AKP’ye ve onun yöneticilerine göre Türkiye’de her şey güllük, gülistanlık…
Ekonomi sağlıklı, yolunda ilerliyor… İşsizlik, enflasyon sorunu ise zamanla çözülecek…
Demokrasi tıkır tıkır işliyor…
Çocuk kandırıyorlar sanki… Dünyanın tek akıllısı onlar ya…
Biraz daha koltuklarında kalabilmek için boş hayallerle, vaatlerle ve din sömürüsü ile halkı uyutmaya çalışıyorlar. Makam, koltuk ve iktidar için onlar her şeyi yapabilirler…
ASLINDA ÇARPICI GERÇEK, YALIN GERÇEK ŞU:
Hiç uzatmadan söyleyelim: Ekonomi dibe vurdu… Halk perişan. Toplum perişan.
Türkiye, Türkiye olalı böyle bir pahalılık yaşamadı… Görmedi. Duymadı. Bu kadar çok çaresiz kalmadı. Artık sebzeler, meyveler kilo ile değil, gram ile alınıyor…
Soğanı bile ithal ediyoruz.
Bir grup yandaş müteahhit, havuz medyası ve onlarla birlikte politikacı bir eli yağda, bir eli balda, bu dünyada cenneti yaşarken; yoksulluk, açlık sınırının altında çırpınan, boğazına dek bataklığa saplanmış halka ise öteki dünyada cennet vadediyorlar…
Bazıları da Ruzu Mahşerde kullanmaları için şimdiden onlara beraat belgeleri dağıtıyor…
Yeter ki onlara oy versinler, onların makamlarını, zenginliklerini, ihtişamlarını korumalarına yardımcı olsunlar…
Bu hedeflerine ulaşmak için de ellerinden geleni artlarına koymuyorlar…
Halkın içine düşmanlık tohumları ekiyorlar. Toplumu kamplara bölüyorlar. Kendilerini destekleyenleri vatansever, desteklemeyenleri “Hain” ilan ediyorlar.
Hedeflerine ulaşmak için ittifaklar kuruyorlar. Kırk yıllık düşmanlar, yıllardan beri birbirlerine sövüp sayanlar, bir anda her şeyi unutup, canciğer kuzu sarması oluyorlar.
Kendilerine “Cumhur İttifakı”, karşısındakilere “Zillet, İllet İttifakı” adını verdiler… Destekçileri ise MHP ile Vatan Partisi. Doğu Perinçek, geçenlerde, Binali Yıldırım ile çok yararlı bir görüşme yaptıklarını söyledi…
Onların düzeninde, yani “İleri demokrasi!” düzeninde sadece yandaşlar konuşabiliyor. Türkiye bir “Korku imparatorluğuna” dönüştürüldü çünkü.
Herkes birbirine kuşkuyla bakıyor. Herkes birbirinden çekiniyor. Düşündüğünü söyleyemiyor. Haksızlıkların karşısına dikilemiyor. Haksızlığa uğrayanları savunamıyor. Destekleyemiyor. Sadece seyrediyor.
Onların koyduğu kurallara herkes uymak zorundadır. Onların ileri demokrasisinde görsel ve yazılı basın gerçekleri yazamaz. Kirli çamaşırları ortaya dökemez. Eleştiremez. Doğruları söyleyemez.
Onların yasasına göre gazetecilerin, yazarların, televizyonların tek görevi vardır; iktidarı desteklemek, başkanı övmek, hükümetin icraatını ballandıra ballandıra anlatmaktır…
Peki, anlatmazsan ne olur? İşte o zaman ölümlerden ölüm beğen… Nefesini keserler.
Ya boyun eğersin, biat edersin onlara, ya da yargı önüne çıkarsın… Ondan sonra da gelsin ceza evleri, gelsin tazminat cezaları…
Yani Kırk katır mı, kırk satır mı? Tercih senin…
Hiç saklamayalım. Gizlemeyelim. Bu düzenin adını koyalım ve ona göre önlem alalım, çözüm üretelim: Bu düzen faşist bir düzendir.
Hem de faşist düzenin siyasal İslamcı olanıdır. Bir kara, kapkara bulut gibi gelip çökmüştür vatanımızın üstüne.
Ama Mustafa Kemal Atatürk’ün vurguladığı gibi, “Düşünceler; şiddetle, topla, tüfekle asla öldürülemez.”
Çünkü İnsan düşündüğü sürece haksızlıklara, işkencelere, acılara başkaldırmıştır. Direnmiştir. Direnmeye de devam edecektir.
12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde gençleri, aydınları hapishanelere doldurdular, 17 yaşındaki çocukları idam ettiler de ne oldu? Tarihin akışını geriye çevirebildiler mi?
Hitler gibi, Mussolini gibi faşistler geçici başarılar elde etmiş olsalar bile, sonları her zaman için kötü olmuştur, hüsranla sonuçlanmıştır. Bakın bu konuda Ahmet Taner Kışlalı neler diyor:
“Mussolini de bacağından asılarak noktaladığı yoluna, sol yumruğunu göstererek başlayanlardandı.
Önce düzene tepki duyan kitleleri peşine taktı. Oyların üçte birini topladı. Güzel bir seçim sistemi sayesinde, üçte bir oyla meclisteki sandalyelerin üçte ikisini ele geçirdi.
Ve sonunda, o üçte ikilik çoğunluğa dayanarak, anayasayı değiştirdi. Diğer partileri kapattı. Tarihin karanlık bir dönemine damgasını vuracak olan “faşizm”i kurdu.
Her şey yasalara uygundu. Seçimler de, anayasa değişikliği de, yeni çıkardığı yasalar da…
Her şey kitabına uygundu, yasaldı, ama meşru değildi…”
Siyasal İslamcı zorbaların sonu da önceki faşistler gibi olacak, yargı önünde er ya da geç, hesap vereceklerdir… Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Yeter ki biz Mustafa Kemal’in önerilerine kulak verelim, direnmesini bilelim, vatanımızı koruyalım.
Ne demişti Yüce önder:
“…Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur…”
Bir yanıt yazın