AKP, 2002 yılından bu yana Türk’e, Türklüğe, milli değerlerimize, Atatürk Cumhuriyetine karşı cephe aldı.
Tabelalardan TC’yi kaldırdı. Şu anda resmi kurum adlarının bazılarında TC var, bazılarında yok.
Bu iktidar döneminde mitinglerde Türk bayrağı satan emekçilerin yerlerde sürüklendiğine, elinde Türk bayrağı olduğu için, meclise alınmayan analarımızın isyanına tanık olduk.
Zaman zaman çeşitli bahanelerle, sudan sebeplerle ulusal bayramlarımız ertelendi ya da yasaklandı…
Zaman zaman Anayasadaki “Atatürk milliyetçiliği” kavramı bile onları rahatsız etti…
İstiklal marşı okunurken bazıları ayağa kalkmadı. Bazıları da değiştirerek okumaya çalıştı. İzmir Marşı söylenirken salonu terk ettiler.
Her çeşit milliyetçilik kavramını ayaklarının altına aldılar. Ondan sonra da “Açılım”, “Barış süreci” adı altında ABD, Barzani, Terörist PKK ile birlikte Kürdistan’ı kurmaya çalıştılar.
O dönemde ve daha sonraki dönemlerde bir kez olsun ağızlarından “Ben TÜRK’üm” lafı çıkmadı. Okullarda ANT’ı yasakladılar… Ben hâlâ bu yasaklamanın gerekçesini anlamış değilim ve ne yazık ki Milliyetçi MHP de onlara destek çıktı…
Bir kez olsun “Ulus devlet”, “tam bağımsızlık”, “Türk milleti”, “Ulusal Kurtuluş Savaşı”, “vatandaş”, “vatandaşlık”, “milliyetçilik…” kavramlarını ağızlarına almadılar.
Çünkü onların kitabında bu sözcükler yoktur. Yazmaz…
Arasanız da bulamazsınız… Peki, ne vardır onların kitabında?
“Ümmet” vardır. “Kul” vardır. “Kulluk” vardır. “Kula kulluk, biat” vardır.
Onlar, Atatürk’ün Meclisinde otururlar, köşkünde, koltuğunda otururlar, maaşını alırlar, ekmeğini, aşını yerler, onun sayesinde namazlarını kılarlar, orucunu tutarlar, ama yine de Atatürk’ü sevmezler. Atatürk Cumhuriyetini sevmezler.
Aralarında “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi. Ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı…” diyenler bile var.
Üst düzey devlet memurları da gidip bu lafı eden fesli delileri ziyaret edip, milletin, yargının gözünün içine baka baka suç işlerler.
Bütün bunların üstüne üstlük onlar bir de “Dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmeye çalışırlar.
Örneğin, bir zamanlar, bir AKP’li Belediye Başkanı çıkmış, Kurtuluş Gününde şunları söylemişti:
“Yeni nesile dostu ve düşmanı tanıtmak zorundayız. Üstadın dediği gibi, ’Dininin, namusunun, kininin davacısı bir gençlik istiyoruz…”
Peki, bu gençlik, kime karşı “Dininin, namusunun, kininin davacısı” olacak?
Kindar, dindar gençliğin hedefinde kimler var?
Kime karşı “Minareleri süngü, kubbeleri miğfer, camileri kışla, müminleri asker” yapacaklar?
Ülkemizde isteyen, istediği yerde ve zamanda namazını kılıyor mu?
Evet, kılıyor.
Herkes orucunu tutuyor mu?
Evet, tutuyor.
Hacca gidiyor mu?
Evet, gidiyor.
Peki, inançlı, inanan bir kimse bütün bunları yaparken karşısına çıkan, onu engelleyen birileri var mı?
Hayır, yok.
O zaman, o gençler kime kin güdecek, müminler kime karşı camileri kışla yapıp, minareleri süngü gibi kullanacak?
Kiminle savaşacaklar? Bunun çok yalın, çok basit bir yanıtı var:
Elbette Atatürkçülerle, laik ve Kemalist Cumhuriyete sahip çıkanlarla savaşacaklar…
Elbette şeriat devletinin oluşturulmasına karşı çıkanlarla savaşacaklar…
Amerika’yı, İsrail’i, AB’yi dost bilip kendi yurttaşını düşman bilecek ve ona kin besleyecek… “Dininin, namusunun, kininin davacısı” olacak…
Peki, kin, nefret temelinde dindarlık olur mu? Dindarlık bu mudur?
Ne demiş Hak aşığı, büyük halk ozanı Yunus Emre:
“Yunus Emre der hoca / Gerekse bin var hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir…”
Sevgidir insanı insan yapan, yücelten. Sevgidir her işin başı.
Sevgi güzelliktir. Doğadır. Acıları, sevinçleri, sevdaları ortaklaşa yaşamaktır. Bölüşmektir. Paylaşmaktır. Sevgi insanlaşmaktır.
Halktan uzakta, mutluluğu sırça köşklerinin duvarları arkasında arayanlar, anlayabilirler mi sevginin derinliğini?
Yüreklerinde kin, öç alma duygusundan başka duyguya yer vermeyenler bilebilirler mi sevginin sonsuzluğunu?
Eğer, çöken binanın müteahhidinin yüreğinde insan sevgisi olsaydı, gelir uğruna, rant uğruna ruhsatsız, izinsiz 3 kat daha çıkar mıydı?