Necdet Buluz
Ülkelerindeki çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli sığınmacılar konusu hemen her gün tartışma konusu oluyor. İlgililerden bir kısmı “Yakında ülkelerine dönecekler” derken, bir kısmı da “Artık dönmelerine gerek yok”diyor. Tartışmalar da uzayıp gidiyor.
Geçenlerde Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran hocamız “Suriyeli sığınmacılar 2” başlıklı çok güzel bir analiz yaptı. Son derece önemli bir yazı olduğuna inandığımız Taşkıran hocamızın bu yazısını virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşmak istedik:
“Konuyla ilgili “Suriye’den gelenlerin yüzde 60’ı Misakı milli sınırları içerisinde. Çanakkale’de birlikte mücadele ettik. Bu işin reçetesi Müslümanlık ve kardeşlik” gibi resmi açıklamalar da Türklerin duygularına hitab ederek durumu kurtarma açıklamalardır. Çanakkale savaşında bütün o coğrafya Osmanlı idi. Çanakkale’ye bir başka ülkeden gelmiş değiller. Vatanlarını savunuyorlardı. Tıpkı Kut ül Amare’de, Basra’da, Bağdat’ta, Musul’da, Filistin’de savaşan Türk çocukları gibi. Hicaz’daki, Filistinde Suriye’de İngilizlerle birlikte olanlara hiç girmiyorum.
Hemen belirtelim ki bunları söylemek Suriyelilere karşı olmak değildir. Suriyeli sığınmacılarla ilgili düşüncelerimi daha önce yazdım. Ama bir kere daha tekrar etmek isterim.
Biz Türkler, Osmanlı devletinin son dönemlerinde çıkan “yangında” topraklarımızın çoğunu kaybettik. Ama Anadolu’daki “evimizi” kurtardık. Anadolu’da yaşayanlarla birlikte kaybettiğimiz, yangına maruz topraklarda, kendilerini oralardaki yabancı kültüre ait hissetmeyenler de kaybedilen topraklardan Anadolu’ya geldiler. Balkanlardan, Kafkaslardan, OrtaAsya’dan, Orta Doğu’dan gelenler oldu. Hep birlikte, bir ve kaynaşmış olarak yaşadık, yaşıyoruz.
Yani bu topraklar sığınmacılara aşinadır. Onlara asla yabancı gibi bakmaz ve davranmaz. Anadolu insanı hepimizin, daha 100 sene öncesine kadar aynı devletin, hatta aynı büyük milletin çocukları olduğumuzu bilir. Evini kaybetmenin, evinden yurdundan kovulmanın ne olduğunu bilir.
Düşünün ki son 200 yılda uzak topraklardan Anadolu’ya göç hep olmuştur. Kırım Harbinde başlayan göçler Suriye’den gelenlere kadar aralıklarla devam etmiştir. Yapılan bir hesaplamaya göre son 200 yılda Anadolu’ya yapılan göç sayısı yaklaşık 6 milyonun üzerindedir.
Baskıcı rejimlerden, ayırımcılıktan, savaştan, iç çatışmalar ve ön yargılardan kaçarak Türkiye’ye gelenler etnik kimlikleri ne olursa olsun ortak Türk-İslam kültürü ve kimliğine mensup olmuşlar ve bu milletin onurlu bir üyesi olarak ülkenin birlik-bütünlük ve bekası için gerektiğinde mücadele etmiş, şehit olmuşlardır.
2011 sonrası Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacı ise, kesin bir rakam veremesek de, yaklaşık 3,5-4 milyondur. Dikkat ediniz son 200 yılda 6 milyon, son 7 yılda 3,5-4 milyon. Bu çok önemli bir sosyolojik sorundur. Bunun altından kalkmak hiçbir ülke için kolay değildir. Meseleye sadece dini ve duygusal açıdan bakarak “bırakalım hepsi gelsin, nasıl olsa hepsi Müslüman” diyemezsiniz. İnsan olarak öyle düşünseniz bile, yönetim olarak öyle davranamazsınız.
Önce şu gerçekleri görmek gerekir:
Yapılan bir araştırmaya göre 2018 yılı başına kadar Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 276 binden fazladır. Bu gidişle 10 yıl sonra dışarıdan hiç gelen olmasa da, ülkemizde Suriye’li sayısı 1 milyonun üzerinde artacak, 4,5-5 milyonu bulacaktır.
Mevcut Suriyeliler içinde 15-65 yaş arası nüfus 2 milyondan biraz fazladır. Bu dinamik nüfus demektir.
Yine basında yer alan çalışmalara dayanarak 2050 yılında, yani yaklaşık 30 yıl sonra Türkiye’nin nüfusunun 150 milyon olacağı, bunun da yaklaşık 50 milyonunu Suriyelilerin oluşturacağı söyleniyor.
Bu hesapları aslında vatandaşlardan önce devletin yapması gerekli ve zaruridir. Yağmur geçtikten sonra şemsiye açmak anlamlı değildir.
Ülkemizdeki Suriyelilerin eğitim, barınma, iş meselelerini, hayat şartlarını, sağlık sorunlarını dikkate alırsanız ülkenin nasıl bir sorunla karşı karşıya kaldığını görebilirsiniz. Sadece sağlıktan bir örnek verelim:
2018 yılı başlarına kadar 1.327.000 Suriyeli Türkiye hastanelerine yatırılmış. Bunlardan 1.113.000’ine ameliyat gerçekleştirilmiş. Devlet sağlık işlemleri için Türk vatandaşlarından katkı payı alıyor. Suriyelilere bu işlemler ücretsiz sağlanmış.
Türk toplumu göçün başlarında gelenlere hiç sesini çıkarmamış, Desteklemiştir. Ama Hatay, Antep, Kilis, Urfa gibi yerlerin bazılarında sığınmacı nüfusun yerli nüfusu geçmesi ve halklar arasında güvenlik sorunlarının yaşanması, halkın Suriyelilere bakışını değiştirdi diyebiliriz. Yeni yıl kutlaması olayı öncesi yapılan anketler halkımızın yaklaşık % 70 inin Suriyelilerin ülke ekonomisini olumsuz etkilediği ve işsizliğe sebep olduğu kanaatinde olduğunu gösteriyor.
Artık çok yerde Suriyeliler Türkiye için toplumsal, ekonomik, demografik bir sorun halinde görülüyor. Hatta bu mesele bir milli güvenlik sorunu haline gelmiş durumda diyenler az değil.
Suriyelilerin bir kısmının ülkemizde terör, uyuşturucu, kaçakçılık ve çete olaylarına karıştığını hepimiz okuyor, görüyor ve yaşıyoruz. Türkiye’nin toplumsal yapısı yara alıyor.
Bunun da asıl sebebi son 7 yılda Anadolu’ya gelen Suriyelilerin etnik Arap kimlik ve aşiret kültürünü ısrarla ve güçlü şekilde korumaları ve Türk milli kültürüne adapte olmaya direnmelidir. Bu durum, bizce, ilerde daha büyük çatışmaları ortaya çıkaracaktır.
Hiç bir Türk Suriyelileri aşağılamaz. Bizim inanç ve anlayışımızda insanın insana üstünlüğü olamaz. İnsanın üstünlüğü takvadadır. Ancak Suriyeli sığınmacılar meselesini sadece insani boyut ve duygusal yaklaşımlarla değerlendiremeyiz. Mutlaka milli güvenlik boyutunu da düşünmek, ele almak zorundayız.
Türkiye’deki herkesin, Suriyelilere destek verenlerin de, eleştirenlerin de, kucağında birkaç günlük çocukları ile dilenen Suriyeli kadınları, çöplerden ekmek toplayan çocukları, aşiretlere, ağalara 3., 4. eş olarak satılan küçük kız çocukları, günün yarısını bir ekmek için düşük ücretle çalışarak geçiren zayıf bedenli genç erkek çocukları, terk edilmiş metruk binalarda cam yerine naylon çekilmiş pencerelerde, ışıksız, havasız, susuz yaşamaya çalışan Suriyeli aileleri gördükçe yüreği parçalanıyordur. Parçalanmıyorsa zaten onları konuşmaya bile değmez.
Bu meselede ne Suriyelilerin ne eleştiren halkın ne de destekleyen halkın bir yanlışı yoktur. Meseleyi bu hale getiren yanlış politikalardır. Meseleye milli zaviyeden bakmayan, duygusal ve dini açıdan bir yaklaşımla, bakamayacağı kadar insanı sığınmacı olarak kabul eden ve bunu siyasi bir malzeme olarak görme düşüncesinde olduğunu sandığımız zihniyettir.
İnşallah emperyalistlerin Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme planları bozulur, herkes yerinde mutlu ve huzurlu bir hayat yaşar.”
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın