Türk Konseyi (Türk Keneşi) Ne Yapar?
Alaeddin Yalçınkaya
Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde başlatılan Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’nin 2009 Nahçivan Antlaşması üzerine Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin öncülüğü ile Türk Konseyi (Şurası, Keneşi) oluşturulmuştur. Türkmenistan, sürekli tarafsızlık stratejisi gereği örgüte katılmamıştır. Özbekistan ise o dönemde devlet başkanı olan Kerimov’un özellikle komşular ve Türk dünyasına karşı izolasyon politikaları nedeniyle Türk Keneşi’nde yer almamıştır. Kerimov sonrasında cumhurbaşkanı seçilen Şevket Mirziyoyev, 2018 baharında örgüte katılma kararı almıştır.
TÜRKSOY vb kurumlaşmalar ile yeni organlar bu örgüt bünyesinde yer almıştır. Belirtmek gerekir ki Türk Konseyi bünyesindeki organlar aracılığıyla bağımsız cumhuriyetler dışındakiler de dahil dünyanın her tarafında özerk bölgeler veya azınlıklar halinde yaşayan Türklerin bu örgütle bağlantısı vardır. Esasen örgütün görevlerinden biri de ilgili devletlerin içişlerine ve egemenlik haklarına müdahale etmeden dünyanın her yerindeki Türkler arasında kültürel, ekonomik, eğitimsel işbirliği tesis etmek, yardımlaşmak, gerektiğinde Uluslararası İnsan Hakları düzenlemeleri çerçevesinde haklarını savunmak ve yardımcı olmaktır. Türk Sanatları Ortak Gelişimi Örgütü (TÜRKSOY) yıllarca kuruluş amaçları doğrultusunda pek etkinlik gösterememiştir. Yaşanan tecrübeler ışığında son yıllarda başarılı faaliyetleri görülmüştür.
Nahçivan Anlaşmasına göre Türk Konseyi, Türkçe konuşan ülkeler arasında ortak tarih, kültür, dil ve kimlik temelli işbirliğini ve dayanışmayı hedeflemektedir. Belirtmek gerekir ki bu hedeflerin temelinde batı temelli bir akım olan Pan-Turkizm veya ırkçı anlamıyla Türkçülük bulunmamaktadır. Bununla beraber birçok genellikle Hıristiyan veya Yahudi gruplar arasında kurulmuş olan ve müsamahayla karşılanan dayanışma, işbirliği, yardımlaşma hedefli örgütler bulunmaktadır. Bununla beraber batının tarihi Türkofobi (genellikle aynı yola çıkan İslamofobi) tutumu, dünyanın birçok bölgesinde ezilen, zulüm altında yaşayan, asgari insan haklarından mahrum olan Türklerin haklarını savunmayı imkansız kılmıştır. İlginçtir ki Türk ve Müslüman aydınların önemli bir kısmı bu ayrımcılığı makul karşılamakta, en azından sesini çıkarmamayı tercih etmektedir.
Ülke içinde veya sınır ötesinde faaliyet gösteren uluslararası terörle ortak mücadele etmek de Türk Keneşi’nin kuruluş amaçlarındandır. Bu bağlamda bir bölgedeki terör faaliyetleri bahanesiyle terörle ilgisi olmayan insanların baskı ve zulüm altında yaşamaları konusunu araştırmak, ilgili ülkeler ve diğer küresel örgütlerle işbirliği yapmak da yine bu örgütün görevleri arasındadır.
Irak, Rodos, Balkanlar gibi Osmanlı coğrafyasının birçok bölgesinde Türklere karşı baskı ve ayrıcılık politikaları genellikle geçiştirilmektedir. Sürgündeki Kırım ve Ahıska Türklerinin vatanlarına dönüşündeki engeller de bu kapsamdadır. Örneğin Suriye ve Irak’ta tehlike altında bulunan Ermeniler, Süryaniler ve diğer Hıristiyan unsurların en hafif sıkıntıları dünyanın gündemine yerleştiği halde aynı bölgede çok daha fazla nüfusa sahip Türklere yapılanlar, Türkiye’de dahi pek gündeme gelmemektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere Türk Keneşi’nin diğer ülkelerin içişlerine karışmama yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak örneğin Doğu Türkistan’da egemen Çin yönetimi, bu bölgede herhangi bir insan hakları ihlali olmadığı halde terörle mücadele kapsamındaki tedbirlerin sözkonusu olduğunu ileri sürmektedir. Belirtmek gerekir ki Çin’in Ulusararası Hukukça tanınmış egemenlik hakları ve toprak bütünlüğü gerekçesiyle yasalara saygı çerçevesinde kendi inancı ve ananelerinin gereklerini yaşamak isteyen vatandaşlarına zulmetme hakkı yoktur. Esasen Çin hükümeti de böyle bir zulüm yapılmadığın iddia etmektedir. Bu durumda iki önemli üyesi Kazakistan ve Kırgızistan, Çin ile komşu, aynı zamanda dostluk ilişkileri bulunan Türk Keneşi, bu aşamada devreye girerek yine içişlerine saygı çerçevesinde iddiaları araştırmak üzere bir heyet oluşturmalıdır. İfade ve yayın özgürlüğü dışında Çin’e karşı terörist faaliyetlerde bulunan kurum ve kuruluşlara karşı da üye ülkelerde tedbirler alınabilir. Böyle bir teşebbüsten Çin de memnun olacaktır.
Belirtmek gerekir ki Türkiye’de “Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti” gibi bir oluşumun bedeli Doğu Türkistan’daki Müslümanlara baskı ve zulüm ise, öncelikle bu oluşumun mensupları bu tür faaliyetlere son vermelidir. Gerekirse idari, adli ve güvenlik tedbirler alınabilir. Benzer durum diğer Türk cumhuriyetleri için de geçerlidir. Buna karşın Çin’in ülke bütünlüğüne karşı faaliyette bulunmayan her Doğu Türkistanlı ata yurdunu ve akrabalarını ziyaret edebilmelidir. Bunun gibi Doğu Türkistanlı gençler de dünyanın her tarafından olduğu gibi Türkiye’de de eğitim imkanlarından istifade edebilmelidir.
Türk Konseyi bünyesinde olup sekreteryası Kazakistan’da bulunan Türk Akademisi’nin görevleri arasında azınlık durumunda yaşayan Türk halklarının bulunduğu bölgelere geziler düzenlemek bulunmaktadır. Bu geziler veya ziyaretler sadece Çin yönetiminin uygun gördüğü mahalle, ev ve birimlere değil her bölgeye yapılabilmelidir. Avrasya’nın bilge devlet başkanı Nazarbayev’in girişimleriyle bu kuruluşça oluşturulan bir heyet de Doğu Türkistan’ın en ücra köşelerine gidebilmelidir. Ve hazırlayacağı rapora göre belki de buradaki soydaşlarımızın huzur ve refah içinde yaşadıkları haberlerini verebilirler. Aksi takdirde Çin yönetiminin baskı ve zulüm politikalarına son vermelidir. Ülke içi ve dışında egemenlik haklarını hedef alan terör ve benzeri faaliyetler için gerekirse Türk Konseyi ve Akademisi ile de işbirliği yapılabilir. Ancak bu süreçte öncelikle terör faaliyetleriyle ilgisi olmayan milyonlar üzerindeki baskı ve işkencelerin kalktığı veya zaten böyle bir şey olmadığı konusunda ilgili kurum, kuruluş ve fertler hiç bir kısıtlama ile karşılaşmadan gezerek, görerek ikna olmalıdır.
Belirtmek gerekir benzer görevler başta İslam İşbirliği Örgütü olmak üzere diğer kurumlar için de sözkonusudur. Myanmar (Arakan) Müslümanlarına karşı uygulanan soykırım konusunda bu örgütün pek sesinin çıkmaması, sonuç alıcı girişimlerde bulunmaması ayrı bir konudur. Halbuki İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşu, Filistinli Müslümanlara yapılan haksızlıklar ile Mescid-i Aksa’nın kundaklanması ile başlamıştır. Bu teşkilat da dünyanın birçok yerinde Müslümanlara karşı yapılan zulümlere karşı sessizlik ayıbına son vermelidir.
Öncevatan, 23.01.2019
Bir yanıt yazın