Tıp Bayramı, Osmanlı ve AKP
Büyük ordular besleyen tüm imparatorluklar gibi, Osmanlı da “savaş ekonomisi” ile varlığını sürdürüyordu; savaşacak, kazanacak, yağma yapacak ve ele geçirdiği ülkeleri sömürecek…
Yükselme Devri sona erip savaşlar kaybedilmeye başlanınca, ekonomi ve dolayısıyla devlet çökmeye başladı…
Gerilemenin ve yenilgilerin nedeni Avrupa’da bilim ve teknolojinin ilerlemesi, bu kapsamda savaş teknolojilerinin gelişmesi ve eğitimli/ bilgili komutanların savaşlarda ileri taktik ve stratejiler uygulamaya başlamaları idi…
Osmanlı’yı yönetenler bu gelişmelerden habersiz oldukları için, yenilgileri akıl dışı nedenlere bağlıyor, örneğin düşmana saldırının “eşref saati”nde yapılmadığını, iyi müneccimler (astrolog) bulunursa kazanacaklarını düşünüyorlardı. Bu amaçla ödünç müneccim vermeleri için Prusya Kralı’na elçi gönderenler bile oldu…
Ancak zamanla, Avrupa’dan getirtilen askeri uzmanların ve çeşitli nedenlerle Osmanlı’ya sığınan Batılı askerlerin de önerisiyle orduda yeni düzenlemeler yapılması gerektiği anlaşıldı. Böylece çağdaşlaşma ya da başka bir deyimle, “Osmanlı Modernizasyonu” başladı…
Uzmanların ortak görüşü, “kullanılan silahların eski teknoloji ürünü ve daha önemlisi subayların çok bilgisiz olmaları” idi…
Önce, Osmanlı’nın kendisini sığınmacı olarak kabul etmesi için Müslüman olan ve “Humbaracı Ahmet Paşa” adıyla Humbaracı Ocağı’nın (havan topu sınıfı) başına getirilen Fransız Claude-Aleksandre Comte de Bonneval (ölümü 1747 İstanbul), askerleri eğitmek için Humbaracı Okulu’nu açtı.
3. Mustafa’nın askeri danışman olarak görevlendirdiği, Fransız kurmay subay Baron de Tott ise Padişah’tan, subayların eğitilmesi için okul istedi. Padişah’ın medreselerde eğitilebileceklerini söylemesi üzerine, medreseleri inceleyen Baron’un, medrese müderrislerinin de “bir üçgenin iç açılarının toplamını” bilmeyecek kadar zır cahil olduklarını görmesi üzerine, seküler denilebilecek eğitim verilen askeri okullar açılmaya başlandı.
Osmanlı’nın en reformcu padişahı 2.Mahmut zamanında ortaokul (rüşdiye) ve lise (idadi)’lerden harp okullarına kadar birçok askeri okul açıldı.
İslam dünyasında 12. Yüzyıldan sonra akıl ve bilimin dışlanıp toplumda dinsel bağnazlığın egemen olmasıyla, medreselerde bilim eğitimine son verilmiş, sadece “nakli bilim” denilen din eğitimi verilmeye başlanmıştı. Bu nedenle, Osmanlı da dahil, İslam dünyasında bundan sonra sadece kendi kendisini yetiştirmiş birkaç bilim insanı ortaya çıkabilmiştir. Örneğin, astronomi alanında Takuyiddin, (ki kurmuş olduğu gözlemevi 1577’de Padişah’ın emriyle topa tutularak yıkılmıştır), denizcilik ve coğrafya/haritacılık alanında Piri Reis (ki kellesi vurularak öldürülmüştür) sayılabilir.
Tıp alanında da kurumsal eğitim olmadığı için, hekimler usta-çırak yöntemi ile yetişiyorlardı. 18. yüzyılda yaşamış olan Abbas Vesim Efendi’den (Abbas Vesim bin Abdurrahman bin Abdullah), kendi kendisini yetiştirmiş iyi bir hekim olarak söz edilmektedir. Ancak yazmış olduğu, Düstûr-ül-Vesim fi Tıb-ül-Cedid vel-Kadîm adlı kitabı incelendiğinde hala İbn Sina’yı (980-1077) referans aldığı, çağının yeniliklerinden habersiz olduğu görülmektedir. Örneğin, “kalbin üç karıncığı olduğunu” yazmaktadır. Oysa Harvey (1578- 1657), yaptığı araştırmalarla kalbin yapısını aydınlatmış ve dolaşım sistemini açıklamıştı.
Batılı uzmanların, orduda sağlık sınıfının ve bu kapsamda askeri hekimlerin de yetersiz olduklarını bildirmeleri üzerine 2. Mahmut, çağdaş bilgilere sahip askeri hekimler yetiştirmek üzere, Fransa’dan öğretim üyeleri getirtilerek Askeri Tıp Okulu kurulmasını buyurdu. Gereği yapıldıktan sonra, 14 Mart 1827’de Sultan’ın da katıldığı bir törenle eğitime başlandı. Bu arada, bu okula öğrenci yetiştirmek üzere bir Askeri Tıp İdadisi (lise) de açıldı.
Bu şekilde çağdışı kalmış medreselerin yanında, çağdaş öğretimin yapıldığı ilk eğitim kurumları, askeri okullar oldu. Daha sonra benzer, orta ve yüksekokul düzeyinde sivil okullar da açıldı ancak Osmanlı’yı Ortaçağ karanlığından çıkarmaya yönelik tüm yeniliklerin öncülüğünü hep, bu okullarda yetişmiş olan askerler yaptı.
Çağdışı kalmış, cehalet yuvası medreselerde ise genellikle okuma yazma bile öğretilemiyordu. Oysa ayrıcalıkları çoktu. En önemlisi medreseye kapağı atan, askere gitmiyordu. Bu nedenle medreseler asker kaçaklarının yuvası olmuştu. “Topraktan öğrenip kitapsız bilen” bilge halkımız medreselerin durumunu, tek tümcede, çok güzel açıklamıştı: ”benim oğlum bina okur, döner döner gene okur!” Bina, Arapça dilbilgisi demek; bunu öğrenmeden asıl derslere geçilemiyor. Ancak yıllarca, kafa sallayarak “bina” ezberlemeye çalışan taliban yani öğrenciler, bir türlü öğrenemiyor, fakat bundan ne onlar ne de hocaları şikayetçi oluyordu…
Durum böyle olmasına karşın, medreseleri kapatmayı kimse ağzına bile alamazdı. Toplumdaki etkinlikleri/ yaptırım güçleri çok fazla olan medreseleri, padişahlar karşılarına almaktan çekinirlerdi. Çünkü kendilerine “İlmiye Sınıfı” adını takmış, üçgenin iç açıları toplamını dahi bilmeyen medrese mollaları, “din elden gidiyor” dediklerinde toplum ayağa kalkıyor, “şeriat isterük” diyerek sokağa çıkan yobazlar Saray’a yürüyor, bunlara ulufe beklentisi olan kapıkulları da katılınca padişahlar tahtlarından düşürülebiliyorlardı.
Açılan sivil yüksekokulları, bir üniversite çatısı altında toplamak isteyen 2. Mahmut ve ardılı padişahlar tam 6 kez genelge çıkarmış olmalarına karşın, mollaların karşı çıkmaları nedeniyle yürürlüğe sokamamışlardır. Sonunda Abdülhamid 3. Genelgesini yürürlüğe koymayı başarmış ve böylece 1900 yılında, Osmanlı’nın ilk üniversitesi olan Darülfünun açılabilmiştir.
Osmanlı’nın diğer çağdışı kurumları gibi medreseleri de kapatarak tarihin çöp sepetine atmayı, ancak bir dahi devrimci başarabilirdi ve bunu Atatürk yaptı. Böylece millet sırtındaki asalaklardan kurtulmuş oldu.
Günümüzde Askeri Tıbbiye’nin devamı olan Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve asker hastaneleri kapatılarak, Osmanlı modernizasyonu ile çağdaş bir yapıya kavuşturulan askeri sağlık hizmetleri geriletildi. Askeri okullar kapatıldı, harp okulları medrese benzeri bir yapıya dönüştürüldü; bunun yanında 8 aylık kurslarla subay yetiştirilmesi ile övünüldü!.. Gene Osmanlı modernizasyonu ile açılmaya başlanan sivil orta dereceli okullar imam hatipleştirildi. Üniversiteleri de medreselere benzetme çalışmaları var. Bu nedenle olsa gerek “yerleşke” yerine “külliye” sözcüğü kullanılmaya başlandı. Bu arada adına, doğrudan medrese denilen eğitim kurumları da açıldı. Aynı şekilde “sıbyan mektepleri” açıldı. Dinsel eğitim, uygulaması ile birlikte kreşlerde başlatıldı.
Osmanlı’nın modernleşmesine tüm gerici odaklar karşı çıkıyor, yenilikleri “dinden çıkmak” olarak yorumluyor; tepkilerini, İslam’ın Halifesi sanını da taşıyan, Sultan 2. Mahmut’a “Gavur Padişah” diyecek kadar ileri götürüyorlardı.
Öyle görülüyor ki sonunda onlar kazandı; Osmanlı’nın 18.yüzyılı öncesine, Cumhuriyet ile birlikte çıktığımızı sandığımız İslam Ortaçağı’na doğru hızla geri gidiyoruz.
=========================================
- thales, doğa felsefecileri iyonya okulupisagor (pythagoras) (m.ö.580 sisam-500 kroton)
ptolemaios (mö 323-283) (batlamyus) ve iskenderiye okulu
- Euklides, archimedes, aristarkhos:”güneşin sabit, dünyanın hem kendi, hem de güneş etrafında döndüğü”, demokritosatom fiziğinin habercisi
evrende her şey fiziksel olarak bölünemeyen atom- lardan meydana gelmiştir
- hippokrates (istanköy mö 460-370) cinler, periler, kötü ruhlar görüşüne; muskacılığa, üfürükçülüğe karşı akılcı tıp
- hypatia
mekanik, matematik ve astronomi
Hıristiyanlığın Roma İmparatorlu- ğu’nun resmi dini olması
- dinin devlet ve toplum üzerinde belirleyici/egemen olmak istemesi.
- din-bilim / felsefe çatışması…
- felsefeleri, yaşam ve doğa üzerine değil, ölüm ve öteki dünya üzerine
- “yaşam, öteki dünya için bir sınavdır”
- “doğanın niteliği ve durumu üzerinde tartışmak, gerçek yaşamda, yani öteki dünyada bizim ne işimize yarar ?.. aziz ambroıse
- her şey kutsal kitaplarda vardır veya buradan türetilebilir. hıristiyanların, putperestlerin veya dinsizlerin bilgisine / bilimine gereksinimleri
- dünya nasıl yaratıldı ?..
-eski ahit (tevrat)
- dünyanın sonu ne olacak ?..
-yeni ahit (incil
- paskalya gününü saptayabilecek kadar bilimin yeterli olduğu…
- “akıl insanı inanmaktan alıkoyan bir tuzaktır. aklı bırakıp imana sarıldığım için esenliğe erdim.”
aziz augustine
iskenderiye kütüphanesi yaktırıldı (40 000 kitap).
bilim kadını/matematikçi hypatia (370-415) linç edildi.
eleştiri ve tartışma yasaklandı. “bilimle uğraşmak putperestlikle eşdeğer” kabul edildi..
Kilise soylularla birlikte halkı sömürerek cenneti bu dünyada yaşamaya başladı, “İsa, seviniz dedi, Kilise soyunuz diyor” Victor Hugo
“ sen piyer kilisesi’nin inşaatına yardım edeceklerin tüm günahları bağışlanarak cennete gideceklerdir.” papa x.leo (31 mart 1515)
Şifacı azizler için adaklar adamak, kiliseye bağışta bulunmak v.s.
halife me’mun ve mutaasım
el harzem cabir ibn hayyan, ibn haytam, ibn sina, ömer hayyam, el –razi, Farabi, ibn rüşd
ondalık sistem cebir, trigonemetri, optik
- YY’dan sonra Haçlı saldırıları ve Moğol İstilası
Peygamberin tartışmadığı bir şey üzerinde tartışmak yanlıştır. “İmam Ahmet İbn Hanbal”
yalnızca dini uygulama için gerekli ya da yararlı olacak bilimler, üzerinde durulmaya değerdir. diğer tüm bilimler değersizdir ve sadece insanları doğru yoldan alıkoyar İbrahim İbn Musa
Gazzali: dünya fiziksel yasalara göre işlemez. neden-sonuç ilişkisi olamaz. tanrı tüm fiziksel olaylarla olguların nedenidir ve sürekli olarak dünyaya müdahale etmektedir.
matematik haram bir konu değildir. fakat matematikçiler problem yaratıp çözmekte, matematikle ilgilenenler onun kesinliğine ve uygulamalarının açıklığına hayran olmaktadırlar. bu vahiye olan inancı yitirmelerine neden olur
satranç gibi zeka oyunları aklı güçlendirecekleri için kabul edilemez
gazzali: felsefenin tutarsızlığı
İbn Rüsd: Tutarsızlığın Tutarsızlığı
Reformun öncüsü
“ibn-i rüşd islam dünyasından çok hıristiyan dünyası için önemlidir. o, islam bilim ve felsefesi için ölü bir sondu. hıristiyan bilim ve felsefesi için ise bir başlangıç olmuştur
bertrand russel
KANLI PAZAR’IN 50. YILDÖNÜMÜ
Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
ABD’nin Akdeniz’deki kolluk gücü görevini yapan ve bu kapsamda 1967 Arap- İsrail Savaşı’nda İsrail’in koruyuculuğunu üstlenen 6. Filo, 50 yıl önce İstanbul’a gelmiş ve Dolmabahçe önlerinde demir atmıştı.
Boğazdaki manzara aynen, 1918 Kasımındaki manzaraydı…
O zaman Mondros Mütarekesi’ne göre İstanbul’u işgal etmiş olan emperyalistlerin donanmaları, aynen 6. Filo’nun gemileri gibi Boğaz’a demir atarak toplarını Sultan’ın Sarayı’na çevirmişlerdi.
Cepheden İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa’da trenden indiğinde karşısında, 3 yıl önce Çanakkale’de geçmelerine izin vermediği düşmanlarının savaş gemilerini görmüş ve “geldikleri gibi giderler” demişti.
Kendilerini, Mustafa Kemal’in Askerleri olarak gören Atatürkçü gençler de Atatürk gibi düşündüler ve “6. Filo’yu geldiği gibi göndermek” üzere mücadeleye başladılar.
1918’de Millici gençler, sokaklarda kıstırdıkları işgalci askerleri marizleyip kaçıyorlardı. Bunlar da aynısını yapmaya, Amerikan askerlerini dövmeye ve yakaladıklarını Dolmabahçe’den denize atmaya başladılar.
1918’de emperyalistlerin patronu İngiltere, Millicilere karşı kamuoyu oluşturmak üzere ajanları aracılığı ile “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”, “İslam Teali Cemiyeti”, “Kürt Teali Cemiyeti” gibi sivil toplum örgütleri kurdu. Öyle ki başta Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit olmak üzere, üst düzey yöneticilerin çoğu bu derneklere üye oldular ve “İngiltere’nin İslam’ın koruyucusu olduğu, ona karşı çıkanların İslam’a ve onun Halifesi’ne karşı çıkmış olacaklarını” öne süren bildiriler, fetvalar yayımladılar.
50 yıl önce de CIA ajanlarının etkin olduğu, üyeleri arasında Fetullah Gülen’in de bulunduğu Komünizmle Mücadele Derneği ( KMD) ve başkanlığını İsmail Kahraman’ın yaptığı, üyeleri arasında Abdullah Gül, Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu, Recep Tayyip Erdoğan gibi günümüz siyasilerinin bulunduğu Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi dernekler ise “6. Filo’yu savunan, karşı çıkanları komünistlikle suçlayan” bildiriler yayımlıyorlardı.
Milliciler 16 Şubat 1969 Pazar günü Taksim’de “Amerikan Sömürgeciliğinin Bekçisi, 6. FİLO DEFOL” mottosu ile Amerika karşıtı bir mitingi yapmak üzere gerekli izni aldılar.
KMD ile MTTB ise çoktan, “Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin” diyerek kışkırtıcılığa başlamıştı. Miting günü, bunlar topladıkları kalabalıklarla birlikte, önce Dolmabahçe meydanında 6. Filo’yu kıble yaparak namaz kıldılar; sonra taksime yürüyerek devrimcilerin üzerlerine saldırdılar. Polisin de saldırganlara göz yummasıyla Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ın öldürüldüğü ve iki yüzden fazla kişinin yaralandığı bu olay tarihe “KANLI PAZAR” olarak geçecek ve gericilerin yüz karası olacaktır.
Bunlar daha sonra CIA ajanlarının kışkırtmalarıyla Kahramanmaraş’ta, Malatya’da, Çorum’da, Sivas’ta katliamlar yaparak ülkeyi parçalamaya çalıştılar
Geçmişi unutmayalım ve günümüzde de böyle iç savaş kışkırtıcılığı yapanların kimler olduğunu tanımaya çalışalım…
Geçmişte ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol olarak kullandığı Türkiye’nin bölünmesini istemiyor; provokasyonlarla kendisine bağlı generallerin darbe yapmasının yolunu açıyordu.
Artık komünizm yıkıldı ve ABD, Türkiye’yi parçalamak istediğini BOP ile açıkladığı gibi, birkaç gün önce yayımladığı Venezuela ile ilgili haritada da göstermekten çekinmedi…
Uyanık olmaz isek Suriyeliler gibi olacağız…
Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Recai Kutan, Abdullah Gül, Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan bu derneğin üyesidir. Sıkı durun, Fethullah Gülen Erzurum kurucu üyesidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra içimize giren Amerika, “tam bağımsızlık ve antiemperyalizm” temeli üzerine kurulu Atatürk ilkelerini unutturmak için ajanları aracılığı ile, başta Komünizmle Mücadele Dernekleri olmak üzere sivil toplum örgütleri kurdurmuştu; zamanın iktidarının da yardımıyla Milli Türk Talebe Birliği’ni de ele geçirmelerini sağladı…
Taksimde miting için toplanan devrimci-ilerici gençlere, CİA denetimindeki gericiler tarafından yapılan ve Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’nın öldürüldüğü ve ikiyüzden fazla kişinin yaralandığı saldırıda, “Kanlı pazarı “ hazırlayanlar, ABD emperyalizminin o dönemde, anti komünizm üzerine, komünizm ile mücadele dernekleri adı altındada yetiştirdiği, Dolmabahçede 6. Filoyu kıble yaparak üyelerine ve cahil taraftarlarına namaz kıldırttığı, 40 lar meclisi denilen gruptur.
Bu grubun liderleri arasında ise;Abdullah Gül, İsmail Kahraman, İlhan Darendelioğlu ve İslamcı Milli gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi gibiler vardır.
Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Gazeteci Fehmi Koru işte bu örgütten geliyor.
“Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin”
Uğur Mumcu’nun bulup çıkarttığı bir bilgiydi. ‘Abdullah Öcalan, 1969’da Ankara’daki Tapu Kadastro Okulu’ndan mezun oldu. O yıllarda Komünizmle Mücadele Derneği’nin toplantılarına gidiyordu.’
Adnan Menderes, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Recai Kutan, Abdullah Gül, Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan bu derneğin üyesidir. Sıkı durun, Fethullah Gülen Erzurum kurucu üyesidir. \