Dört yanımız gericiler, yobazlar, çağ dışı yaratıklar tarafından kuşatıldı.
Mustafa Kemal’in “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir” sözü rafa kaldırıldı. Yol göstericimiz gericilik, yobazlık ve boş inançlar oldu…
Aklın, bilimin yerini hurafeler, cinler, periler, dinsel dogmalar aldı. Atatürk’ün canı pahasına gerçekleştirdiği “Aydınlanma Devrimi” ayaklar altında şimdi…
Laiklik paramparça edildi. Dinle devlet işleri bütünleşti. Yekvücut oldu. Devleti yönetenler artık olaylara, sorunlara, sorunların çözümüne din penceresinden bakıyorlar.
4-5 yaşındaki oyun çocuklarını doldurmuşlar bir camiye namaz kıldırıyorlar. Kimisi oturuyor, kimisi kalkıyor, kimisi arkadaşı ile oyun oynuyor… Anaları da aralarında gezip resim çekiyorlar…
Diyanet’in, öğrencilere ücretsiz dağıttığı, “Peygamber ve Gençlik” kitabında laiklik ve eğitim karşıtı propaganda yapıldığı ortaya çıktı. Eğitim seviyesi yükseldikçe dinden uzaklaşıldığını savunan kitapta, “ “Tahsil ile dindarlık arasında ters yönlü bir ilişkiden bahsedilebilir. Seküler alanlarda yüksek tahsil yapmanın genel anlamda dindarlık, özelde dini inanç ve ibadetler üzerinde olumsuz etki yaptığı tespit edilmiştir” ” denildi
Profesörlük rütbesine erişmiş bir dinci de geçenlerde, “İnsanlar banyoda elbiseli yıkanmalıdırlar” fetvasını verdi. Şaştık. Ayrıca bu adam, bir bilim üniversitesinin başına rektör tayin edildi.
Bitmedi… Eski bakanlardan birisi çıktı, “Eğer bize oy verirseniz, bu, Ruzi Mahşerde Berat belgelerinizden biri olacaktır…” dedi.
Gözümüzün içine baka baka din sömürüsü yapıyorlar… Aklımızla oynuyorlar.
Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı “Medeni Bilgiler” kitabında, iki öğeye dayandırıyordu:
1) Sadece din ile devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması;
2) Yasaların dine göre değil, toplumun gereksinimlerine göre yapılması.
Günümüzde yasalar artık “toplumun gereksinimlerine” göre değil, dinin ve iktidardakilerin gereksinimlerine göre yapılmaktadır.
Ülkemiz bi kargaşa ortamına itilmiş durumdadır bugün. Her yerde, her şeyde kaos. Kargaşa… Keşmekeşlik…
Çarşıda, pazarda, okullarda, yargıda, devlet dairelerinde, hastanelerde, ailelerde, sandıkta, seçim sisteminde, sokakta, cadde de…
Mansur Yavaş, önceki seçimde 550 sandığın YSK’ya gelmediğini ve seçimin bu şekilde sonuçlandığını açıkladı. Ve gerçek tam 2 ay sonra ortaya çıkmış. Mansur yavaş şöyle devam ediyor:
“Kanunda diyor ki; “Seçim sonuçları aynı gün, en süratli şekilde seçim kuruluna verilir.”
550 tane sandık hiç gelmiyor. Sandık numaralarıyla tespit ettik, kayıtlar hâlâ bende var. Gelmemesinin şöyle bir sonucu var; siz 550 tutanağı YSK’nın ekranında göremiyorsunuz. Hâlbuki onlar gelecek, taranacak, ıslak imza ile onu karşılaştıracaksınız. Toplamda 150 bin oy.
Daha sonra ben görevlileri aradım dedim ki; 550 sandığın sonuçları hiç gelmemiş. İnanmadılar böyle bir şey olamaz diye. Sandık numaralarını gönderdim bir saat sonra döndüler ‘Gerçekten gelmemiş’ dediler böyle hayret edasıyla.”
YSK bunu da yalanladı.
Uzun süre içinde oturulmayan, harabe evlerde yüzlerce seçmenin yaşadığı belirlenmiş, İstanbul adalara 900 seçmen kaydırılmış, Beylerbeyi stadyumunun çimlerine bile seçmen yazılmış…
Seçmen gözüken 6 bin ölü, itiraz üzerine kayıtlardan daha yeni düşüldü… 24 Haziran seçimlerinde dondurulan seçmen sayısı 736 iken, bu sayı, bugün 57 bin kişiyi buldu…
Bütün bu belgeli, kayıtlı bilgiler ortaya konulduğunda ise Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, “Mükerrer seçmen de sahte seçmen de hayali seçmen de yok.” Dedi.
Oysa AKP’li Üsküdar belediyesinde görev yapan Belediye Meclis üyesinin evinde 40’ı aşkın kişi hala kayıtlı bulunmaktadır. Bunlar buzdağının görünen kısmı… Geri kalanı deniz altında…
İktidar cephesinde durum bu… Sen ne söylersen söyle, ne yazarsan yaz onlar aksini söylüyorlar. İleri sürülen iddialar belgelere dayansa bile.
Peki, bu hileler, hurdalar, seçmen kaydırmalar, ölülere oy kullandırmalar karşısında muhalefet ne yapıyor?
Önlem alıyor mu? Sahtekârları ve sahtekârlıkları engelliyor mu? Engelleyebiliyor mu?
Şimdilik böyle (etkili) bir çalışma, böyle bir mücadele, böyle bir engelleme göremiyoruz…
Yeni aldığımız bir istihbarata göre geçen seçimde CHP 500 sandığa görevli koymamış. O zaman onlara söylenecek tak laf kalıyor:
“Kendim ettim kendim buldum / Gül gibi sararıp soldum…” Ve bu türküyü dinledikten sonra da başlayacaklar bağırmaya, haykırmaya:
“Bu seçimi kaybettik ama gelecek seçimde onların canına okuyacağız, onları alaşağı edeceğiz…” 8 senedir bu böyle devam ediyor… Utanan yok…
Biz de diyoruz ki: “Bağırmayın çağırmayın, mırıldanmayın. Sadece halklarımıza sahip çıkın. İktidara teslim olmayın. Bize yeter.”
Bu kez dimdik durun. Sandıkları CHP’siz bırakmayın. Hileleri engelleyin.
Nasıl bir belanın içine düştük ey halkım… Görüyor musunuz?
Ama Mustafa Kemal Atatürk kurtuluş savaşına başlarken içinde bulunduğumuz bela bunun on katından daha fazlaydı. Yine de başardı. Biz de başaracağız…
Hele şu seçimlerin sonucunu bi görelim; soygunsuz, sömürüsüz, aydınlık günler için hayli farklı planlarımız, programlarımız var…
(alieralp37@gmail.com)
Bir yanıt yazın