TRUMP, GOLAN TEPELERİ, SURİYE VE ERDOĞAN

ABD dış politikasını, ülkelerin potansiyel katılım hedefleri ve davranışlarını, kendi ulusal çıkarlarına uygun yönlerde etkileşim girişimi olarak kabul ediyor.  
Ülkelerin dış politika gerçekçiliğini, kendi gücünü ve çıkarlarını bilmek kadar diğer devletlerin de gücünü ve çıkarlarını doğru şekilde değerlendirmelerine,       . 
Kendi realist olmayan dış politikasını ise düşmana  ve cömertçe uyum sağlayan dostlara karşı hiçbir şey teklif etmeyecek kadar sert bir bölünmeye dayandırıyor.  
 
*
Nitekim Başkan D.Trump’ın Orta Doğu politikası, realist olmayan yaklaşımların en açık örneğini teşkil ediyor. 
Bir tarafta İran, Suriye, Türkiye ve bunlarla ilişkide olanlar,
Diğer tarafta İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye Kürtleri, Fransa ve bunlarla ilişkide olanlar arasında son derecede katı bir bölünme yaşanıyor…
 
*
Rusya’ya ayrı bir statü tanınmıştır.
ABD; Rusya’nın Kırım’ın ilhak edilmesiyle ilgili baskısını zayıflatırken, 
Rusya: Suriye’de  İran’ı ve Türkiye’yi  sınırlama taahhütlerini yerine getirmeye çalışıyor… 
 
*
İşte ABD; 65 milyar dolarlık yatırımla teşvik ettiği İsrail – Filistin sorununa kalıcı çözüm getirecek Orta Doğu Barış Planı’nı,
9 Nisan İsrail seçimleri ardından açıklayacaktı!
Ancak Başkan Trump seçim kampanyası için para ödeyenlerin baskısıyla,
Bir çok yolsuzluk vakasında soruşturma altında ve genel seçimlerde ciddi bir rakibi olan İsrail Başbakanı B. Netanyahu’yu görevinde tutmak istedi…
 
*
İsrail seçimlerini etkilemek için Netanyahu ile işbirliği yaptı.
ABD’nin İsrail’in Golan Tepeleri’nde kritik stratejik ve güvenlik konusundaki egemenliğini tam olarak tanıyacağını,
Bunun İsrail Devleti ve Bölgesel İstikrar için önemli olduğunu açıkladı…
 
*
Böylece henüz açıklanmamış olan Orta Doğu Barış Planı’na ilişkin kopya verdi. 
Devam eden kimi müzakerelerin de çözümlemesiyle Orta Doğu Barış Planı’nın;
1- İsrail’in Golan Tepeleri’nde ki egemenliğinin tam olarak tanınmasını,
2- İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasa dışı yerleşimlere son vermesini,
3- 1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir ” Filistin devleti ile Ürdün Konfederasyonu”nun kurulmasını, 
4- Suudi Arabistan ve BAE’nin  Filistinlilere ekonomik destek sağlamasını,
5- Ürdün’ün  Suudi Arabistan’ dan toprak tazminatı almasını, 
6- Suudi Arabistan’ın  Mısır’dan Kızıldeniz’deki Tiran ve Sanafir adalarını geri almasını kapsadığı anlaşıldı… 
 
*
Ancak Orta Doğu Barış Planı sadece bu konulardan ibaret değildir.
Plan Ortadoğu’da terörle mücadele stratejisini, 
Yarının Suriye’sini belirliyor,
İran’ın nükleer silah ele geçirmesinin önlenmesini de öngörüyor.
 
*
Bugün ABD’nin terörle mücadele koalisyonu ile Kürt ve Arap savaşçılar, İslam Devleti topraklarının son kısmını da ele geçirmiş bulunuyorlar.  
Bu noktada Orta Doğu Barış Planı’nın İsrail ve Suriye arasındaki  şartlarından biri olan, 
İsrail’in ve Suriye BAAS partisinin  birbirlerinin iç işlerine karışmaması kaydı devreye giriyor.
 
*
Yani Suriye, İsrail’in azınlıkları olan Filistinliler’le, İsrail ise  Suriye azınlıkları olan Kürtler ile birbirlerine zarar verici temasları kesecek,
Ama Suriye Kürt coğrafyası İran’dan İsrail’e gelecek füzelere  ilk savunma alanı olacaktır!
 
*
Nitekim bu savunma alanının oluşması için ABD askeri gücünü bölgeden çekmesinin öncesinde,
14 Nisan 2018’de, Suriye’de Beşar Esad’ın kimyasal silah potansiyelinin altyapısını vurma bahanesiyle,
Rusya ve İran’ın teminatındaki Suriye topraklarına Birleşik Krallık ve Fransa’yı yerleştirmiş, 
Onlarla birlikte  Kuzey Suriye Kürt Bölgesinde bir koridor oluşturmuştur.
 
*
Bu koridordaki Suriye’nin zengin hidrokarbon kaynakları, Doğu Akdeniz kaynaklarıyla aynı düzlemde düşünülüyor.
Fransa; Suriye petrolü, gazı ve taşımacılığı için TOTAL SA şirketinin hamisi,
İngiltere; British Petroleum  şirketinin hamisi,
ABD ise ExxonMobil şirketinin hamisi olarak bu topraklarda bulunuyor.
 
*
Orta Doğu Barış Planı kapsamında bu çıkarlara önce Rusya’nın,
Eğer dış politikasını  İslamcılıktan arındırır ve normalleşebilirse Türkiye’nin de eklenmesiyle,
Suriye topraklarındaki bu koridorda;
İsrail’in vekil gücü Kürtlerin himayesinde,
Ama uluslararası hukukun garantisinde bir şirketler devleti ve bağlı olacağı Suriye Federasyonu oluşturulacaktır…
 
*
Bu noktada ABD’nin sıkıntısı; Kürt bahanesi ama aslında  neo-Osmanlı başlığında, Suriye’de bir Sünni koridor üzerinde,
“Bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak-ı Millî topraklarını da kazanırız” oportunizminde Erdoğan Türkiye’sinin taleplerini dengelemektir.
 
*
Fırat’ın doğusu ile İdlib’deki fiili durumun Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinde yarattığı kırılganlık,
Türkiye için görünür kazanımlar sunsa da aslında büyük tehditler  içeriyor.  
Washington Türkiye’nin terörist gördüğü Kürt kuvvetleriyle mücadelesini önlemek üzere bir siyasi plan üzerinde Türkiye ile anlaşma yapmaya çalışıyor.
 
*
Bir taraftan da Türkiye ve Rusya, Mart başından beri  İdlib sınırları boyunca ortak askeri devriye yapıyor.
Bu gelişme, Suriye rejimi ile bölgeyi kontrol eden Haya’t Tahrir al-Şam (HTS) cihatçıları arasında yaşanan büyük bir çatışma korkusuyla aynı zamana denk gelmiştir,
O arada Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu da yeni hüküm sürdüğü bu topraklarda egemenliğini empoze etmesine izin veren HTS ile bir anlaşma yapmıştır!
 
*
Bu durum  İslamcı  cihadistlerin  İdlib üzerindeki idari kontrollerini daha da pekiştirmesine,
Ama Türkiye’nin İdlib’te  silahsızlaştırılmış bir bölge yaratma konusunda belirlenmiş rolünün aksamasına yol açmıştır..
Bu yüzden İdlib’te Türk-Rus askeri devriyesi   tam bir güvenlik sağlayamıyor..
Ne silahsız bölgeden ağır silahların kaldırılması ne de Esad rejiminin kullanımı için M4 ve M5 otoyollarının açılması sağlanmıştır… 
 
*
Bu Türkiye- Rusya devriyesinin başarılı bir stratejinin sonucu olmadığı,
Rusya’nın  İdlib’de Türkiye’yi HTS’ye karşı daha etkili tedbirler almaya iten planının aksadığını,  
Planın daha yumuşak bir şekilde uygulanan taktiksel bir manevradan öteye gitmediği anlamına geliyor.
 
*
Bunun bir adım ötesi ise ABD’nin Orta Doğu Barış Planı çerçevesinde,
Türkiye’nin  bölgedeki HTS’yi tamamen devre dışı bırakmazsa, Rusya’nın bir rejim taarruzunu desteklemesi durumudur ki;  
Bu gelişmelerin önü Türkiye’nin 31 Mart Yerel Seçimleriyle açılacaktır…
 
 
26. 3. 2019

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir