Erdoğan, İstanbul ekonomi metropolündeki seçim sonuçlarına itiraz etmeye devam ediyor.
Partisinin İstanbul’daki oylamada “hemen hemen her yerde usulsüzlükler” tesbit ettiğini iddia etti.
Muhalefeti yasadışı olarak zaferlerini çalmakla suçlayarak tam bir oylama çağrısında bulundu.
*
AKP üst düzey yöneticileri İstanbul’da yenilgiyi kabul etmemekte ısrarcıdırlar.
Çünkü İstanbul seçim yenilgisi on binlerce parti üyesi için on yıllardır süren himaye sisteminin çöküşü anlamına geliyor.
CHP, mesela son bir kaç yıldaki İstanbul Belediyesi bütçesinin çok büyük miktarının;
Erdoğan’ın oğlu Bilal ve kızı Esra’nın yönettiği Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı ( TÜRGEV) ile Türkiye Gençlik Vakfı’na (TÜGVA) taşındığını bildiriyor!
*
Ankara’da da 25 seçim bölgesinin on ikisinde geçersiz oy pusulaları sayıldı ancak önemli değişiklikler olmadı.
CHP adayı Mansur Yavas, yeni belediye başkanı olarak YSK’dan atama sertifikasını aldı.
Türkiye’nin başkentinde 25 yıl süren AKP yönetiminin ardından şimdi muhalefet hüküm sürüyor.
*
Hem ulusal hem uluslararası çevrelerin Erdoğan ve hükümetine güveni giderek kayboluyor.
Türkiye derin bir krize giriyor.
Birkaç ay sonra ülkenin nasıl olacağını tahmin etmek imkansızdır.
Çünkü geleceği düzenleyebilecek basit bir plan bulunmuyor…
ABD ve Avrupalı analistler, Erdoğan’ın sonbahara kadar büyük krizlerle karşı karşıya kalacağı konusunda hemfikirdir.
*
Türkiye’nin dış borç stoku, 2018 yılı sonunda 445 milyar dolardır.
Dış borçların yüzde 67’si yani 298,4 milyar doları özel sektöre aittir.
Bankalar dışarıdan aldıkları borçla, içeride şirketlere döviz kredisi verdiler.
Şimdi dış borçlarını geri ödemek için şirketlere verdikleri kredileri tahsil etmeleri şarttır.
Bu borcun çoğu yabancı para cinsindendir ve yaklaşık yarısı yaz sonunda ödenmelidir.
*
Ancak dünyada gelecek iki yılda oldukça durağan bir ekonomik gidiş bekleniyor.
Ve IMF, Türkiye’nin 2019’da yüzde 2.5 oranında küçülme yaşayacağını tahmin ediyor.
Bu küçülme yine IMF tahminlerinde yer aldığı gibi yıllık yüzde 17,5 gibi yüksek bir enflasyon oranıyla birleşecekse;
Türkiye’nin 2019’da enflasyon içinde küçülme yani Slumpflasyon yaşayacağı anlaşılıyor.
*
Bir çok analist, Ankara’nın 150 milyar dolarlık bir borç için IMF’e başvurmak zorunda kalacağını,
Ya da Venezüela’nın yolunu izleyeceğini düşünüyor.
*
Venezüela yolu!
Çünkü Erdoğan, IMF’ye yönelmeyi anlatımının sonu olarak görüyor!
Çünkü bir süredir açıkca, Batı’nın tüm Müslümanlara karşı düşmanlığı olduğunu iddia ettiği şeylerden dolayı gözyaşı döküyor.
İslamcılığın şampiyonu olarak kendini icat etmeye çalışıyor.
Arap dünyasında hayranlık kazanabilmek için Türkiye’nin gurur verici laik geleneklerini geri almaya kararlıdır…
Ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik ediyor…
“Ben şehadet şerbeti içtim” diyor ve Türkiye’yi Avrupa Birliği ve ABD’yi kapatabilecek bir orta sınıf süper güç olarak düşlüyor…
*
Elbette, Erdoğan politikasını her zaman en kötü durum senaryosunun önüne geçmek için değiştirebilirdi.
Ancak bugün bu politik bir olasılık olarak görünmüyor.
Türkiye’nin çok paraya çok ihtiyacı vardır; Rusya ve Katar’dan destek yeterli olmayacaktır.
Damat Albayrak’ın açıkladığı paketin de Türk ekonomisine güveni geri kazanmak için yeterli olmadığı açıktır.
Ve Türkiye hâlâ soğan ve un ithal etmek isteyen bir ülkedir…
*
Ekonomik kriz arttıkça, Erdoğan başka ikilemlerle de yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Erdoğan’ın PKK’nın uzantısı olduğu gerekçesiyle terör örgütü olarak gördüğü, ABD’nin ise müttefik olarak tanımladığı YPG,
Ankara-Washington hattında gerilime yol açan en önemli gündem maddesidir.
Erdoğan, Suriye’nin kuzeyinden YPG’nin tasfiyesini ve kendi kontrolü altında bir güvenli bölge inşa etmeyi istiyor.
Her dakika “Bir gece ansızın geliriz ” nağmesi kabak tadı veriyor.
YPG’yi IŞİD’in tasfiye edilmesinde en etkin güç olarak gören ABD;
Erdoğan’dan bu güce zarar verecek herhangi bir askeri hamle yapılmayacağı yönünde güvence istiyor.
Bunun ötesinde Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yeni bir Kuzey Kıbrıs emsali oluşturmasını ABD ve Avrupa’yı çok endişelendiriyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın, “Türkiye Kürtleri vurmaya kalkarsa ekonomik olarak onları mahvederiz” ifadesi hâlâ gündemdeki yerini koruyor.
*
Erdoğan’ın Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alma planı, ABD başta olmak üzere Türkiye’nin tüm Batılı müttefikleri tarafından da eleştiriliyor.
Bu girişimin NATO’ya ve müttefiklik ilişkilerine zarar vereceği belirtiliyor.
ABD yönetimi, Erdoğan hükümetinin S-400 alımından vazgeçmesini istiyor.
Aksi takdirde Türkiye’nin NATO’nun ortak hava savunma sisteminin dışında kalabileceği uyarısında bulunuyor.
ABD Kongresi dış politika yapımında çok önemli bir rol oynamaya başladı ve bu konuyu çok ciddiye alıyor.
Pentagon, Türkiye’nin NATO ile olan mevcut ilişki durumunun sürdürülemez olduğunu seslendiriyor.
*
Türkiye ekonomisini etkileyen bir diğer dış politika başlığı da;
Başkan Trump’ın İran ile nükleer anlaşmadan çekilme kararından sonra devreye soktuğu İran yaptırımlarıdır.
Enerjide bütünüyle dışa bağımlı olan Türkiye için İran önemli bir tedarikçi ülkedir.
ABD’nin altı aylığına yaptırımlardan muaf tuttuğu ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor.
Ancak muafiyet süresi eğer uzatılmazsa Mayıs ayında doluyor.
Bir kaç gün önce ABD’nin İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü olarak tanıması;
Geçen hafta aralarında Türkiye’den bir şirketin de olduğu firmalara ve kişilere yaptırım kararı alan ABD yönetiminin;
Ankara’ya “yaptırımlar agresif bir şekilde uygulanmalı” mesajı olarak algılanıyor.
*
Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya Akdeniz altından yapılacak boru hattından gönderilmesiyle ilgili işbirliği anlaşmasını imzalamasıyla birlikte,
Bölge ilerideki zorlukları ve artan tehlikeleriyle ön plana çıkmıştır.
Artık Suriye ve Doğu Akdeniz bölgesinin jeopolitiği birlikte anılıyor.
Bunun için Erdoğan’ın bölgesinde güce dönük ve zorlayıcı diplomasiye dayanan taktik anlayışından vazgeçmesi,
Tutarlı bir strateji izleyebilmek için Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Suriye’nin ayrı bir alt sistem statüsüne yükseltilmesini müzakere etmesi,
Ve transatlantik işleyişin derinleşmesinde bölgede yapıcı bir rol oynaması gerekiyor.
*
Mart’ta Avrupa Parlamentosu’nun genel kurulunda, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki;
Katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararın kabul edilmesi,
Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanmasının istenmesi,
Erdoğan’ın bir diğer handikapıdır.
Kararın gerekçesini Türkiye’nin son anayasa değişikliğiyle yürürlüğe aldığı;
Ama Hukukun üstünlüğü: İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Kadına şiddet: Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrarın,
İşleyen bir pazar ekonomisi: Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esaslarının yerine getirilmesinin mümkün olamayacağı iddiası oluşturuyor.
Erdoğan’ın önemli dış ticaret ortakları olan Avrupalı ülkelerle ilişkileri zorlu bir süreçten geçmeye devam ediyor.
*
Erdoğan her gün kaybetmekte olan gücünü arıyor.
İstanbul’da yeni baştan tam bir oylama istiyor.
Ancak bunun kazanılacak bir zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesi anlamında bir Pirus zaferi olacağını anlayamıyor.
*
Uluslararası piyasalar, Erdoğan’ın İstanbul’un seçim sonuçlarını keyfi bir şekilde değiştirebileceği,
Ya da yeni seçimler önerebileceği yönünde endişelerini dile getiriyor.
Piyasalar, “Hey! Seçim yenilgin açıkça ülkedeki artan ekonomik krizle ilgili ” diyerek,
Erdoğan hükümetinin ekonomik sorunları çözmeye başlamasını istiyor.
12.4.2019
Bir yanıt yazın