına başvurulmamış, gerçekler tahrif edilmiş, yalan ve iftiralarla Türk milleti karalanmaya çalışılmıştır. Oysa asıl soykırım Ermeniler tarafından Azeri Türklerine Hocalı’da yapılmıştır.
Geçen yıl Trump tüm baskılara rağmen “soykırım” dememişti (Nunes calls it ‘Armenian Genocide,’ but Trump carefully avoids that word in statement, April 24, 2018, ama bu yıl geçen yıldan çok farklıdır. Eğer Trump 24 Nisan’da Ermeni tehcirine “soykırım” derse, bunun uzun vadede Türkiye’ye faturası çıkar. Konunun önemi Türk kamuoyunda ne kadar biliniyor bilemem ama son gelişmelere bakılırsa bu yıl Trump Türkiye’yi sıkıştırmak için “soykırım” diyebilir. Çünkü ABD’de Ermeni diasporası bir stratejiye bağlı olarak çalışmakta ve gerektiği zaman yeni hamlelerini gerçekleştirmektedir.
Tüm bu gelişmeler karşısında öncelikle “sivil platform” oluşturulmalıdır. Platformu her konuda uzman katılımcılarla desteklemek, her alanda yüksek nitelikte iletişimciler ve strateji oluşturma yeteneği olanlarla kısa ve uzun vadede yapılacakları belirleyerek hızlı davranmak gerekir. Platform, internet ve sanal iletişim aracılığı ile kurumsal iletişim yapılanmasına dönüştürülmelidir.
ABD’de Temsilciler Meclisi’nde Demokrat Adam Schiff‘in açıkladığı tasarıda, “Temsilciler Meclisi’nin Ermeni soykırımını tanımayı ve anmayı ABD politikası olarak gördüğü” ifade edilmiştir. Meclisin, ABD hükümetini sözde soykırım iddialarının inkarı ile ilişkilendirme çabalarını reddettiği açıklanan tasarıda, ABD’nin 1915 olaylarındaki insani yardım çabaları dahil sözde Ermeni soykırımına ilişkin eğitimin ve kamu bilgilendirmesinin ABD politikası olarak teşvik edildiği belirtilmiştir. Tasarıda, “Her iki parti üyelerinin desteklediği tasarı, ABD Başkanı’na, Ermeni ‘soykırımıyla’ ilgili gerçeklerin ve devam eden sonuçlarının Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmasını içeren tarafsız, yapıcı ve kalıcı bir Türk-Ermeni ilişkisi doğrultusunda çalışması çağrısında bulunuyor” ifadesi yer almıştı. Adam Schiff, tasarıya destek veren bazı milletvekilleriyle Kongre’nin bahçesinde düzenlediği basın toplantısında tasarıya 46 milletvekilinin destek verdiğini açıklamış, tasarının komitede ne zaman ele alınacağının ise belirsiz olduğunu dile getirmişti.
New Jersey Senatörü Demokrat Bob Menendez ile Texas Senatörü Cumhuriyetçi Ted Cruz, aynı konuda bir yasa tasarısını Senato’ya sunmuştur. Burada dikkat çekici olan, Senato’ya sunulan karar tasarısı ile Temsilciler Meclisi’ne sunulan karar tasarının metninin aynı olmasıdır. ABD Kongresi’nde “yasa tasarısı” ve “karar tasarısı” olmak üzere iki şekilde tasarı vardır. Yasa tasarıları Kongre’nin iki kanadından da onay aldıktan sonra ABD Başkanının imzasıyla yasalaşır. Karar tasarılarının ise bağlayıcılıkları bulunmaz ama Kongre’nin görüşünü yansıtır. Ermeni tasarısı, ABD Senatosu Genel Kurulu’nda 12 Nisan 2014 tarihinde gündeme alınmamıştı. Aşağıda tasarı metninin orjinanli yer almaktadır.
ABD’de 1915 olaylarının yarattığı mağduriyet duygusu ve Türkiye karşıtlığı Ermeni kimliğinin en önemli referans noktaları haline gelmiştir. Türkiye’de Ermenilerin mağdur oldukları savına destek verenler, soykırım yalanına ortak olmaktadırlar. Fransa’ya 1920’lerde Maraş ve Antep yöresinde ne aradığını, oraya neden geldiğini, bu gelişi sırasında bu bölgelerde yaşayan insanlarımızdan ne kadarını öldürdüğünü, sakat bıraktığını ve daha ne gibi zararlar verdiğini sorma gereği duymayan bir milletiz. İşin kötü yanı bunu unutuyoruz, geçmiş sayıyoruz. Sözde Ermeni soykırımı hakkında olayın gerçek yüzünü Ermeni kaynaklarını kullanarak Batı kamuoyunda anlatmadıkça daha pek çok ülke sözde Ermeni soykırımını gerçek bir soykırım gibi kabul edecektir.
1751’de İngiltere ve Rusya’nın Ermenileri hangi nedenlerle yanlarına aldıklarını, 1804-1828 yıllarında Rusya’nın Ermenileri nasıl baskı altında tuttuğunu, 1820 de Amerikalı misyonerlerin Anadolu’ya neden geldiklerini, 1840 ve sonrasında Rusya’ya, 1870 yılından sonra Amerika’ya yönelen Ermeni göçlerini, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Ermenilerin neler yaptığını, 1878’de Kara Haç örgütünün neden kurulduğunu, 1880 yılından sonra Ermenilerin Amerika’daki çalışmalarını, 1885’de Ramgavar Azatakan, (Ramgavar Partisi Tarafından II. Meşrutiyet (1908) Meclis-i Mebûsân’ına Sunulan Beyânnâme ve Program, ; 1887’de Hınçakyan, (Sosyal Demokrat Hınçakyan Cemiyeti ve Nizamiyesi, 1895’de Daşnaksutyun örgütünün neden kurulduğunu, (Ermeni Devrimci Federasyonu, radikal milliyetçi Ermeni siyasi partisi. Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamak amacıyla 1890’da kuruldu. Ermenistan Cumhuriyeti’nde ve diasporadaki Ermeniler arasında aktif bir siyasi parti) 1895’den sonra Amerika’da artan Ermeni nüfusunu, 1894-1896 yıllarında Osmanlı’ya karşı yoğunlaşan Ermeni isyanlarını ve Atatürk’ü kullanarak propaganda yapan yalancı Ermenilere onların anlayacağı üslupla cevap veremezsek, sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir nesil olarak tarihe geçebiliriz.
Türkiye’nin tüm iyi niyetli girişimlerine rağmen Ermenistan ve Ermeni diasporası “4 T” Planları’ndan asla vazgeçmeyeceklerdir. Tanıtma (dünyanın sözde soykırımı tanıması), Tanınma (Türkiye’nin sözde soykırımı kabul etmesi), Tazminat (Türkiye’den tazminat alınması) ve Toprak. (Türkiye’den toprak alınması) Ermenistan’ın 2 Mart 2018 tarihinde seçilen dördüncü Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan, Soykırım Suçuna Karşı Global Forum’daki konuşmasında 21’nci yüzyılda dünyada hızla gelişen kötü ya da iyi olayların arttığını ve kök saldığını şöyle açıklamıştır: “İnsanlık tarihinin binlerce yıl süren zaman içinde hem aydınlık zaferler ve hem de var olan kötülüğün kanıtı niteliğinde olaylar yaşandı. Siyah ve Beyaz, Aydınlık ve Karanlık Arasındaki Mücadele Devam Ediyor.”
Sarkisyan siyah ile Türkiye’yi, beyaz ile Ermenistan’ı kastetmektedir. Bu ortamda “Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı şartlarında hayatını kaybeden milyonlarca Osmanlı vatandaşına Allah’tan rahmet niyaz ediyorum” demek, Ermeniler tarafından katledilen Türk diplomatlarının ve de Türklerin ruhlarını rahatsız etmez mi? Hocalı’daki katliamı görmek istemeyip “sözde” Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. Belgesel youtubedan silinmiştir. (https://www.youtube.com/watch?v=zNCnSDjHGTg) Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeseli ; adresinden izlenebilir. Orijinali silindiği için bu linkte hoş olmayan görüntüler de olabilir. Belgesel 57 dakikadır.
Sözde Ermeni soykırımı konusunda mücadele sadece devlete düşmemelidir. Üç Türk vatandaşının kazandığı dava (Mercan ve diğerleri) çok önemlidir. Ayrıca rahmetli Şükrü Sever Aya’nın, (Big Lie, Büyük Yalan,Ka Kitap 2017) emekli Büyükelçi Pulat Tacer’in, çok yakında kaybettiğimiz emekli Büyükelçi Ömer L. Lütem’in ve Ferruh Demirmen’in (Respectable EU, European Council, and UN Dignitaries) çabalarını göz ardı edemeyiz. Bu süreçte benim de katkım olmuştur. Almanya Federal Meclisi 1 Haziran 2016 tarihinde 1915 tehcir olaylarını soykırım olarak kabul edince Turgut Özal Üniversitesi, bunu kınayan ilk Türk üniversitesi olmuştur. O tarihte tarafımdan hazırlanan bildiri, 2 Haziran 2016’da Üniversite Senatosu tarafından yayınlanmıştır. (https://www.haberler.com/turgut-ozal-universitesi-nden-soykirim-kararina-8493701-haberi/ ) Kınama metni aşağıdadır.
“Ermeni Diasporasının 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni soykırımı iddiası, 1973’den sonra ASALA terör örgütü tarafından Türk diplomatlarına yönelik terör saldırılarına dönüşmüştür. Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin, yabancı mihrakların kışkırtmasıyla devlete başkaldırmaları sonucunda bulundukları bölgelerden daha emniyetli bölgelere nakledilme sürecinde üzücü olaylar ve ölümler olmuştur. Fakat bu tehcir, hiçbir zaman Ermeni nüfusunun kitlesel imhasını öngören bir şekilde gelişmemiştir ve de asla bir soykırım değildir. Türk Ermeni çatışması sırasında binlerce Müslüman Türk vatandaşının toplu olarak katledildiği, Kars, Erzurum ve Van’da ortaya çıkarılan toplu mezarlarla dünya kamuoyunun gözleri önüne serilmiştir. Yeni nefret ortamlarına fırsat verilmemesi, insanların barışa ve birlikte yaşamaya davet edilmesi gerekirken Almanya Federal Parlamentosu’nun tarihi ve hukuki gerçeklerden uzak, siyasi nitelikli Türkiye’yi sözde soykırımı tanımaya davet eden kararı, Türk kamuoyu gibi Üniversitemiz mensupları tarafından üzüntüyle karşılanmıştır. Karar, Doğu ve Batı uygarlıkları arasındaki bütünleşme çabalarına ve de tarihi Türk – Alman dostluğuna zarar verebilecek niteliktedir. Karar, Türk-Ermeni ilişkilerine fayda sağlamayacağı gibi, geleceğe dönük bölgesel ve küresel yeni gerilimlere kaynak oluşturabilecektir. Turgut Özal Üniversitesi Senatosu olarak Birinci Dünya Savaşı’nın Savaş şartlarının yarattığı bir zorunluluktan doğan ölümlerden üzüntü duymamamız mümkün değildir. Fakat, Almanya Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri yok sayarak sadece Ermenilerin değil, Asuriler, Süryaniler ve Keldanilerin de soykırıma tabi tutulduğunu öne sürmesi, 1915 olaylarının Almanya’da okul, üniversite ve siyasi eğitim müfredatlarına konulmasının istenmesi ve de 1915’te yaşananların hem gelecek nesillere anlatılmasına hem de Almanya’da yaşayan Türk ve Ermeni kökenlilerin uyumuna katkı sağlayacağının belirtilmesi kabul edilemez. Turgut Özal Üniversitesi Senatosu olarak Almanya Federal Parlamentosunda alınan sözde Ermeni soykırımı iddialarını savunan kararı kınadığımızı Türk ve dünya kamuoyuna ilan ediyor ve alınan kararın amacına ulaşamayacağını başta Almanya olarak bütün ülkelere bir kez daha önemle hatırlatıyor, zamanımızdan 101 yıl önce yaşanan olayların başta tarihçiler olmak üzere konuyla ilgili bilim insanları tarafından araştırılması yolundaki tüm bilimsel çalışmaları destekleyeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.”
Türkiye, ekonomik boykot dışında alternatifler geliştirmelidir. Derin devlet bu tepkinin içinde olmalı, sivil girişimleri ve açık eylemleri organize etmelidir. Basın konuya önem vermelidir. Düzensiz çalışma anlayışımız ve bir projeyi takip etmekte ve devamlılık sağlamaktaki eksikliklerimiz giderilmelidir. Bunu bilen Avrupalı stratejistler, sert tepkilerin ardından kabul ve sessizlik geleceğini tahmin ediyorlar. Bu dezavantajları görerek strateji oluşturan Fransa, aldığı kararlardan sonra ortalığın durulmasını beklemekte, daha sonra yeni kararlar almaktadır.
Özellikle Fransa merkezli yayın, iletişim ve medya kuruluşlarına ağırlık verilmelidir. Türkiye’de çok aktif olan internet kullanıcıları, webmasterlar aracılığı ile Avrupa dillerinde web sitesi, mail zinciri, gruplar oluşturulmalıdır. Bu konuda üniversitelerimize ve de YÖK’e büyük sorumluluk düşmektedir. Tüm üniversitelerde Ermeni Araştırmaları Enstitüsü açılmalıdır. Buralarda yapılacak araştırma ve yayınlarla Türkiye, sözde Ermeni soykırımı konusunda daha güçlü olabilir. Türkiye’deki Ermeni cemaatinin tepkileri de uluslararası arenada dile getirilmelidir. Ermeni sorununun dünya gündemine girmesi, diaspora Ermenilerinin örgütlenmelerine bağlı olarak, yaşadıkları ülkelerde kamuoyu oluşturacak güce ulaşmalarıyla gerçekleşmiştir.
ABD’deki Ermeni diasporası (lobisi) boş durmamaktadır. ABD’nin Indiana Eyaleti 9 Kasım 2017 tarihinde Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Ermenilere soykırım yaptığını kabul eden tasarıyı onaylamıştır. Son olarak Alabama 49’ncu eyalet olarak 20 Mart 2019 tarihinde sözde soykırımı tanımış ve geriye bir Eyalet kalmıştır: Orta güneydeki Mississippi.
Alabama valisi Kay Ivey, Amerika Ermeni Ulusal Komitesi – Doğu Bölgesi’ne atıfla (ANCA-ER) 1915-1923 yılları arasında üç milyona yakın Ermeni, Yunanlı ve Süryani’nin Osmanlı Türk İmparatorluğu tarafından planlı bir şekilde imha edildiğini tanıyan güçlü bir bildiri yayınlamıştır. (Alabama has officially become the 49th U.S. state to recognize the Armenian Genocide. Governor Kay Ivey issued a powerful proclamation recognizing the Ottoman Turkish Empire’s centrally-planned and executed annihilation of close to three million Armenians, Greeks, Assyrians and Syriacs from 1915-1923, according to the Armenian National Committee of America – Eastern Region ANCA-ER)
Vali Ivey hızını alamayarak Ermenistan, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı bölgedeki Amerika Birleşik Devletleri’nin özgür, bağımsız, demokratik ülkeleri ve stratejik müttefikleri olarak tanımlarken, Türkiye’den hiç söz etmemektedir. (the Republic of Armenia, the Hellenic Republic, the Republic of Cyprus, and the Republic of Artsakh are now free, independent, democratic states and strategic allies of the United States of America in the region,
ABD’deki Ermeni lobisine karşı izlenen politikalarda hatalar vardır. Örnek vermek gerekirse, Ermeni tezlerini destekleyen The Wall Sreet Journal (WSJ) gazetesine Türkiye’nin ilan vermesi yanlıştı. WSJ, Türkiye’ye hasım bir yayın organıdır. 17 Eylül 2018 tarihinde Türkiye aleyhine aşağıdaki yorumu yapmıştır: “Finansal krizden sonra, yatırımcılar riskli gelişmekte olan piyasalarda daha yüksek getiri talep etti… Ancak pek çok yatırımcı, tek başına daha yüksek faiz oranlarının yeterli olmayacağına, Türk şirketleri ile büyük miktardaki borçları finanse etmeye çalışan bankalar için sorun yaratabileceklerine inanmaktadır… Türkiye Merkez Bankası, Perşembe günü enflasyonda ana faiz oranını % 17,75’ten % 24’e yükseltti ve bankanın bağımsızlığıyla ilgili olarak ilgili sorunlara cevap verdi ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir gün sonra yüksek faizlerden hoşnutsuzluğunu yineledi.” (Some Investors Want a Recession in Turkey. Amid tussle over rate increases, hopes grow for a downturn to douse inflation By Jon Sindreu Updated Sept. 17, 2018 7:12 a.m. ET. https://www.wsj.com/articles/some-investors-want-a-recession-in-turkey-1537178401 Sept. 17, 2018)
WSJ’a MUSİAD, TOBB, Türk-Amerikan İş Konseyi’nin ilan vermesi doğru değildi. ATAA (Assembly of Turkish American Associations) ve Federasyon (FTAA) ilana katılmamıştır. Çünkü bu gazete 25 Ocak 2018 tarihinde ABD’nin eski İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau Sr.’ın ) torunu Robert M. Morgenthau’nın kaleme aldığı bir yazı yayınlamıştır. Yazıda Hitler’in sahte evraklara dayanan sözde Ermeni soykırımı gündeme getirilmiş ve Başkan Trump’ın sözde Ermeni soykırımını tanıması istenmiştir.
Gazetede ilanın yayınlanmasından sonra rahmetli Şükrü Server Aya ve Ferruh Demirmen, WSJ’e Türkiye’nin görüşlerini açıklayan mektup göndererek bunların da yayınlamasını istemişlerdir. WSJ’ın, bu mektupları yayınlamaması üzerine Demirmen gazetenin tutumunu kınayan, gazetenin ifade özgürlüğü hususunda hipokrasi (ikiyüzlülük) yaptığını dile getiren kinayeli ikinci bir mektubu diğer yayın organlarında göndermiştir. Demirmen şu eleştirilerde bulunmuştur: “Ermeni sorununda Türk karşıtlığı ile bilinen ve boykot edilmesi gereken böyle bir gazete şimdi ne yazık ki birtakım Türk-Amerikan dernekleri tarafından verilen bir sayfalık ilan ile ticari bakımdan taltiflenmiştir. Bizim makaleleri yayımlamayı reddeden WJS editörleri şimdi acaba ne düşünmektedir? Demek ki Türk tarafından herhangi bir yaptırım, boykot, rahatsızlık söz konusu değilmiş! Ve ilan veren Türk-Amerikan derneklerinin bu hassasiyetine ne denir?”
Ermeni terör örgütü ASALA’nın Paris’te görev yaptığım 1985-1990 yıllarında tehdidine maruz kalmış biri olarak bu konudaki hassasiyetim, bazılarından daha fazla olabilir. “Armenian Deportation is not A Genocide” başlıklı makalem , ; ; ; , ; ve azvision.az/news’ta en çok okunan (4883, 24 April 2017) makaleler arasında yer almıştır. !!!.html)
Aslında verilen ilan yerindedir ve gerçeği açıklamaktadır. Yanlış olan gazete seçimidir. Üstelik Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Paul Ryan (R-WI), Çoğunluk Lideri Kevin McCarthy ‘ (R-CA) ve Azınlık Lideri Nancy Pelosi’den (D-CA) iki partili bir soykırım önleme tedbiri olan H.Res.220 hakkında bir oylama planlamak üzere kampanya başlattığı bir dönemde Ermeni yanlısı gazeteye ilan vererek destek olunması çok yanlıştı. WSJ gazetesine “Türk Amerikan Topluluğu, ABD-Türkiye İlişkilerinin Canlılığını Vurgular Ve Mevcut Çıkmazın Üstesinden Gelmek İçin Sürekli Diyalog Çağrısında Bulunur” (The Turkish American Community Underlines The Vitality Of Us-Turkey Relations and Calls For Continued Dialogue To Overcome Current Impasse) başlığı ile verilen ilan aşağıdadır.
Böyle bir ilanı Ermeni diasporası ve devleti “sözde Ermeni soykırımı yoktur” tezini savunan bir gazeteye kesinlikle vermez. İlana, TÜSİAD ve bir dönem yönetim kurulunda bulunduğum İKV gibi özel sektör kuruluşlarının katılmaması da dikkat çekicidir.(https://www.tasc-usa.org/single-post/2018/08/23/The-Turkish-American-Community-underlines-the-vitality-of-US-Turkey-relations) İlan metni aşağıdadır.
“Türk-Amerikan Topluluğunun temsilcileri, ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan son gelişmelerle derinden endişe duyuyor ve üzülüyor. ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı uygulanan çelik ve alüminyum tarifeleri artırmaya yönelik son kararı, özellikle de Amerikan ve Türk çıkarlarına hizmet etmeyeceğine inanıyoruz. Bu sebeple ABD yönetiminden kararını yeniden değerlendirmesini istiyoruz. ABD ve Türkiye, NATO müttefikleri olarak, dünyanın farklı bölgelerinde barış, demokrasi ve refahı teşvik etmek ve yıllarca birlikte çabalamak için ortak bir vizyona sahipler. İlişkiler zor zamanlar içinde en iyi anlam ifade ediyordu. Bu kesinlikle bu zamanlardan biridir. Türk Amerikalılar, yaşamın ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarındaki önemli katkılarıyla, tarihsel olarak ABD ile Türkiye arasında daha iyi ilişkiler için uygun bir köprü olmuştur. Türkiye ile ABD arasındaki iyi ilişkilerin korunmasının sadece ortak hedeflerin peşinde koşmak için değil, hem Amerikalılar hem de Türkler için daha iyi bir geleceğin gerçekleşmesi için hayati öneme sahip olduğuna ilişkin gerçek inancımızı dile getiriyoruz. Türk Amerikalıları, ticaret savaşının tehdidi ve tırmanışı söyleminin sadece durumu daha da kötüleştirdiğine ve eldeki sorunların kalıcı biçimde çözülme ihtimalini azalttığına inanmaktadır. Uzun vadeli çıkarlar için ihtiyat ve yeniden odaklanma çağrısında bulunuyoruz. Sürdürülebilir bir çözümün karşılıklı saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan sürekli diyalog gerektirdiğini hatırlatırız. ABD ve Türkiye arasındaki sağlam kazanılmış dayanışma ve dostluk kısa vadeli hedefler için feda edilmemelidir. Tarih bize siyasi zorlukların zamanla aşılabileceğini söyler. Ancak, ivme ve işbirliği ruhu ortadan kalktığında ekonomik bağları yeniden kurmak çok daha zor olur.”
İlan verilmeden önce TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Fransız avukat Georges de Maleville’in “1915 Ermeni Trajedisi” (La Tragedie Armenien) kitabını okumuş olsaydı, bu ilanın WSJ’a verilmesine engel olurdu. Avukat Georges de Maleville, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vurduklarını belirtiyor ve bu bölgelerdeki Ermenilerin bu sebeple Osmanlı sınırlan içinde Suriye’ye göç ettirildiklerini, bunun kaçınılınız bir önlem olduğunu açıklamaktadır.
Benzer önlemlere silahlı bir ihanet olmamasına karşılık başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin de başvurmuş olduklarına da değinerek, bunun asla bir soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini açıklamaktadır. Tehcir sırasında birçok Ermeni’nin eşkıya, Ermenilerce öldürülen yakınlarının öcünü almak isteyenler ve hatta onları korumakla yükümlü olanlarca öldürüldüğünü de belirtmektedir. Maleville’in değindiği bir diğer gerçek ise, bu olayların Osmanlı merkezi yönetiminin bilgisi ve denetimi dışında olduğudur. Osmanlı Devleti’nin bu gibi olayları önlemek için elinden geleni yaptığı, yakalanabilen sorumluların yargılanıp cezalandırıldığı ve bu yüzden birçok görevlinin idam edildiğini belgelemektedir ki, bu gerçekler soykırım iddialarını temelden çürüten doğrulardır.
Emekli Büyükelçi Onur Öymen dış politikadaki son gelişmeleri değerlendirdiği bir röportajında çok önemli bir tespitte bulunmuştur: “Gelmiş geçmiş hiçbir Türkiye hükümeti döneminde, Ermeni meselesi, Kıbrıs, Kürt sorunu gibi konularda izlediğimiz siyaset büyük devletlerinkiyle örtüşmedi” diyerek bir gerçeğin altını çizmiş ve şu örneği vermiştir: “Geçenlerde Fransa’nın Nice şehrini ziyaret ettim. 24 Nisan vesilesi ile şehrin en büyük kitapçısında Ermeni meselesi ile ilgili kitapları teşhir etmişler. Kitapçının vitrininde sergilenen konu ile ilgili 30 kitabın 29’u Ermeni tezlerini savunan kitaplarken biri de Ermeni yemekleri üzerineydi. Batı’nın Türkiye’ye karşı taraflı bakışını anlatan bir tabloydu. Özellikle Avrupalılar, Türkiye’nin bu konuları onların istediği gibi çözmemizi istiyor. Avrupa ülkelerinde, sağ veya sol bütün siyasi partiler, hükümetlerinin Türkiye’ye uyguladığı siyaset konusunda hemfikirlerdir.”
Perinçek Kararı’na rağmen (AİHM’nin 7 kişilik bir dairesi tarafından Perinçek lehine verilen karar sonrasında 17 kişilik Büyük Daire’nin yeniden görüştüğü dava 28 Ocak 2015 tarihinde sonuçlanmıştır. Duruşma, Perinçek v. Switzerland (no. 27510/08) Grand Chamber hearing – 28 January2015 ; linkinden izlenebilir.
Türkiye’yi yalanla kim suçluyorsa, mutlaka bu videoyu izlemelidir. Sözde Ermeni soykırımını kabul eden Avrupa ülkelerinin parlamentolarının soykırım kararlarının geri alınması sağlanmadığı sürece, diğer ülkelerin de Ermeni diasporasının etkisiyle Türkiye aleyhine karar almaya devam etmeleri kaçınılmazdır. Özellikle ABD’nin başı çekmemesi sağlanmalıdır. Çünkü arkası çorap söküğü gibi gelir. Parlamentoların sözde soykırım kararları bir mahkeme kararına dayanmamasına rağmen sayısı arttıkça, Türkiye üzerindeki baskı da buna paralel olarak artar. Bu da Türkiye açısında olumlu bir gelişme olmaz ve gelecek nesillerin üzerine büyük bir sorumluluk biner. Bu sebeple 24 Nisan’da Başkan Trump’ın “soykırım” (genocide) dememesi sağlanmalıdır. Çünkü bu yıl, yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı gibi diğer yıllardan çok farklıdır.
Bir yanıt yazın