Ergenekon ve Balyoz kumpas davaları gösterdi ki; bu ülkede adaleti tesis etmekle görevli kişiler olan hakim ve savcılar (elbette avukatlar da), etmiş oldukları tarafsızlık ve bağımsızlık yemininin dışına çıkarak, kendilerini başka güçlerin emrine verebiliyorlar.
Bu durumdaki bir savcıdan ve hakimden adalet beklemek sanırım beyhude bir bekleyiştir.
*
15 Temmuz 2016 hain darbe girişimine bağlı olarak FETÖ’ye mensup oldukları gerekçesiyle binlerce hakim ve savcının meslekten ihracı sonucunda oluşan hakim ve savcı açığını kapatmak için alelacele yapılan atamalar da bu konuda bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü ataması yapılan hakim ve savcılar yeterli derecede mesleki bilgiye ve tecrübeye sahip değiller.
Bu sebeple kendilerine güvenleri yok ve bu itibarla en sıradan dava dosyasını bile bilirkişiye gönderiyorlar.
Bu durumda davaları hakimler değil de sanki bilirkişiler sonuçlandırıyormuş gibi bir sonuç çıkıyor ortaya…
*
Hakim ve savcı açığını kapatmak için acele eden devlet, hukuk fakültesini yeni bitirmiş olanları bile hakim ve savcı olarak asıl kadrolara atıyor!
Yanlış bilmiyorsam, hakim ve savcı adayları eskiden belli bir süre mahkemelerde ve Yargıtay’da staj yapıyorlar, kürsüye alışıyorlar, hatta Adalet Akademisi denilen kurumda belli bir süre hizmet içi eğitime tabi tutuluyorlardı.
Şimdi bunlara dikkat edilmeden, yapılan sınavlarda başarılı olan(!) gencecik çocuklar hukuk sistemimizin içine dahil oluyorlar!
Hatta avukatlıktan hakimliğe ve savcılığa geçenler de bu konuda sorun teşkil ediyor gibime geliyor.
Düşünsenize; 75-80 yaşındaki bir hukuk profesörünün tarafı olduğu bir davaya ilişkin iddianameyi 22 yaşındaki bir savcı hazırlayıp, aynı yaştaki bir hakim karara bağlayacak!
Daha da kötüsü; taşrada meslek hayatının sonuna gelmiş 35-40 yıllık bir yargıcın verdiği bir kararı, Yargıtay’da görev yapan 3-5 yıllık bir Tetkik Hakimi inceleyecek!
*
Birkaç gün önce “Türkiye’nin Nabzı” programında Ceza Hukuku Profesörü Ersan Şen ve diğer katılımcıların “Hiçbir cemaat masum gösterilemez. Cemaatlerin devlet kurumlarını ele geçirmeleri önlenmeli, cemaatler devletten uzak tutulmalıdır. Çünkü bu durum, kamu hizmetlerinde liyakatin önünü tıkıyor” anlamına gelecek şekilde dile getirdikleri ve “FETÖ’nün yerini başka cemaatlerin almasına engel olunmalıdır” imasında bulundukları sözleri kayda değerdir.
Kastedilen kamu kurumlarının içine herhalde Adalet dağıtan kurumlar da dahildir ki; adalet sisteminde FETÖ’den boşalan yeri başka cemaat, tarikat ve belli bir siyasi görüşün doldurma isteğinde olabilecekleri ve bu tür cemaatlere mensup yargı personelinin de mensubu bulundukları yapıların menfaatine olacak biçimde hukuk dışı kararların altına imza atabilecekleri asla akıldan çıkarılmamalıdır.
FETÖ, bu konuda tam bir laboratuvar görevi görmüştür bu ülkede!
*
Öte yandan hakim ve savcılar üzerlerine o gösterişli ve sırmalı cübbeyi giyince savcı ve hakim olduklarını sanıyorlar!
Dahası bu cübbeyi giyenler, kendilerini bulundukları yerin kralı zannediyorlar!
Örnek mi; birkaç gün önce güneydoğuda bir ilçede yaşanan olay bu konuda iyi bir örnek.
İddiaya göre ilçenin Cumhuriyet Savcısı, halı saha maçı için kendileri için tespit edilen saatten önce sahaya geliyor ve hemen sahaya girip oynamak istiyor.
Buna müsaade etmeyen ve kendileri için belirlenen saatte orada oyun oynayan 14 öğretmeni ise karakola çektiriyor! Yani yetkisini kötüye kullanıyor ve emrine verilmiş kolluk kuvvetlerini kişisel tatmin ve otorite aracı olarak kullanıyor!
Umarım bu öğretmenlerden birisi bir hadiseye karışarak davası bu savcının önüne gitmez!
Bu savcı bey, o öğretmenleri, polise verdiği yanlı(ş) emirle sahadan toplatıp zorla karakola çektirmekle acaba kendisini yetiştiren öğretmenlere de hakaret ettiğinin farkında mıdır?
Genç hakim ve savcılardaki bu şımarıklığın bir sebebi de hükümetin, yargı personelinin özlük haklarını beklenmedik derecede iyileştirmesi ve 2010 referandumu ve değiştirilen yasalarla taşrada görevli genç hakim ve savcıların da Yargıtay ve HSK üyesi olabilmelerinin yolunu açmasıdır.
*
Ayrıca, devlet üniversitelerinin hukuk fakültelerini kazanamayanlar, daha düşük puanlarla ve paralı olarak özel üniversitelerin hukuk fakültelerinde okuyup hakim, savcı ve avukat olabiliyorlar.
Yabancı hukuk fakültelerinin denkliği konusuna girmiyorum bile!
Acaba buralarda verilen hukuk eğitimi ne kadar sağlıklı ve ne kadar yeterli?
Eskiden, hukuk fakültesi deyince Ankara ve İstanbul üniversitelerine bağlı iki hukuk fakültesi akla gelirdi.
Bu fakültelerde ders veren hocalar ise birer hukuk otoritesi sayılırdı.
Şimdi her tarafta mantar gibi hukuk fakültesi kuruldu ve her sene sürü sürü öğrenci buralardan mezun olarak hukuk sistemimize dahil oluyorlar.
Geçenlerde Ankara adliyesinde karşılaştığımız tanıdık bir avukatla konuşurken kendisi bana şöyle dedi; “Ömer Bey, görüyorsun, bizim avukat hanımlar manken gibiler. Bunlar genelde babalarının paralarıyla özel hukuk fakültelerinde okuyan zengin çocuklarıdır. Bizim kavruk Anadolu çocukları ancak yüksek puanlı devlet üniversitelerinin hukuk fakültelerine girebiliyorlar. Onun için de onlar genelde maaş garantisi olan hakim ve savcılığı tercih ediyorlar…” dedi.
Galiba nispeten haklılık payı var yaşlı avukatın bu sözlerinde.
Bu sebeple “Hukukun Üstünlüğü Endeksi” nde 129 ülke arasında ancak 109. olmamıza şaşırmamak gerekiyor..
Bir yanıt yazın