Yükselen Çin’in Doğu Türkistan Girdabı
Alaeddin Yalçınkaya
Doğu Türkistan’da tarihin en büyük facialarından biri yaşanmaktadır. Daha önce de yaşanmış örnekler çoktur. Ancak burada teknolojinin son imkanlarıyla birlikte sosyal bilimler, tıp ve psikoloji alanlarındaki yeni yöntemler de uygulanmaktadır. Türkiye’nin yaklaşık iki katı büyüklüğündeki ülkede on milyonları hedef alan işkenceler sözkonusudur. Zulüm kamplarında kalanların sayısının 3 milyona ulaştığı tahmin ediliyor. Kampların dışındakilere yönelik yasaklar ve işkenceler de farklı değil.
Yaklaşık iki yıldır kapalı işkencehane haline getirilmiş bu dev ülkeden yeterli bilgi alınamıyor. BM, AB, batılı gazeteler ve ajanslardan bir şekilde sızan haberler ile uydu görüntüleri dışında bütün yollar kapalı. Uluslararası kuruluşların uyarılarını Çinli yöneticilerin reddetmesine karşın gerçeklerin ortaya çıkmasının araştırılmasına da izin verilmemektedir. Bir şekilde bölgeye gitmeyi başarabilen batılıların belli alanlara yaklaşması mümkün değildir. Bununla beraber ülke dışına kaçabilenlerden alınan haberler korkunç!
Türkiye’de on binlerce Doğu Türkistanlı bulunup bunların yakınları baskı ve işkence altındadır. Akrabalarının kamplarda öldürüldüğünü aylarca sonra öğrenebiliyorlar. Daha önce bir şekilde ziyaret mümkün olduğu halde bugün yollar kapalıdır. Dünyada önde gelen medya kuruluşları ve ajanslar, fecaatla ilgili haberleri ve raporları az da olsa yayınlamaktadır. Fakat ülkemizde konuyla ilgili haberlere sansür mü uygulanmaktadır? Veya Çin’in bizim medya patronlarına baskısı mı sözkonusudur?
Bu zulmü kamuoyuna duyurmak ve Cumhurbaşkanını bilgilendirmek üzere İstanbul’dan Ankara’ya kış soğuğunda yollara düşen Doğu Türkistanlılardan, mesajlarla haberdar oldum. Bu önemli yürüyüşün, gazete, radyo ve televizyonların gündemine girememesi hayret verici. İnternetteki araştırmamdan sadece birkaç küçük gazetenin bunu haber yaptıklarını görebildim. Çin’in, bu vahşetin örtbas edilmesi konusunda başta Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan olmak üzere komşu ülkelelere yaptığı baskılar bilinmektedir.
Bir Kazak öğrencim “Kazakistan-Doğu Türkistan İlişkileri”ni tez konusu olarak seçmişti. Çalışmaya başladıktan sonra Kazakistan’daki hocalarıyla görüştü. Apar topar beni aradı ve “hocam eğer içinde ‘Doğu Türkistan’ terimi geçen bir tez hazırlarsam ülkemde bana kadro verilmezmiş; tez konusunu değiştirelim” dedi ve değiştirdik. Pakistan’daki Uygur Türkleri adım adım takip edilir, zulümle alakalı bir kelime kullandığında Çin ajanları devreye girer ve bu kişi ülkesine gönderilir, sonrası belirsizdir. Daha önce muhatap olabildiğim Doğu Türkistanlı öğrencilerimin korku, endişe, travma hali gözümden kaçmadıysa da Türkiye kaynaklı bir baskı duymadım. Ancak gittikçe şiddetlenen baskılara karşı resmi bir beyanın duyulmamış olması, bu korkunç olayların bültenlerde yer alamaması endişelerimi artırıyor.
Yükselen güçlerin başında zikredilen Çin’in büyümesinin daha ne kadar süreceği tartışma konularındandır. Hemen her sene bir kademe daha yükselerek bugün dünyanın ikinci ekonomisi haline gelmiştir. Ucuz işgücü yanında bilim, araştırma, teknolojik yenilikler ile gittikçe daha fazla kaynak ayırdığı askeri alanlardaki inkişafı, dünyayı ürkütmektedir. Buna karşın Doğu Türkistan’da dozu gittikçe şiddetlenen bu zulüm dikkate alındığında Çin’in sonunun beklenenden daha erken olacağına, Doğu Türkistan girdabından çıkamayacağına inanıyorum. “Zulüm payidar olmaz” kaidesi burada da geçerlidir.
Belirtmek gerekir ki Doğu Türkistan dışında Çin’in diğer eyaletlerindeki Müslüman sayısı daha fazla olup dinlerini öğrenme ve yaşamada pek sıkıntıları yoktur. Doğu Türkistan’daki yasaklar, baskılar, işkenceler ise anlatmakla bitmez. Namazı, abdesti, orucu engellemek için son yıllardaki uygulamalara bugün domuz eti yedirme gibi baskılar da eklenmiştir. “Çinli kardeş aile” uygulaması ile Müslüman kadınlar Çinlilerle yatağa sokulmaktadır. Doğu Türkistanlı genç kızlar işsizlik bahanesiyle iç eyaletlerdeki zorunlu çalışma bölgelerine gönderilip iğrenç yollarla pazarlanırken her gün vagonlar dolusu Çinli, nüfusun seyrekliği gerekçesiyle Uygur şehirlerinin mutena sitelerine yerleştirilmekte ve istihdam edilmektedir. Fazla çocuk sahibi olan veya hamile kalan Müslümanlar için uygulanan işkenceler, insanı insanlığından utandıracak türdendir. Son haberlere göre kamplarda 350 aydın ve akademisyen öldürülmüş. Ancak gerçek rakamlar ile yaşananların mahiyeti tam olarak bilinemiyor, çünkü koca ülke dev zindan haline gelmiştir.
Stalin’in zulüm politikaları sonucu Sovyet coğrafyasından İslam’ın ve Türklüğün kesin olarak silindiği zannedilmişti. Ancak onun çıldırarak ölümünden sonra kimsenin öngöremediği şekilde ve sürede Sovyetler Birliği dağıldı. 1950’lerde Kazakistan’da Kazaklar, azınlığa düşerken Ruslar çoğunluk haline gelmişti. Bugün Kazakların oranı %70’i buldu ki kimse bunu tahmin edemezdi.
Zulmün eninde sonunda işleyeni yok ettiğinin örnekleri saymakla bitmez. İnsan kanının hassasiyetine, mazlumların ahının gücüne, İlahi adalete inanıyoruz. İşkenceler, vahşetler, zulümler öncelikle bunu tatbik eden kişilerin ruhlarını yakmakta, her türlü üretkenliğini bitirmektedir. Soykırım Sözleşmesinin birçok maddesine göre uzun vadeli ve programlı bir soykırımın gerçekleştiği Doğu Türkistan’daki Çinli görevli ve yöneticilerin, Çin’in çöküşünün merkezinde yer alacağına dair tahminimin psikoloji ve sosyal bilimler açısından açıklaması vardır.
Ülkemizdeki akademisyenler, araştırmacılar, iletişimciler, bu zulümden olabildiğince geniş çevrelerin haberdar olmasını sağlamalıdır. Yöneticiler zulmün mahiyeti konusunda uluslararası örgütleri ve aktörleri yoğun bir şekilde bilgilendirmelidir. Konunun araştırılmasının yolları bulunmalıdır. İş çevreleri, ticari ilişkilerimiz bozulacak diye endişe etmemelidir. Zira zulüm üzerine kurulan ilişki baştan çökmüştür. Türkiye olarak dış ticaret dengemizin sürekli aleyhimize olduğu Çin ile ilişkilerde, Doğu Türkistan konusu gündeme getirilmelidir. Belirtmek gerekir “Bağımsız Doğu Türkistan” söylemi bugünkü şartlarda eşyanın tabiatına aykırı olup yapılması gereken buradaki soydaşlarımızın temel insan haklarının temini, garantisi ve kontrolüdür.
Öncevatan, 09.01.2019
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
***
Yukarıdaki yazının yayınlanmasından sonra aksi görüşte birçok yorum veya beyanat ile karşılaştırm. Bunlara göre Doğu Türkistan’da böyle birşey olmadığı halde ABD’nin kışkırtmasıyla yalan haberler sözkonusudur.
Öncelikle başta CIA bağlantılı Doğu Türkistanlı işadamları/işkadınları olmak üzere terörist veya bölücü tanımına giren, Uluslararası Hukuk çerçevesinde egemen bir ülkeye karşı faaliyette bulunan örgütlerle ilgili düzenlemeler açıktır. Bir terör örgütünün mensuplarına veya eylemlerine karşı her devletin tedbir alma, suçluları cezalandırma hakkı vardır. Bununla beraber örneğin PKK’nın eylem ve cinayetlerinden dolayı ülkemizde Kürt vatandaşlarımız cezalandırılmamaktadır. Şehir ve tünel savaşlarının yaşandığı dönem hariç isteyen her bölgeye girebilmekte, herkesle konuşabilmektedir. Güneydoğu’dan son yıllarda bu kadar çok şehit cenazesinin gelmesinin bir sebebi de terörle mücadele ederken masum Kürt vatandaşların mağdur olmamasına özen gösterilmesidir. Bu bağlamda Rabia Kadir’in ABD yetkilileriyle birlikte Çin egemenliğine karşı bayrak açmış olması, on milyonlarca Uygur Türkünün ezilmesini meşru kılmaz. Veya Türkiye’de bazı Doğu Türkistan kökenli derneklerin, çocukların evcilik oynaması gibi “Bağımsız Doğu Türkistan’ın sürgündeki Cumhurbaşkanı, Başbakanı, falanca bakanları …” gibi kadro oluşturmaları halen Çin egemenliğinde yaşayanlara baskı yapmayı haklı çıkarmaz. “Rohingya Kurtuluş Örgütü” üzerinden Arakan Müslümanlarına yapılanların da soykırım olduğu günümüzde kabul edilmiştir. Benzer durum Kosova Kurtuluş Örgütü’nün faaliyetleri için de sözkonusudur. Esasen nerede Kurtuluş, Bağımsızlık, Özgür gibi tamlamalarla başlayan bir örgütlenme varsa genellikle altından CIA, MOSSAD, MI6 bağlantıları çıkmıştır. Ancak bu bağlantıların varlığı egemen ülkenin suçsuz insanlara zulüm yapmasını gerektirmez.
Yazımın sonunda belirttiğim gibi “Bağımsız Doğu Türkistan” bugünkü şartlarda mümkün değildir. Ancak tıpkı SSCB gibi birgün Çin’in dağılmayacağını kimse garanti edemez. Bugün yapılması gereken ise Çin yönetiminin Sincan (=Yeni Ülke. Eskiden Doğu Türkistan) adını verdikleri bölgedeki soydaşlarımız, dindaşlarımız veya diğer insanların yaşama, işkenceye maruz kalmama, inancının gereklerini öğrenme ve yerine getirme, eğitim, ülkesinde çalışma gibi temel insan haklarından faydalanmalarını sağlamaktadır.
Çin yönetimi zaten bu konuda sorun yok diyorsa başta BM’nin ilgili birimleri olmak üzere bağımsız gözlemcilerin Doğu Türkistan’ı karış karış dolaşıp istedikleriyle görüşme ve gerekli raporları hazırlamasına imkan verilmelidir. Dört yıl öncesine kadar Doğu Türkistanlı öğrencilerimiz olurdu. Ancak son yıllarda gelen, giden yok. Halbuki ulaşım ve iletişim daha da kolaylaştı. Birkaç gündür başka üniversitelerdeki arkadaşlarıma aynı konuyu soruyorum. Onların da cevapları üç-dört yıl önceye kadar öğrenci geliyordu. Artık şimdi yok.
Türkiye’nin Çin’in egemenliği konusundaki hassasiyet beyanları da dikkate alınarak Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan bir heyetin konuyu incelemesine ve gerçekleri dünya kamuoyu ile paylaşmasına fırsat verilebilir. Veya yasal çerçevede faaliyet gösteren Doğu Türkistanlılar, yahut medya temsilcileri davet edilerek gerçeklerin ortaya çıkması sağlanabilir.
Yıllardır kimsenin gidip gelemediği bu coğrafyada yapılan zulümlerin yalan olduğunu Çin yönetimi herkesi ikna edecek şekilde ortaya koymalıdır. Aksi takdirde başta Soykırım Sözleşmesi olmak üzere temel insan hakları ile ilgili hukuki süreçler başlatılmalıdır.
Bir yanıt yazın