AKP’nin hikâyesi 90’lı yıllarda başladı.
Fazilet partisinden ayrılan ve “Milli Görüşçü” olmadığını söyleyen Siyasal İslamcı bazı politikacılar Amerika’ya çağrıldı. ABD’li devlet adamları ile kapalı kapılar arkasında gizli görüşmeler yaptılar.
Sözler alındı, sözler verildi. İmzalar atıldı.
Cumhuriyet, laiklik, Atatürk, Kemalizm sonlandırılacak, “Ilımlı İslam Devleti” oluşturulacaktı. Milli sanayi özelleştirilecek, devletçilik ortadan kaldırılacaktı. Zaten uzun zamandan beri ABD’nin kurmayları, teorisyenleri bunu açık açık dile getiriyorlardı.
Türkiye’nin doğusunu ve güneydoğusunu içine alan bir Kürdistan devleti kurulacaktı.
PKK dağdan indirilecek, ona meşruluk kazandırılacak; APO, toplum içerisinde sözü geçen bir lider konumuna getirilecekti.
Ama bütün bunları gerçekleştirebilmek için önce Atatürkçü komutanların tutuklanması, ordunun dağıtılması gerekiyordu.
Kollar sıvandı.
Beyaz Saray’da senaryolar hazırlandı, tertipler düzenlendi. Savcılar ayarlandı. Daha sonra da zamanın Genel Kurmay Başkanı Dolmabahçe Sarayına çağrıldı.
Bu buluşmanın ardından birer birer subayları tutuklamaya başladılar. Daha önce de ABD’liler subaylarımızın başına çuval geçirmişti. Amaç askerin onurunu zedelemek, onu itibarsızlaştırmak, yüzyıllar ötesinden gelen cesaret ve yiğitlik destanını ayaklar altına almaktı.
Bütün bu olup bitenler karşısında o zaman ne muhalefet, ne iktidar milletvekillerinden, ne de ordudan bir ses çıktı…
Ayrıca askerin Kuzey Irak’a girmesi, PKK’ya harekât düzenlemesi de yasaklanmıştı. Ama Kandil eşkıyaları yüksek perdeden tehditler savurmaya başlamışlardı bile… Teröristler de yol kontrolleri yapıyorlardı.
Bir yandan yurtsever Subaylar tutuklanıyor, bir yandan da insanları domuz bağı ile öldüren Hizbullah canileri serbest bırakılıyordu.
ABD’nin BOP planı tıkır tıkır işliyordu.
AKP, yılların birikimi, el emeği, göz nuru kamu mallarını, Cumhuriyet birikimlerini satarak işe başladı. Talana, vurguna, özelleştirmelere karşı çıkanlara, zamanın maliye bakanı Kemal Unakıtan “Babalar gibi satarım” demişti. Sattı.
Günümüze gelinceye dek, tam 124 parça kamu malını bir yıllık kârına yandaşlara ve yabancılara peşkeş çektiler. Ama yerine bir şey koymadılar.
Bunun sonucunda üretim durdu, işsizlik arttı. Yoksullar ordusu ortaya çıktı. Devletin hazine açığı vergilerle, zamlarla, kamu malları ile kapatılırken; yoksullaştırılan insanların ihtiyaçları da sadaka ekonomisi ve dualarla, Ramazan çadırları ile muskalarla, din sömürüsü ile karşılanmaya çalışıldı.
Ama bir yandan da süper zenginler çığ gibi artıyordu. Japonya’nın milli geliri bizim 7,5 katımız idi, ama bizim milyarder sayımız onların 2 katıydı.
Salt oy kazanmak kaygusu ile boş gezen insanlara maaş bağlandı. Emekçinin, emeklinin, memurun, çalışanın yaşam hakları kısıtlandı. Milyonlarca vatandaş açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildi.
Bu da yetmedi, iç ve dış siyasetini din, mezhep, cemaat temelinde şekillendiren AKP, Suriye’de Beşar Esat rejimini yıkabilmek için yüzbinlerce ÖSO, El Kaide, El Nusra canisine maddi, manevi yardım sağladı. Binlerce Suriyeliye kamp açtı. Emeklisinin, çalışanının, memurunun, yetimin maaşından, sosyal haklarından kesip onlara verdi.
O da yetmedi, toprak satışını hızlandırdı.
“AKP iktidarı 2003 – 2012 arasında dokuz yıl boyunca yabancılara yaklaşık 90 milyon metrekare toprak sattı. 98 bin taşınmazı yabancıların mülkiyetine geçirdi. Yabancı ülkelerin şirketlerine, 29 ya da 49 yıllığına 150 bin kilometrekarelik (Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 17’si kadar) maden alanını işletme hakkı tanıdı. AKP döneminde yabancılara satılan arsa ve arazilerin, 1923’den bu yana satılan arsa ve araziler toplamına oranı yüzde 80’i geçti. Aynı dönemde satılan kat mülkiyetli taşınmaz sayısının, toplam içindeki oranı ise yüzde 85’i aşmış bulunuyor.” (Prof. Dr. Cihan Dura)
Ayrıca “örtülü ödenek ödemeleri” de alabildiğine arttı. Cumhuriyet döneminin en yüksek düzeyine ulaştı. Rekor kırdı. Ama Türkiye halkı bugün sefalet içinde yaşıyor.
AKP, üretmeden, satarak savarak, borçlanarak yönettiği ekonomi ile en çok halk yığınlarını yoksullaştırdı. Halk borçlanarak yaşamaya alıştırıldı. 2002 sonunda 6 milyon civarında olan kredi kartı bu yıl itibarıyla 66,3 milyona, banka kartı adedi ise 146,4 milyona ve toplam kart adedi yaklaşık 213 milyona ulaştı. Kaç kat arttığını varın siz hesap edin…
Kredi kartı ile borçlanmalar sonucunda icralar, yargılamalar da birbirini izledi. Toplumda gerginlik, bunalım, kriz, ahlak çöküntüsü, adam öldürmeler, cinnet geçirmeler, intiharlar en yüksek düzeyine ulaştı. Bu kötü gidişe bağlı olarak, 2002 – 2010 arasında fuhuş yüzde 220, ırza geçme ve çocuklara cinsel taciz yüzde 125 oranında arttı. Suçlar ve suçlular karşısında din sömürüsü, eğitim yetersiz ve aciz kaldı.
Yukarıdaki rakamlar resmi rakamlardır.
Ey AKP, “Beka, beka sorunu var” diye diye ve bir de bakkallık, manavlık yaparak bu krizi aşamazsın. Hal esnafını, pazarcıyı suçlayarak bu krizden çıkamazsın.
Bunun bir tek çözümü var: ÜRETİMİ ARTIRMAK. Fabrikaları, sanayi yeniden kurmak…
Üretimi artırmak için de mazot, gübre fiyatlarını aşağı çekeceksin. Vergileri azaltacaksın. Çiftçiye ucuz kredi sağlayacaksın…