Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Hollandalı sosyal demokrat parlamenter Kati Piri tarafından hazırlanan Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunulan karar, Parlamento’nun 2014-2019 yasama döneminin son Türkiye kararı olmuştur. 622 parlamenterden 370’i karar lehinde, 109’u karar aleyhinde oy kullanırken, 143 parlamenter çekimser kalmıştır. Oylama öncesi Hıristiyan Demokrat, aşırı sağcı ve AB karşıtı gruplar tarafından müzakerelerin “askıya alınması” yerine “tamamen sonlandırılmasını” isteyen ve ayrı ayrı oylanan üç değişiklik önergesi oy çokluğuyla kabul edilmemiştir.
Parlamento kararına gerekçe olarak Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki gerileme ve anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmiş olması gösterilmiştir. Geçen yılki kararda, anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi durumunda müzakerelerin askıya alınması çağrısında bulunulacağı belirtmişti. Karar’da, Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanması istenmiştir.
Parlamento katılım müzakerelerinin başladığı 2005 yılından bu yana ilk defa, ilişkilerin üyelik temelinde değil de, Türkiye ile AB arasındaki her türlü yeni siyasi yükümlülüğün demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklara saygı koşuluna bağlanması talebinde bulunmuş, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi savunulmuştur. Güncelleme; reform sürecine, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı koşuluna bağlanarak , bunun gümrük birliğinin parçası olması için Avrupa Komisyonu’ndan da talepte bulunulmuştur.
Karar’da; Türkiye’den Kıbrıs Cumhuriyeti’ni (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) tanıması, doğal kaynak arama ve işletme de dahil olmak üzere egemenlik haklarına saygı duyması ve tutuklanan milletvekillerinin serbest bırakılması istenmiş, Selahattin Demirtaş hakkında AİHM kararına karşı yapılan açıklamalar kınanmış, AB ülkelerinin bu kararın uygulanışını izlenmesi istenmiştir.
Oylamada Birleşik Sol Grup tarafından sunulan, “PKK’nın AB terör örgütleri listesinde yer alması barış süreci önünde engel” mesajını içeren önerge oy çokluğuyla reddedilmiştir. Türkiye dışında düzenlenen operasyonlarla çok sayıda kişinin yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi eleştirilmiş, Interpol’ün kırmızı bültenlerinin muhaliflere, insan hakları savunucularına ve gazetecilere karşı kullanılamayacağı, Türkiye’nin iade taleplerini uluslararası hukuk normları kapsamında gerçekleştirmeleri istenmiştir. Türkiye’ye Avrupa Konseyi, AİHM ve Venedik Komisyonu üyeliklerinden kaynaklanan yükümlülükleri hatırlatılmıştır. Rapor’un onaylanmasıyla Parlamento, ilk defa üyelik sürecindeki aday bir ülke ile müzakerelerin askıya alınması çağrısı yapmıştır.
Kati Piri, Türkiye ile yürütülen katılım müzakerelerinin askıya alınmasını istediklerini belirterek, “Başkan Erdoğan’la bu üyelik müzakerelerini yürütmek bir saçmalık. Türkiye’de bariz insan hakkı ihlalleri gerçekleşiyor. Fakat buna rağmen Türkiye’nin demokratlarının yanında durmalıyız. Gelecekte yeniden demokratik bir Türkiye göreceğimizi ümit ediyorum” demiştir. (Continuing a negotiating process aimed at EU integration of Turkey has lost all credibility under the present circumstances)
Hıristiyan Demokrat Grup Türkiye gölge raportörü, Alman parlamenter Renate Sommer, “Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanmasını istediklerini” açıklayarak “Gümrük Birliği gelecekteki ilişkimizin temeli olabilir ve olacak, ancak bunun için de Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygı duyması lazım” demiştir. Mayıs ayındaki seçimlerde eğer aşırı sağcı, popülist ve AB karşıtı partilerin güçlenmesi durumunda, kabul edilen kararın siyasi ağırlığı daha fazla olacaktır. 26 Mayıs’ta yapılacak seçimler sonrası oluşacak yeni Parlamento, Türkiye ile ilişkileri önemli ölçüde etkileyecektir.
Avrupa Birliği ülkelerinde beş yılda bir yapılan parlamento seçimleri için geri sayım başlamıştır. AB ülkelerinde beş yıl görev yapacak 705 milletvekilini seçmek için 23-26 Mayıs tarihleri arasında seçim yapılacaktır. Farklı seçim sistemleri olan AB ülkelerinde nisbi temsil sistemi farklı şekillerde uygulanmaktadır. Bazı ülkeler sabit bir aday listesi seçmiş partilere oy verirken, bazılarında oy verenlerin bir partiyi seçtiği veya favori adaylarının kimler olduğunu belirttiği daha açık listelerle seçime gitmekte, bazı ülkelerde ise seçmenler istedikleri kadar aday seçerek tercihlerini belirtmektedirler.
AB’de ilk seçimler 1979 yılında yapılmış, zamanla Avrupa projesine destek ve seçimlere katılım giderek azalmış, katılım oranı 40 yılda yüzde 62’den yüzde 42’ye kadar gerilemiştir. Üç ülkede (Belçika, Yunanistan ve Bulgaristan) seçimlerde oy kullanmak zorunludur. 18 yaşından büyük her Avrupa Birliği vatandaşı oy hakkına sahiptir. Milletvekilleri İtalya ve Belçika’da olduğu gibi bir coğrafi bölgeyi ya da Almanya, Fransa, Danimarka, Avusturya’da olduğu gibi tüm ülkeyi temsil ederler.
Ülkeler nüfuslarına göre parlamentere sahiptir. 83 milyon nüfusu olan Almanya’nın 96, AB’nin en küçük üyesi Malta’nın 6 milletvekili vardır. Seçilen milletvekilleri parlamentoda ulusal kimliklerinden çok siyasi görüşlerine göre gruplanır: Muhafazakarlar, sosyalistler, yeşiller, Avrupa şüphecileri gibi. Milletvekilleri Avrupa Komisyonu Başkanı’nın seçilmesinde rol oynar. Seçimden sonra oluşacak en büyük siyasi grup, başkanın belirlenmesinde en güçlü yetkiye sahip olur.
AB’nin ana karar alıcı organı Avrupa Konseyi, seçim sonuçlarını dikkat alarak başkan adaylarını belirler. Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamada milletvekillerinin çoğunluğunun desteğini alan aday Avrupa Komisyonu Başkanı olur. Parlamento çalışmalarını Strazburg ve Brüksel’de gerçekleştirir, Avrupa Konseyi ile birlikte AB yasalarını kabul edip bütçesini onaylar.
Parlamento’daki milletvekili sayısı 2014-2019 döneminde 751 idi. Bu rakam gelecek beş yıl için 705’e yükselecek, bundan en çok yararlanan ülkeler Fransa ve İspanya olacaktır. İki ülke parlamentoya 5’er parlamenter fazla gönderecektir. İngiltere AB’de kalma süresini uzatırsa bu tablo değişebilir. Eğer 2 Temmuz 2019’dan sonra AB’de kalmak istediğini bildirirse, adayların da Mayıs ayındaki seçime katılması gerekir. Seçimlerde artan milliyetçilik ve popülizm ile Avrupa şüphecilerinin daha fazla parlamenter kazanması beklenmektedir. AB’de sandığa gitme oranları 1979’dan bu yana giderek gerilemiştir.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Avrupa Parlamentosu tarafından oylanan, hiçbir bağlayıcılığı olmayan tek taraflı ve objektiflikten uzak bu karar bizim açımızdan yok hükmündedir. Öte yandan 370 evet oyu ile kabul edilen bu tavsiye kararı 751 AP üyesinin ortak iradesini temsil etmemektedir. Avrupa Parlamentosu tarafından oylanan, hiçbir bağlayıcılığı olmayan tek taraflı ve objektiflikten uzak bu karar bizim açımızdan yok hükmündedir“ açıklaması doğru bir tespit değildir. Ayrıca bazı basın yayın organlarında yer alan “Parlamento oylaması sembolik önem taşıyor; Avrupa Komisyonu üzerinde bağlayıcı yetkisi bulunmuyor” ifadesi de doğru değildir.
Türkiye-AB ilişkileri bakımından Parlamento kararları son derece önemlidir. Siyasi nitelikte olup, hukuki açıdan bağlayıcılıkları bulunmamasına rağmen Parlamento; üye adayı ülkelerin AB’ye üye olarak kabul edilme sürecinde Avrupa Birliği Anlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Anlaşma’nın (Madde 49) kapsamında sahip olduğu yetkiler açısından çok önemlidir:
“2. maddede belirtilen değerlere saygı gösteren ve bu değerleri desteklemeyi taahhüt eden her Avrupa devleti, Birliğe üye olmak için başvuruda bulunabilir. Bu başvuru Avrupa Parlamentosu’na ve ulusal parlamentolara bildirilir. Başvuruda bulunan devlet, başvurusunu, Komisyon’a danıştıktan ve üye tam sayısının çoğunluğuyla karar verecek olan Avrupa Parlamentosu’nun onayını aldıktan sonra oybirliğiyle hareket edecek olan Konsey’e yapar.”
Avrupa Parlamentosu’nun 1987’den sonra aldığı sözde Ermeni soykırımı kararları, taraflar arasındaki en önemli görüş ayrılığının olduğu konulardan biridir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, İstanbul, 2013) AT’ye 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye tarafından yapılan tam üyelik başvurusunun ardından sözde Ermeni soykırımı iddiaları Parlamento’ya getirilmiştir. Parlamento, daha önceden kendisine sunulan rapor ve önerileri dikkate alarak 18 Temmuz 1987 tarihinde Ermeni Sorunu’nun Siyasi Çözümü Üzerine Kararını kabul etmiştir.
Türkiye soykırım iddialarının asılsız olduğunu vurgulamış, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “…ABD’den sonra en büyük orduya sahip olunduğu için, ‘pohpohlanan’ Türkiye’nin Ermeni meselesi ortaya çıkınca yalnız bırakılmasını haksızlık olarak yorumlayarak, NATO ile ilişkilerin gözden geçirilmesini” istemiştir.
1987 yılında alınan karar ile sözde Ermeni soykırımı kabul edilmekte ve bu sözde soykırımın Türkiye tarafından tanınması istenmektedir. AP’nin siyasi nitelikteki bağlayıcı olmayan bu kararı ile Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde Ermeni sorunu engel oluşturabilecektir. Bu karar, sonraki yıllarda alınacak kararlara dayanak oluşturmuştur. Avrupa Birliği Adalet Divanı, bu kararla ilgili olarak kendisine yapılan bir başvuruda, kararın hukuki bağlayıcılığı olmayan siyasi bir metin olduğunu belirtmiştir. Fakat Avrupa Birliği Anlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Anlaşma’nın 49’ncu maddesi de göz ardı edilmemelidir.
Konu, Ermeni lobisi tarafından 1999 yılında Türkiye’nin AB’ye üye adaylığının kabul edilmesinden sonra yeniden gündem gelmiştir. AP Dış İlişkiler, İnsan Hakları, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası Komitesi raportörü olan Fransız Hıristiyan Demokrat Philippe Morillon tarafından hazırlanan “Katılıma Doğru Türkiye’nin İlerlemesi Üzerine Komisyon’dan 1999 Düzenli Rapor’da Ermeni iddialarına yer verilmiştir.
15 Kasım 2000 tarihinde AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamada 234 oyla kabul edilen Rapor’un 10 No’lu paragrafı şöyledir: “Avrupa Parlamentosu, Türk Hükümeti’ni ve TBMM’ni, Türk toplumunun önemli bir kesimini oluşturan Ermeni azınlığa desteği arttırmaya, bu çerçevede modern Türk Devletinin kurulmasından önce Ermeni azınlığın uğradığı soykırımı resmen tanımaya davet eder.”
Türkiye alınan raporun hazırlanmasında kullanılan “Andonian Belgeleri” ve “İngiliz Mavi Kitabı”nın asılsız olduğunu belirtmiştir ama bu girişimleri sonuç vermemiş ve ilk olarak 17 Kasım 2000 tarihinde İtalya Parlamentosu 1915-1917 yılları arasında Ermenilerin soykırıma maruz kaldığını kabul etmiştir. Fransa Senatosu ise 7 Kasım 2000 tarihinde önerilen “Ermeni Soykırımı Konusunda Kanun Teklifi”ni 18 Kasım 2000 tarihinde kabul etmiş, karar Cumhurbaşkanı tarafından onaylandıktan sonra 2001/70 No.lu Kanun ile 29 Ocak 2001 tarihinde yasallaşmıştır.
Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen AB’nin Güney Kafkasya ile İlişkileri başlıklı kararda, 1987 yılında alınan karara atıfta bulunularak sözde Ermeni soykırımı iddialarına yer verilmiştir. Yeşiller Grubu üyesi İsveçli M. Per Garhton tarafından hazırlanan rapor tasarısında yer alan 15’nci madde şöyledir: “Parlamento Türkiye’den, Avrupa’ya katılmak amacı ile uyum halinde olarak, Ermenistan’a uyguladığı ablukayı sona erdirmeye yönelik uygun önlemleri almasını ister; bu konuda 1915 Ermeni soykırımını bir gerçek olarak tanıyan 18 Temmuz 1987 tarihli kararındaki tutumumu teyit eder ve Türkiye’den de aynısını yapmasını talep eder.”
Parlamento üyesi Arie Oostlander tarafından Komisyon’un 2003 İlerleme Raporu’na ilişkin hazırlanan taslak rapor, 31 Mart 2004 tarihinde Türkiye Raporu ve Tavsiye Kararı 84 oya karşı 211 oyla kabul edilmiştir. Karar’da, Ermeni sözde soykırım iddialarına doğrudan yer verilmemiş, 17 Haziran 1987 tarihli karara atıfta bulunulmuş ve Türkiye’ye “Ermenistan ile sınırları açması ve tarihi uzlaşmayı engellememesi çağrısı” yapılmıştır. Komisyon’un 6 Ekim 2004 tarihli raporunun Türkiye’nin AB’ne Katılmasının Etkileri başlıklı bölümde AB’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrar sağlayıcı bir etki yapabileceğine değinilmiştir.
Komisyonu’nun bu raporuna 15 Aralık 2004 tarihinde tavsiye niteliğinde 69 paragraflık bir karar eklenmiştir. 39 No.lu paragrafta Parlamento daha önce aldığı kararlara (16 Haziran 1987 ve 1 Nisan 2004) atıfta bulunarak sözde Ermeni soykırımının tanınmasının Türk yetkililerinden istenmesi konusunda Bakanlar Konseyi’ne ve Komisyona çağrıda bulunmuştur. 41 No.lu paragrafta ise 1987 ve 2004 yıllarında aldığı kararlara uygun olarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın en kısa sürede açılması talep edilmiştir. Fakat AB Konseyi’nin 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin 21’nci paragrafında AB Konseyi kararı not ettiğini belirtmiştir
18 Haziran 1987 tarihli Karar,15 Kasım 2000, 28 Şubat 2002, 31 Mart 2004 ve 15 Aralık 2004 tarihli kararlarla onaylanmıştır. Parlamento, Türkiye’nin, sözde Ermeni soykırımını tanıyan 1987 tarihli Kararı’nı kabul etmesi ve soykırımı tanımasını istemektedir.
Parlamento, 15 Nisan 2015 tarihinde de şu kararı almıştır: “18 Haziran 1987 kararında tanınan Osmanlı İmparatorluğu bölgesinde 1915-1917 yıllarında Ermenilere karşı vuku bulan trajik olayları 1948 tarihli Soykırım Suçunun Cezalandırılması ve Önlenmesi Konvansiyonu ışığında soykırım olarak tanımlamaktadır, insanlığa karşı meydana gelen tüm suçları, soykırımı kınamaktadır ve bunları inkar eden her türlü girişimden şiddetle eseflenmektedir.” Komisyon Başkan Yardımcısı Kristalina Georgieva “soykırım” ifadesini kullanmamış, 100 yıl önceki trajik olaylar ifadesini tercih ederek önkoşulsuz normalleşme çağrısı yapmıştır.
Dışişleri Komitesi’nin 20 Şubat 2015 tarihinde hazırladığı ve Parlamento tarafından 12 Mart 2015 tarihinde kabul edilen Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları ve Demokrasi Konusundaki Politikası başlıklı raporun 77’nci maddesinde yer alan sözde soykırımının 100. yılı sebebiyle Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Ermeni soykırımını kabul etmeye ve diğer ülkeleri de kabule teşvik etmeye çağrılmaktadır.
Dışişleri Komitesinin bu çağrısı sonucunda Parlamento’nun 15 Nisan 2015 tarihinde aldığı sözde soykırıma ilişkin karar, Güncel Konulara Çözümler (Resolutions on topical subjects) başlığı altında ve Beyan Kararı (Resolution on statements) şeklindedir. Kararın yasal dayanağı olarak Avrupa Parlamentosu İç Tüzüğü’nün 123’ncü maddesinin 2’nci paragrafı gösterilmiştir: “Kendi gündemine tartışmalı bir konu aldığında, Parlamento tartışmanın çözümünün olup olmadığına karar verir. Aynı oturumda veya sonraki oturumda aynı konuda bir rapor planlanmışsa, Başkan olağanüstü nedenlerde aksini önermedikçe bu konu görüşülmeyecektir. Parlamento bir konuyu tartışmaya açmak için bir komite, bir siyasi grup ya da en az 40 üyeye ihtiyaç duyar.”
Karar metninde Osmanlı İmparatorluğu’nda 1,5 milyon Ermeni’nin soykırım sebebiyle hayatını kaybettiği açıklanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun taziye içeren ve Osmanlı Ermenilerine yönelik zulümleri tanıyan açıklamalarının Avrupa Parlamentosu tarafından olumlu karşılandığı belirtilmiştir.
Türkiye’nin iyi niyetli girişimleri AB tarafından karşılık bulmamış, suya yazılan yazı olarak tarihe geçmiştir. Çünkü bu iyi niyetli açıklamalarımız Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki seramik müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Ermeni soykırım anıtının üzerindeki “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazısını ortadan kaldırmaz.
Aslında bu rakam Auschwitz Birkenau Yahudi toplama kampının önündeki açıklamadan alınmıştır. 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. 1,5 milyon rakamının nereden çıktığı konusundaki tartışmalara girmenin hiçbir anlamı yoktur. Bu rakam, bir hırsızlığın sonucunda elde edilmiş olmasına rağmen maalesef Türk kamu oyu bunu bilmemektedir.
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, AB yetkilileri Mogherini ve Hahn ile birlikte düzenledikleri basın toplantısında “Türkiye, AB’den gelen yapıcı eleştirilere duyarsız kalmaz ama çifte standart ve ikiyüzlülük olduğu zaman kabul etmemiz mümkün değil” derken haklıdır. Dört yıldan sonra AB-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin gerçekleştirilmesi, ilişkilerin gelişmesindeki engelin aşılmasını sağlamıştır ama taraflar arasındaki sorunlar devam etmektedir. Bu sebeple başımızı kuma gömmeyelim.
Çavuşoğlu, daha önce “Avrupa Birliği bizim için vazgeçilemez bir süreçtir” demiş, Turgut Özal Türkiye’nin AB üyeliğini uzun ince bir yol olarak tanımlamıştır ama Türkiye’nin AB yolculuğu Adnan Menderes ile başlamış ve 60 yıldır da devam eden uzun ince bir yol olmuştur. 60 yılda üye olmak istediğimiz ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz bu hayalden artık vazgeçme zamanı gelmiştir.
1959 yılında doğanlar artık emekli olmuşlardır ama biz hala bir ümitle bu hayalin peşinde koşmaya devam ediyoruz. Kısa geçmişe baktığımızda bu hayale kapılanları da unutmayalım. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in “En geç 98’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” demeci ne kadar gerçek dışı idiyse, 60 yıl sonra da tam üyelik o kadar gerçek dışıdır. Fakat Türkiye’nin hedefi her şeye rağmen Avrasya Gümrük Birliği de olmamalıdır.
Geçmişte dönemin Ekonomi Bakanı, şimdi İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Nihat Zeybekci, Merkel’in ‘gümrük birliğini güncellemeyeceğiz’ demecinin yanlış olduğunu söylemiş, Türkiye’nin AB ile olan birlikten ayrılmadan Avrasya Gümrük Birliği’ne dahil olmayı hedeflediklerini açıklamıştır. (Hürriyet, 19.08.2017)
Bakan Zeybekçi Pamukkale’de 13 Aralık 2014 tarihinde düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştay’ında yaptığı konuşmada da “Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız. Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen… birliğin içinde yer almak zorundayız” diyerek Türkiye’nin Avrasya Ekonomik (Gümrük) Birliği’nde yer alması gereği üzerinde durmuştur.
Bakan Zeybekçi’nin “Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız” görüşü, bugünkü şartlarda gerçekleşemez. Çünkü, Ankara Anlaşması ve Katma Protokol değişmediği sürece GATT/WTO kuralları gereğince Türkiye aynı anda iki farklı gümrük birliği içinde olamaz. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta Basım, 7. Baskı, İstanbul, 2014, s. 225-285)
Dönemin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’ nün de “Ankara-Moskova arasındaki mesafe, Ankara-Brüksel arasındaki mesafeden daha yakındır” açıklamasının da fiziksel km uzaklığı olarak anlaşılmasında yarar vardır. Çünkü, Ankara-Moskova 2,406 km, Ankara-Brüksel ise 3,121 km’dir. Aksi düşünülürse, Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkileri sorgulanır duruma gelir ki bu doğru bir yaklaşım değildir.
Avrupa Birliği üyeliği Türkiye için bir stratejik hedeftir ama Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi bazı AB üyeleri Türkiye’yi üye olarak alma konusunda isteksizdir. Fakat bu ülkeler Türkiye’nin başka denizlere yelken açmasını da istemezler. AB Devlet ve Hükümet Başkanları 17 Aralık 2004 tarihinde şu kararı almışlardır: Eğer Türkiye AB’ye üye olamazsa, Türkiye’nin AB kurumlarına demirlenmesi söz konusudur. (…is fully anchored in the European structures) Demirlemek şu demektir: “Avrupa Birliği’ne eğer üye olamayacaksanız, AB’den fazla uzaklara da gitmeyin.”
Bu bir çifte standarttır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı uyguladığr çifte standartları ”bobon kriterleri” olarak adlandırıyorum. Bobon kriterleri, Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere tarafımdan kullanılan bir kavramdır. Açılımı söyledir: BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye; bazı AB liderleri (Merkel, Sarkozy, Macron,Kurz, Salvinigibi) ve bazı Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için daima önüne engel çıkarılan ülke olmuş, Ankara ve Brüksel’deki terör olaylarını kınama konusundaki farklı tutumlar buna örnek oluşturmuştur.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte tercihini yapmıştır: “Kabul etmelisiniz ki, doğuda yaşamayı seçmeye mecbur olduğunuz için, ırkımızın beşiği ile ilgili olması nedeniyle mümkün olduğu kadar yakın batıyı bir yerleşim yeri seçtik. Fakat vücutlarımız doğuda ise fikirlerimiz batıya doğru yönelik kalmıştır. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?”