1957’de değişik kültür, dil ve gelenek-göreneklere sahip Fransa, Batı Almanya, İtalya, Benelüks ülkeleri, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg;
Özgürlük, hukuk gücü, insan haklarına saygı ve eşitlik ilkesi üzerinde Roma Antlaşmasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu oluşturdular.
*
Yıllar sonra Uluslararası Para Fonu, Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşlar,
Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etti.
*
2000 Mart’ında Avrupa Birliğine (AB) üye 15 ülke bakan ve başbakanları, Portekiz/Lizbon’da Avrupalıların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.
AB’nin 2010’a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için “Avrupa’nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi” adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.
Paket, Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Tarihe “Ajanda 2010” olarak geçti…
*
“Ajanda 2010” hedeflerine nasıl varılacağı 2002’de İspanya/Sevilla’da belirlendi.
Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde, işten atılma konusunda, işsizlik sigortasında, emeklilik konusunda, eğitim ve sağlıkta, kazanç ve gelir vergisinde;
Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü.
Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri “Reform” adıyla servise konuldu.
*
İlkin 2003’te Almanya’da işsizler ve sosyal yardım alanlara “yoksulluk Yasası” adı verilen,
Kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalari yürürlüğe konuldu.
İddia edildiğinin tersine yasa ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.
Bu yasaların zengini daha zengin, fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.
Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakmak,
Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak,
Üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünü çok ucuza çalışmaya boyun eğdirmeyi sağlamaktı…
*
Bugün 1957 Roma Anlaşmasından sonra AB bir ilki yaşıyor.
İtalya Başbakan yardımcısı Luigi Di Maio, bu yıl Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aday olmaya hazırlanırken,
Fransız Sarı Yelekliler Hareketi temsilcileriyle görüştü ve onları kışkırttı.
Fransa, İtalya’nın içişlerine müdahalesini kınadı, İtalya nezdindeki büyükelçisini geri çekti ve ciddi bir diplomatik kriz patladı…
*
Bir süredir iki ülke arasında şirket devralmaları, Libya’ya yönelik politikalar ve Leonardo Da Vinci eserlerinin yer aldığı bir sergi nedeniyle oluşan gerilimler,
Haziran’da İtalya’da Guiseppe Conte’nin popülist değişim hükümetinin iktidara gelmesinden sonra iyice güçlenmişti.
Bu son çatışma iki hükümet arasındaki ilişkileri şimdiye dek görülmemiş bir noktaya çekmiş oldu.
*
AB’nin kurucu üyelerinden ikisinin böylesine açık bir çatışmada olması istisnai bir durum oluşturuyor.
Ancak İtalya’nın AB’ye açıkça düşman olan bir hükümete sahip olması da istisnai bir durumdur.
Bu durum ve oluşan kriz Avrupa’da derin bir fay kırıklığının oluşmakta olduğunu ortaya koyuyor.
*
Macron’un ekonomik- sosyal liberalizm, Pro-Avrupacılık ve ilerlemecilik ideolojilerini savunan La Republique En Marche ( İlerleyen Cumhuriyet) hareketi,
Fransız siyasi sahnesinde yeni olmasına rağmen ana akım Avrupa yanlısı liberal merkezi temsil ediyor.
Macron’un hükümeti ılımlı sol ve sağdan da taraftar kazanmıştır.
Popülist sol Boyun Eğmeyen Fransa hareketi ( La France Insoumise) ve aşırı sağ Ulusal Cephe ( Rassemblement National) ise muhalefeti oluşturuyor.
*
İtalya’da Luigi Di Maio liderliğinde popülist, yolsuzlukla mücadeleci, çevreci ve kısmen AB karşıtı olan Beş Yıldız Hareketi (Movimento 5 Stelle),
Ve Matteo Salvini liderliğinde aşırı sağcı Kuzey Ligi Partisi’n in (Lega Nord),
Birbirlerinin başbakan olmaması şartıyla Giuseppe Conte’nin başbakan olmasına onay verdikleri değişim hükümeti ise sistem karşıtıdır, AB’ye mesafeli bir siyaset yapıyor.
*
Dolayısıyla Fransız ve İtalyan hükümetlerinin AB için çok farklı vizyonları bulunuyor.
Fransa hükümetinin dış, askeri ve ekonomik ilişkilerde daha derin işbirliği yapma hedefine karşın,
İtalyan hükümeti, AB ve üye ülkelerin birbirlerine entegre olmasına eurosceptic bir tepki veriyor.
*
Bu bakımdan İtalya, AB ile açık bir çatışma içerisinde olan Avusturya, Polonya ve Macaristan’daki popülist hükümetlerle aynı hizada duruyor.
Halbuki Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yaklaştığı şu sırada birbirine zıt Fransız ve İtalyan hükümetlerinin görüşlerinde güvenilirlik sağlamaları gerekiyor
Ama İtalya’nın Fransa’ya karşı düzenlediği saldırılar, dolaylı olarak AB yanlısı entegrasyon gündemine ve birliğin felsefesine yönelik saldırılar olarak kabul ediliyor…
*
Bu sırada İtalyan hükümetindeki popülist partiler birliği, Avrupa Parlamentosu seçimleri için müttefikliklerini geliştiriyor.
Birlik zaten Fransız aşırı sağcı Rassemblement National ile birlikte parlamentoda Avrupa Milletler ve Özgürlük parlamenter grubunun üyesidir.
Bu nedenle, Luigi Di Maio Avrupa’da yeni dostlar ediniyor ve Fransa’nın hem sol hem de sağın popülist unsurlarını içeren Sarı Yelekliler Hareketiyle ortaklaşıyor.
*
AB ile çelişen bu ilişkiler iki ülkenin iç politikasına da doğrudan etkisi oluyor.
Macron çok iddialı bir ekonomik reform programı ile Avrupa’yı desteklerken, Sarı Yelekliler Hareketi ile çatışıyor.
Ekonomik reformu işsizlik sorunlarını çözmek ve sağlam mali dengeleri koruyarak Fransız ekonomisinin rekabet edebilirliğini artırmak için yapılan liberal bir yapısal uyum programıdır.
İtalyan hükümeti ise Avrupa Parlamentosu seçimleri için üs sağlama çabasındadır ve bu çaba Avrupa ile çatışmasına neden oluyor.
*
Bu noktada Avrupa Birliği Fransa’nın eğitim, emek piyasası emekli maaşlarında değişiklik reformlarını alkışlıyor.
Ancak muhalefetin ve reformun liberalizm ile popülizm arasında bir bölünmeye işaret ettiği konulara ya da muhafazakar kırsal nüfusa karşı duruyor.
Sarı Yelekliler hareketi başlangıçta, muhafazakar kırsal nüfusu oluşturan insanlar arasında yakıt vergisine muhalefetten doğmuştu,
Fakat şimdi sol ve sağda Fransız toplumunun farklı kesimlerinin bir protesto hareketine dönüşmüştür.
Macron, çaresiz yaşam standartlarının iyileştirilmesi konusundaki talepleri karşılamak için,
Emeklilere ve düşük gelirli işçilere hükümetin maliyesini tehlikeye sokan vergi indirimleri sözü vermiş bulunuyor.
*
Buna karşılık, İtalyan hükümeti daha fazla sosyal koruma, emeklilik haklarının korunması, işsizler için vatandaşlık geliri ve sosyal hizmetlere daha fazla harcama yapılmasını vaad ediyor.
Üstelik bunu İtalya’nın yıllardır ekonomik durgunluk ve yüksek bütçe açığı ve borcu ile karşı karşıya kalmasına,
AB’nin malî sürdürülebilirlik kriterlerini yerine getirmek zorunluluğuna rağmen yapıyor.
*
Bu noktada Fransız-İtalyan krizi, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra bir şekilde azalabilir.
Ancak yaşanan krizin önüne geçilmesi için İtalya ya da Fransa’daki hükümetin ideolojik yapısında bir değişiklik olması,
Ya da AB’ nin ekonomi politikasında daha fazla esneklik göstermesi ve İtalyan hükümetinin aradığı şeyi sunması gerekiyor.
Ancak bu durum yakın bir vadede muhtemel görünmüyor.
*
Bu yüzden AB için tek umut, Avrupa Komisyonu’nun 23 Ekim’de İtalya’nın sunduğu 2019 bütçe önerisini,
İlk kez Birlik ülkelerinden birinin eşi benzeri görülmemiş bir şekilde AB kurallarını çiğnediği gerekçesi ile kabul etmemesi ardından,
Avrupa Komisyonu ve İtalyan hükümetinin İtalya’nın 2019 bütçesiyle ilgili süren görüşmeleri sırasında ortaya koyacakları pragmatizmdedir…
*
Onların “Hak Verilmez Alınır” diyen Sarı Yeleklileri,
Türkiye’nin Belediye Tanzim Satış çadırları kuyruğunda “Bir Lokma Bir Hırkacı”ları var…
12.2. 2019
Yazıları posta kutunda oku