Bezirgân Din Adamları

En çok yardımlaşmanın, zekat ve sadaka vermenin öneminden bahsediyorlar; çünkü kendileri de bağış topluyorlar veya kabul ediyorlar; topladıkları bağışları yardım ve burs adı altında dağıtarak toplumda prestij kazanıyorlar; özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde zekât, fitre ve sadakalarda kendilerinde hak sahipliği görüyorlar; mollaların, seydaların ve şeyhlerin, zekât ve sadakalarda payları olduğu inancını yayıyorlar. - fes
Din adamları ve din va’zı üzerine yazdığım yazıların bazı çevreleri rahatsız ettiği anlaşılıyor.
“Din adamlarına yönelik tenkitlerin din adamlarından çok bizatihi dine zarar verebileceğini ve insanları, özellikle de gençleri dinden uzaklaştırıcı etki yapabileceğini iddia ediyorlar…”
Bu iddiaya katılmak elbette mümkün değil.
Oysa İnsanları dinden soğutup uzaklaştıranlar, bizzat din adamlarıdır.
Onların din va’zı ve toplumdaki tutum ve davranışlarıdır.
Meşhur fıkradır; tesettürden ve kadınların örtünmelerinin öneminden bahseden hocaya “Hocam iyi de senin kızlar bizimkilerden farklı değil; onlar da açık saçık dolaşıyorlar” dediklerinde hocanın cevabı şu olmuş: “Kahpelere de yakışıyor bu şekilde giyinmek!”
Yani din adamları, dini konuşarak değil de yaşayarak; bireysel, ailevi ve toplumsal hayatlarına uygulayarak tebliğ ederlerse çok daha saygın olacaklarında şüphe yok.
Çünkü dünyada iz bırakan din adamları böyle yapmışlardır.
İnsanlara “yapın” veya “yapmayın” dedikleri şeyleri öncelikle kendi hayatlarına uygulamışlardır.
“Din adamlarına yönelik tenkitlerin din adamlarından çok bizatihi dine zarar verebileceği ve insanları dinden uzaklaştırıcı etki yapabileceği…” iddiası, bize göre; dini kullanarak din adamlarının korunması anlamına gelmektedir.
Yani dini, din adamlarının üzerine bir zırh olarak giydirerek onları dokunulmaz, eleştirilmez kılma çabası var bu iddianın altında.
Oysa bizim hakiki din adamlarına saygımız sonsuzdur; varsa getirin de ellerinden öpelim!
*
Ancak (Türkiye için söylüyorum); son yıllarda din adamlarının önemli bir kısmı bezirgânlaşmıştır!
1979 yılından itibaren Hac ve Umre hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakılması, 1980 askeri darbesinden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yüksek ücretlerle yurtdışına din görevlisi göndermeye başlaması, 1989 yılından itibaren Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümlerinin “Kutlu Doğum Haftası” adı altında geniş çaplı etkinliklerle kutlanmaya başlaması, Camiler ve Din Görevlileri Haftası ihdas edilmesi gibi uygulamalarla din adamları para peşinde koşar hale gelmişlerdir.
Zira bu tür etkinlikler sebebiyle din adamları yüksek harcırahlarla gerek yurtiçi, gerekse yurtdışı görevlere gönderilmeye, sağda solda konferanslar vermeye başlamışlardır.
Özellikle, din görevlisi, ataşe ve müşavir sıfatıyla uzun süre yurtdışında kalanlar, gelir bakımından adeta sınıf atlamışlardır!
1975 yılında kurulan Türkiye Diyanet Vakfı’nın, hemen her müftülükte bir şubesinin açılmasıyla birlikte, müftülükler bütçeden aldıkları paylara ilave olarak önemli bir finans kaynağına daha kavuşmuşlardır.
Taşradaki diğer kamu kurumları mali sıkıntı çekerlerken, müftülükler, vakıf ve dernek gibi STK’ları kullanarak halktan topladıkları bağışları, hemen her türlü ihtiyaçlarında kullanma ve mali sıkıntılarını bu STK’lar üzerinden giderme imkânı bulmuşlardır.
Cami kapıları ise Müslümanları taciz eder noktalara vardırılırcasına, din görevlilerinin halkı soyup soğana çevirdiği yerler haline getirilmiştir.
Hemen her cuma cami kapıları, yardım toplayan cami görevlileri ve yardım dilenen dilenciler sebebiyle birer utanç kapısı haline gelmiş bulunmaktadır.
Benim cuma ve bayram namazı kıldığım camiler için söylüyorum; hemen hemen her cuma ve bayram namazında istisnasız yardım toplanıyor.
Bu durumu caminin imamına söylediğimde ise kendisi de bundan rahatsız olduğunu, ancak Müftülüğün kendilerini bu konuda zorladığını söylemiştir.

*
Ayrıca artık her müftülük adeta bir yayınevi gibidir.
Müftülükler, Diyanet yayınlarını pazarlamaktadırlar ve bu işten de önemli miktarda gelir elde etmektedirler.
*
Bugün birçok din görevlisi müzik koroları kurdular, İslami Düğün adı altında yapılan düğünlerde para karşılığı konserler veriyorlar.
Din adamları cenaze merasimlerini ve mevlit törenlerini kendi aralarında parsellemiş vaziyetteler.
En sıradan köyde defnedilen cenazenin başında bile artık teknolojik ses sistemleri kullanıyorlar maharetlerini icra ederlerken.
Bütün bu merasimlerdeki etkinlikleri meccanen yaptıkları düşünülemez herhalde!
*
Öte yandan, özellikle büyük şehirlerdeki pek çok din adamının ticaretle meşgul oldukları bilinen bir vakıadır.
Bunların en çok yaptıkları iş, emlak ve oto pazarlamacılığıdır ki; bütün bu işleri başkalarının üzerinden yaparak Devlet Memurları Kanunu’nun kısıtlayıcı hükümlerini aştıkları düşünülebilir.
Ayrıca içlerinde özellikle kırsalda tarım ve hayvancılık yaparak, yetiştirdikleri ürünleri satarak para kazananların olduğu bilinmektedir.
Peki, bu satışlar üzerinden devlete vergi ödüyorlar mı?
Allah bilir!
Hatta sanayi ve ticaretin canlı olduğu büyük şehirlerde işi büyütüp tüccar ve sanayici olanların bile bulunduğu söyleniyor.
Elbette çoğu, bu tür işleri eş ve çocuklarının üzerinden yapıyorlar.
Ancak işlerini büyütürken din unsurunu ve din adamlığının kendilerine sağladığı otorite ve saygınlığı kullandıklarında, yani bir anlamda sektördeki rakiplerine karşı haksız rekabet yaptıklarında kuşku yoktur.
*
Öte yandan din adamlarının din tanımları ve din adına verdikleri hizmetler de tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır bugün.
Çünkü en başta din adamlarının, din dedikleri şey, günümüzde bir kısım ritüellerden ve şekli uygulamalardan ibaret hale gelmiş bulunmaktadır.
Bu sebeple bana sorarsanız; camiler dışında din adamlarına hiçbir ihtiyaç yoktur bugün.
Zira eğitim düzeyleri oldukça yükselen insanlarımız, artık dinlerini çeşitli şekillerde yapılan yayınlardan rahatlıkla öğrenebiliyorlar.
Rivayete göre; bu ülkede 4000 İmam-Hatip Lisesi, sadece Diyanet’e bağlı 15.000 Kur’an Kursu, derneklere ve tarikatlara ait olup öğrenci yurdu adı altında işletilen kaçak kurslar vs. olduğu söyleniyor.
Sahi bu ülke nereye gidiyor efendiler?
Bu kadar okulu ve kursu ne yapacaksınız?
Söyleyin lütfen; 4-6 grubu minik çocuklara ne öğretiyorsunuz siz camilerde?
Yapmayın lütfen; çünkü böyle din olmaz!
Dini geçim kaynağı ve siyasi rant aracı olmaktan çıkartalım artık.
İyi insan olmayı, ahlaklı olmayı, erdem ve yüksek karakter sahibi insanlar olmayı öğretelim çocuklarımıza.
*
Ahlak, adalet, erdem gibi şeyler dinden bağımsız şeylerdir.
Tek tanrılı dinler gelmezden önce de ahlak, adalet ve erdem gibi olgular filozoflarca incelenmiş ve ciltlerce kitaplar yazılmıştır.
Dinsiz insanlar da ahlaklı, erdemli, adaletli olabilirler.
Tıpkı dindar (belki dinci) insanların ahlaksız, adaletsiz ve erdemsiz olabilecekleri gibi.
Prof. Dr. Örsan K. Öymen’in dediğine göre; “Avrupa Birliği’nin en önemli kamuoyu araştırma kurumlarından Eurobarometer’in 2005 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, İsveç’in %77’si, Danimarka’nın %69’u, Norveç’in %68’i, Fransa ve Hollanda’nın %66’sı, Britanya’nın %62’si, Finlandiya’nın %52’si, Belçika’nın %57’si, Almanya’nın %53’ü, İsviçre’nin %52’si, Avusturya’nın %46’sı, İspanya’nın %41’i, İtalya’nın %26’sı Tanrı’nın varlığına inanmıyor. Aynı araştırmaya göre Tanrı’ya inanmayanların oranı Türkiye’de %5…”(1).
Yani AB nüfusunun yaklaşık yarısı Tanrı’ya ve dolayısıyla hiçbir Tanrısal dine inanmıyor. Buna karşılık Türkiye nüfusunun %95’i Tanrının varlığını kabul ediyor ve muhtemelen (son yıllarda Deizm’in hızla artmasına karşın) bu nüfusun büyük bölümü, herhangi bir dine, elbette büyük bölümü İslam Dini’ne inanıyor.
Örsan K.Öymen yukarıdaki satırların devamında diyor ki: “Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada Türkiye’deki kadar çok sahtekârlık ve yolsuzluk yok! Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada, Türkiye’deki kadar çok insan hakları ihlali yok! Avrupa Birliği nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada, Türkiye’deki kadar çok sosyal adaletsizlik yok!”(2)
Şunları da biz ilave edelim; AB nüfusunun yaklaşık yarısı dinsiz, ona rağmen orada Türkiye’deki kadar taciz, tecavüz, kadına şiddet, kadın cinayeti, küçüklere yönelik cinsel istismar, hırsızlık, kapkaç, vergi kaçakçılığı, karşılıksız çek ve senet, imar ve çevre mevzuatına aykırı yapılaşma, kamu malına zarar verme, rüşvet, zimmet ve irtikap yok…
Demek ki; bu ülkede din adamları, dini yanlış anlıyorlar ve yanlış anlatıyorlar.
Allah’ın dini yerine kendi uydurdukları dini anlatıyorlar.
Allah, kitabında peygamberi için diyor ki: “Şüphesiz ki sen büyük bir ahlak üzeresin.”(3)
Hz. Peygamber buyuruyor ki; “Müslüman bir kimseye verilen en faziletli erdem güzel ahlaktır.”(4) “Mizanda en ağır gelen amel güzel ahlaktır.”(5),”Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”(6)
*
“Din güzel ahlaktır”(7) diyen Hz. Muhammed, nedense bu konuda kendisinden yaklaşık bin sene önce yaşayan ve Tevhid dininden habersiz olmakla birlikte güzel ahlak ve erdem konusunda kafa yoran, düşünce üreten ve eser veren Sokrates, Platon (Eflatun), Aristoteles ve Epikuros’un takipçisi gibidir!
Görüldüğü gibi, Allah’ın “Şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzeresin” diyerek övdüğü İslam Peygamberi, “Ben güzel namaz kılmayı, güzel oruç tutmayı öğretmek veya tamamlamak için gönderildim” demiyor; “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor.

Oysa bizin din adamlarının camilerde en çok anlattıkları şeyler, namaz, oruç, zekât, hac vs. gibi kimi ritüel ve şekilden ibaret uygulamalardır.
Haccı anlatıyorlar; çünkü bundan kendileri de nemalanıyorlar.
Zira hemen hepsi aktif görevde iken harcırah karşılığı hacca gidiyorlar; hacılar tarafından okutulan hac mevlitlerinde para karşılığı mevlit okuyorlar, duâ ediyorlar, hac ve umre turları düzenleyen şirketler adına hacı adayı topluyorlar, bu hizmetleri karşılığında komisyon alıyorlar veya ücretsiz hacca gidiyorlar.
Emekli olduktan sonra da hemen bir hac ve umre şirketi kuruyorlar veya kurulmuş olanlarda çifte dikiş maaşla çalışmaya başlıyorlar!
Emekli din görevlilerinin sosyal medya hesaplarına hele bir bakın; aralarında sahibi, ortağı veya görevlisi oldukları şirketlerce düzenlenen hac ve umre turlarına ilişkin ilanlar görürsünüz!

En çok yardımlaşmanın, zekat ve sadaka vermenin öneminden bahsediyorlar; çünkü kendileri de bağış topluyorlar veya kabul ediyorlar; topladıkları bağışları yardım ve burs adı altında dağıtarak toplumda prestij kazanıyorlar; özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde zekât, fitre ve sadakalarda kendilerinde hak sahipliği görüyorlar; mollaların, seydaların ve şeyhlerin, zekât ve sadakalarda payları olduğu inancını yayıyorlar.

En çok camide cemaatle kılınan namazın öneminden ve katmerli sevabından bahsediyorlar; çünkü camilere topladıkları cemaate tek tabanca konuşuyorlar; soru sorma ve eleştirme hakkı vermiyorlar; böylece insanları düşünmekten, hak aramaktan ve bir araya gelip baskı grubu oluşturmaktan uzaklaştırıyorlar…

Bu ülkede, elbette indirilen dini anlatan, güzel ahlaktan, iyi ansan olmaktan, iyi vatandaş olmaktan bahseden, devletin kendisine verdiği maaşla iktifa edip, “Benim ayetlerimi az bir menfaat karşılığı satmayın”(Mâide-44)diyen ilahi emre râm olup, verdiği dini hizmeti paraya çevirme arayışında olmayan din adamları da vardır.
Onları saygıyla selamlıyorum.

Ömer Sağlam
01.01.2019
___________
1-Örsan K.Öymen, Tanrı Varmıdır?-Tanrı Üzerine Sorgulayıcı Düşünceler, Destek Yayınları, 3. Baskı, İstanbul,2018, s, 25.
2-Örsan K. Öylen, age, s, 26.
3-Kur’an-ı Kerim, Kalem Suresi, 68/4.
4- Kenzu’l-Ummal, h. no: 5209
5- İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 10/458.
6- İmam İbn. hanbel, Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381
7-İmam-ı Gazali, İhya, 3/50.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir