Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Strasbourg’taki genel kurulunda, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki;
Katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararı kabul edildi.
Türkiye-AB ilişkilerinin etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanması istendi.
*
Kararın gerekçesini Türkiye’nin son anayasa değişikliğiyle yürürlüğe aldığı;
Ama Hukukun üstünlüğü: İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Kadına şiddet: Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrarın,
İşleyen bir pazar ekonomisi: Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esaslarının yerine getirilmesinin mümkün olamayacağı iddiası oluşturdu
*
Raporu hazırlayan Türkiye raportörü Hollanda Milletvekili Kati Piri,
Türkiye ile müzakere sürecinin tamamen durdurulmasının değil, askıya alınmasının önerildiğini söyledi.
Avrupalı liderlerin Gümrük Birliği, ticaret ve fonlar gibi araçları kullanarak Türkiye’ye insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi amacıyla baskı yapma çağrısında bulundu.
*
Kararda, AB ülkelerine Kıbrıs sorununun çözümünde daha aktif rol oynamaları çağrısı yapıldı.
Ankara’dan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanıması ve doğal kaynak arama ve işletme de dahil olmak üzere egemenlik haklarına saygı duyması,
Parlamenterlik görevleri sırasında yaptıkları konuşmalar nedeniyle tutuklanan milletvekillerinin serbest bırakılması istendi.
Türk güvenlik birimlerinin Türkiye sınırları dışında düzenlenen operasyonlarla yasadışı yollardan çok sayıda kişiyi yakalayıp Türkiye’ye getirmesi eleştirildi.
*
Karar AP’nin 2014-2019 yasama döneminin son Türkiye kararıydı.
Ancak kararın, 26 Mayıs’ta AP seçimleri sonrası oluşacak yeni parlamentonun Türkiye ile ilişkilerine zemin oluşturması,
Seçimlerde, anketlerin öngördüğü gibi aşırı sağcı, popülist, İslamofobik ve AB karşıtı partilerin zemin kazanması halinde;
Siyasi ağırlığının öngörülenden daha fazla olacağı düşünülüyor…
*
AP’nin raporuna dair AKP devleti sözcüsü Ö.Çelik;
“AP, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren Türkiye Raporu’nu kabul etmiş!
Bizim açımızdan değersiz, hükümsüz ve itibarsız bir karar bu.
Bu itibarsız karar, AP’nin artık aşırı sağın ideolojik güdümüne girdiğinin ilan edilmesidir.
Aşırı sağın dar penceresinden bakıyorlar dünyaya” açıklamasında bulundu…
*
Küresel liberal sistem; oluşturulan ittifaklar, bu ittifaklardaki çelişkiler ve uzlaşmalar üzerinden gelişiyor.
En önemli çelişkiler;
Ya ulusal hükümetleri kontrol eden egemenler ile sahtekârlık ve spekülasyon yoluyla devasa servet biriktiren malî oligarşinin,
En hayati pazarları ve hammadde kaynaklarını eline geçirmesi, sonra rakiplerini külfetin yükünü sırtlamaya zorlamasıyla oluşuyor.
*
Ya da siyasal, kültürel ve dinsel alanda büyük dönüşümlere yol açan Rönesans ve Reform hareketlerinin yaşandığı bir tarihsel dönemde başlayan,
Felsefenin, siyasetin, hukuk biliminin ve her türlü ideolojinin ilahiyatın alt bölümleri haline getirildiği Ortaçağ karanlığından çıkışı temsil eden,
Bir düşünsel ilerlemeyi simgeleyen “Akıl Çağı”na kimi toplumun bir tanışıklığın olmayışından kaynaklanıyor.
*
İşte Türkiye Cumhuriyeti.
Batı’daki Aydınlanma Devriminin sağladığı olumlu sonuçlar üzerinden Bağımsızlık Savaşı ile ulusal kuvvetlerin etken ve ulusal iradenin egemen kılınmasıyla kuruldu.
Ne ki, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletini AKP devletine devşiren Erdoğan;
Aydınlanma Devrimi’nin, “Ak’lın” her şeyi aydınlattığı, bu sayede önyargılar ve dogmaları yıktığı gerçeğine karşı duruyor.
Bu yüzden Türkiye, bulunduğu küresel liberal sistemin AB gibi muteber bir ittifakında;
Doğrunun ve yanlışın tek kriterinin tanrısal vahiy ya da dogma değil akıl olduğu, insana ve doğaya dair her şeyin akılla açıklanabileceğini savunamıyor…
*
Bu yüzden her gün ve sabahtan akşama kadar hem Türkiye hem bütün dünyada insanlık;
Erdoğan ve dinci ordusunun saldırısına uğruyor.
“AKP’ye oy verenler, sandık başında beratlarını alıyorlar, ahiret gününde rabbim onlara sorgu-sual etmeden cennetine alacak”,
“AKP’ye oy vermek demek rabbimin huzuruna günahsız çıkmak, fitne ve zillet partilerine oy vermek ise Allah muhafaza küfür demektir”,
“Bunların din ile bir alakaları yok” benzeri sloganlarıyla kahır ve öfke doluyor.
*
Erdoğan’ın şahsında, elbette İslamiyetin değil temsilcisi olduğu İslamcılığın neden böylesine dünyayı bir kargaşa ortamına çevirdiği kolayca anlaşılıyor…
Sonuçta her iki güç tutkusunun neden olduğu bu döngü kendisini milliyetçilik, faşizm, popülizm ve İslamofobi ile gösteriyor.
*
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakerelerine başlandığı günlerde,
Erdoğan demokrasiye talip herkese örnek teşkil eden küresel ölçekte büyüyen bir liderdi…
2008’den sonra Türkiye’yi şimdiye kadar görülmemiş biçimde bölünme aşamasına getirdi.
Erdoğan’ın olmazsa olmazı, ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik etmektir…
Şimdi Türkiye, Erdoğan’ın Anayasa değişikliği ve totaliter güce kavuşması ile bir zamanlar izinden gittiği Batılı örneklere hızla veda ediyor.
*
Türkiye Ortadoğu’daki iktidar örneklerine dahil olurken,
AP, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararı kabul ediyor.
Türkiye’nin dikkatini çekiyor çünkü hâlâ Türkiye’den vazgeçmiyor.
*
Zaten uzun bir zamandan beri, Türkiye’yi küresel liberal sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsıyor.
Yeniden AB’nin istisnaî siyasi ve ekonomik gücünü hissederek kararlılığını pekiştirmesini,
IMF’in denetiminde yapısal bir dizi reformlardan geçerek borc akışını düzene sokmasını,
Sonra yeniden küresel liberal sistemin AB ittifakının ekonomik ve siyasal yapısına entegre olmasını istiyor.
*
Bu talep Türkiye’nin değil Erdoğan’ın bekası sorunudur…
16.3.2019