Site icon Turkish Forum

Putin de AİHM’nin Kararlarını Yok Sayarsa Kırım Türklerinin Haklarını Kim Koruyacak?

ABD ve Avrupa Birliği ile son zamanlar da gerginleşen ilişkilere karşı Rusya ile sıcak temaslar acaba Türkiye’de bir eksen kayması mı oluyor sorusunu akla getirmiştir. Metropoll araştırma şirketi  2017 Ekim  2017’de  açıkladığı Türkiye’nin Rusya ile askeri bir ittifak içinde olmasını destekler misiniz  sorusuna katılımcıların yüzde 53.9’u  “Evet” cevabını vermiştir. - putin

ABD ve Avrupa Birliği ile son zamanlar da gerginleşen ilişkilere karşı Rusya ile sıcak temaslar acaba Türkiye’de bir eksen kayması mı oluyor sorusunu akla getirmiştir. Metropoll araştırma şirketi  2017 Ekim  2017’de  açıkladığı Türkiye’nin Rusya ile askeri bir ittifak içinde olmasını destekler misiniz  sorusuna katılımcıların yüzde 53.9’u  Evet” cevabını vermiştir.

Rusya’yı dost olarak görenlerin oranı Şubat 2016’da yüzde 6.6 iken bu oran Eylül 2018’de yüzde 24.2’ye çıkarken, düşman  görenlerin oranı 79.6’dan 61.1’e gerilemiştir. ABD’yi dost görenlerin oranı yüzde 13.2’den yüzde 2.9’a düşmüş, düşman görenlerin oranı 66.7’den 89.2’ye  yükselmiştir.

Türklerin  Rusya’ya bakış açısının değişmesi  acaba Batı ile ilişkiler açısından bir tehlike yaratır mı?  Bu eğilimin sürmesi  durumunda  önümüzdeki  dönemde Türkiye ile Rusya’yı  birbirine yakınlaştıracak, belki de Türkiye’de bir eksen kayması gündeme gelebilecektir.

Bu yakınlaşma Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından  bir kopma yaratabilir. Bu  gelişme Türkiye’nin yararına değildir. Rusya ile  siyasi ve ekonomik ilişkilerin  gelişmesi hiçbir zaman Batı’dan kopmak anlamına gelmemelidir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 22 Kasım 2018 tarihinde Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısına ev sahipliği yapmıştır. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu AB Komiseri Johannes Hahn’ın katılmıyla gerçekleşen toplantıda   Çavuşoğlu,”Türkiye AB’ye aday ülkedir, hedefimiz tam üyelik… Karşımıza siyasi engeller çıkarılmamalı, bunlar sadece Türkiye’nin değil AB’nin büyümesine, refahına bir engel getiriyor. ..Vize serbestisi için 7 kriter kalmıştı, şimdi 6’ya düştü…Avrupa Birliği üyesi ülkelerden terörle mücadelemize daha fazla destek bekliyoruz”  demiştir.

AB Yüksek Temsilcisi Mogherini  “Türkiye aday ülkedir ve stratejik ortaktır” derken Hahn ise, “Bazı alanlarda farklı görüşlere sahibiz. Müzakerelere başlamazsak, bunun kaçırılmış bir fırsat olacağını düşünüyorum, bu her iki tarafın da çıkarına”  açıklamasında bulunmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Birinci Dünya Savaşı’nın sona erişinin 100’ncü yıl dönümü vesilesiyle Fransız     Le Figaro gazetesinde  11 Kasım’da yayınlanan  makalesinde   Türkiye olarak Avrupa tarihinin en önemli barış projesi olan   Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimize yönelik çalışmalarımızı sürdüreceğiz” derken   ‘9 Mayıs Avrupa Günü’ dolayısıyla yayınladığı mesajda  Avrupa Birliği üyeliğini Türkiye için stratejik hedef olarak nitelendirmiştir.

Fakat burada bir çelişki vardır. Hem AB’ye üyelik (tam üyelik değil, sadece üyelik, üyeliğin tamı yarısı olmaz) için çalışmalarımızı sürdüreceğiz ama üyelik sürecinde tüm aday ülkelerde müzakereleri yürüten  Avrupa Birliği Bakanlığını kapatacağız. Bu  yaman bir çelişkidir.

Cumhurbaşkanı  Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda ile   heyetler arası görüşmelerin ardından 17 Ekim’de  düzenledikleri ortak basın toplantısında Avrupa Birliği’ne  çok sert  çıkış yapmıştır.: “Almayacaksanız açıklayın şu işi. Ne biz sizi meşgul edelim, ne siz bizi meşgul edin.”  Erdoğan minderden kaçanın Türkiye olmayacağını  da söylemiştir.

Sayın Erdoğan 20 Kasım’da , eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını talep eden AİHM’nin kararı için “BİZİ BAĞLAMAZ. BİZ KARŞI HAMLEMİZİ YAPAR, İŞİ BİTİRİRİZ” yorumunda bulunmuştur.

Bunun üzerine Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da AİHM’e üç  defa  başvurduğunu hatırlatmıştır: “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999-2003 yılları arasında üç defa haklı olarak AİHM’e başvurduğunu görüyoruz. Türkiye’de yargı ne yazık ki siyasetin ağır tahakkümü altında ve özellikle siyasilere, adeta bir şantaj, baskı aracı olarak da kullanılabiliyor.”

Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bakanlar Komitesi’nin uyarıları sonuç vermezse, iş üyelikten ihraca kadar gider.

Kararın uygulanmamasının yeni bir ihlali olacak bu durumda Türkiye’ye yönelik baskılar artar. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, Bakanlar Komitesi kararını uygulatmak için gerekli tedbirler alır, kararı sorar, işlem yapılmamışsa  Dışişleri Bakanından bilgi talep eder. Eğer bir sonuç  alınmazsa Türkiye  Konsey  üyeliğinden  çıkarılır.

Bu konudaki en çarpıcı örnek, Abdullah Öcalan yargılamasında Anayasa değişikliği yapılarak  Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden askeri yargıçlar çıkarılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere, mahkemeler tarafından yeterli hiçbir gerekçe sunulamadığı için İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin kişi özgürlüğü ve güvenliğini güvence altına alan 5’nci maddesinin 3’ncü fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Mahkeme ayrıca, Sözleşme’nin 46’ncı maddesi uyarınca başvurucu Demirtaş’ın hakkında yeni bir delil olmadığı sürece, özgürlüğünden alıkonulmasının tespit edilen ihlallerin devamı anlamına geleceğini belirtmiş, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını istemiştir.. (Demirtaş v. Türkiye Selahattin Demirtaş v. Turkey (No. 2) (Application no. 14305/17) Judgment, Strasbourg, 20 November 2018 )

AİHM’nin kararları Madde 46’ya göre bağlayıcıdır. “Kararların bağlayıcılığı ve infazı  Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”  Ayrıca 2004 yılında Anayasanın 90’ncı  maddesinin son fıkrasına, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü eklenmiştir.

Şimdi, önemli bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

AİHM’nin 25 Eylül 2017 tarihinde Kırım’ın Rusya  aleyhine aldığı kararı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de tanıyorum derse, Türkiye hiç sesini çıkarmayacak  mı?: (Situation of human rights in the temporarily occupied Autonomous Republic of Crimea and the city of Sevastopol (Ukraine)  Crimean Tatars by putting in place a mechanism facilitating recognition of their property rights. 25 September 2017 Human Rights Council Thirty-sixth session 11-29 September 2017 Agenda item 10  )

AİHM’in  kararı,  Kırım’ın uluslararası hukuk  yok sayılarak işgal edilmesi sonucunda insan hakları ihlalleriyle  ilgilidir. Kararın Kırım’la ilgili maddeleri şöyledir:

Türkiye’de yüzbinlerce Kırım Türkü yaşamaktadır. Bunlar; Kırım’daki soydaşlarını insan hakları suiistimallerinin önlenmesi için çaba gösterirken Putin’in AİHM’nin kararlarını tanımamasını hoş karşılamazlar. Kırım Tatar  Türklerinin lideri, Ukrayna Cumhurbaşkanının Kırım Tatarlarından Sorumlu yetkilisi, Ukrayna milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu,  4 Temmuz 2017 tarihinde   Ankara’ya gelerek Ukrayna ve Polonya’nın Türkiye Büyükelçileri ile bir toplantı gerçekleştirmiştir.

Toplantıda  Rus işgali altındaki  Kırım’da  insan hakları ihlalleri  ele alınmıştır. İnsan hakları ayırım gözetmeksizin bütün insanların kullanacağı hak ve özgürlükleri içerir. Bu haklar insan olmalarından dolayı ve insanlık onurunun gereği olarak sahip olmaları  gereken haklardır

Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız  merhum Süleyman Demirel’in  Mayıs 1998’de Kırım ziyaretinde söylediği şu sözleri unutmamak gerekir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarları’nın yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”

Tarihte Rus Çarlığı ile Osmanlı, Rusya ile Türkiye hiçbir dönemde gerçek anlamda dost olmamıştır.  Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım dahil  Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri Rusya ve Türkiye arasında bir rekabet alanı olmuştur.

Kırım Tatar Türkleri, Rus esaretine girdikten sonra gördüğü zulüm ve haksızlıklardan dolayı büyük gruplar halinde Kırım’dan ayrılmaya başlamışlardır. Zorunlu göçe 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması zemin hazırlamıştır. Anlaşma ile Kırım Hanlığı bağımsız bir bölge olarak Osmanlı Devleti ve Rusya tarafından kabul edilmiştir. Bunu fırsat bilen Rusya, Kırım Hanlığını yok etmek için girişime başlamış ve Kırım’ı 10 Nisan 1783 tarihinde  ilhak etmiştir.

Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet isimli kitabında bağımsızlık  adı altında  Rusya’nın Kırım Tatarları üzerine sağlamış olduğu himaye hakkı ile Kırım’ı manen istila ettiğini yazmıştır. Rus Çariçesi II’nci Katerina’nın Hanlık tahtından Devlet Giray’ı indirip yerine himaye ettiği Şahin Giray’ı getirmesi üzerine Osmanlı Padişahı I’nci Sultan Hamit, “Rusların asıl amacının Kırım’ı ilhak etmek olduğunu” açıklayarak bir tarihi gerçeğin altını çizmiştir.

Rus Çariçesi II’nci Katerina’nın generali Grigoriy Aleksandroviç Potemtekin, Karasu Bazar’da II’nci Katerina’nın Kırım’ı kendi ülkesine kattığına ilişkin bir bildiri yayınlamış, Kırım Tatarlarından bu duruma razı olmayıp gitmek isteyenlere yollarının açık olduğunu açıklamıştır.

Dönemin Rus Çariçesi II. Katerina’nın Kırım politikasının sonucu olarak Tatarlar 1810, 1840, 1855, 1860, 1874, 1880 ve 1905 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’na göç ederken, yerlerine Ruslar iskan edilmiştir. Büyük göç dalgası 20’nci yüzyıla kadar devam etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’nın çıktığı döneme kadar Kırım’da 1921 ve 1922 yıllarında büyük açlık yaşanmıştır. Bunun sonucunda 100 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Açlıktan ölenlerin  yüzde 60’ı Tatarlardandır. Savaşın bitmesine yakın 8 Nisan 1944 tarihinde Bolşevik Kızıl Ordu Birlikleri Alman işgalindeki Kırım’a girerek Tatarları cezalandırılmaya başlamış, onları Almanlarla işbirliği yapmakla suçlamıştır. 17-18 Mayıs 1944 gecesi Kızıl Ordu’nun mekanize birlikleri Kırım  Tatarlarını yanlarında çok az eşya ile birlikte trenlere doldurarak sürgüne göndermiştir.

Havalandırması olmayan yük vagonlarına bindirilen binlerce Kırım Tatarı Orta Asya’ya sürülmüştür. Taşkent, sürgün kurbanlarının dağıtım  merkezi olmuştur. Sürgüne gönderilen Tatarlarda erkeklerin azlığı, bir kısmının Kızıl Ordu ve partizan gruplarında görev alması, bir bölümünün de Almanya’ya götürülmesine bağlanabilir.

Rus-Sovyet rejimi tarafından sürgüne gönderilen Tatarların  yarısı 22 gün süren yolculuk ve sonrasındaki bir kaç ay içinde soğuk, hastalık ve açlıktan hayatlarını kaybetmiştir. Anlatılan odur ki, Arabat adlı balıkçı köyünün ahalisinin sürülmesi o gün unutulmuş, durumu fark eden Kızıl Ordu komutanı köylülerin bir gemiye bindirilmesini ve geminin Karadeniz’de batırılmasını emretmiştir.

Sovyetler Birliği döneminde 1965 yılında Yüksek Sovyet Prezidyum Başkanı olan Ukraynalı Nikolay Viktoreviç Padgorniy Devlet Başkanı sıfatıyla 5 Eylül 1967 tarihinde yayınlandığı Predziyum Kararnamesi ile Kırım Tatarlarını affettiğini açıklamıştır. Bu Kararnamede sürgüne gönderilen Kırım Tatarlarına söz verilen hakların hiçbiri verilmemiştir.

Türkiye Cumhuriyetinde ilk defa 1915 olaylarının yıldönümü sebebiyle  23 Nisan 2014’de Başbakan seviyesinde Ermenilere taziye mesajı yayınlanmıştır: “Hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.”

İşgalden sonra 9 Mayıs 2014 tarihinde Kırım’ı ziyaret eden Putin, Başbakan Erdoğan gibi  “18 Mayıs’ta 1944 tehcirinde hayatlarını kaybeden Kırım Tatarlarının huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” dememiş ve Çarlık Rusya’sının Türkler, Osmanlı ve Türkiye’ye karşı olan duygularına teslim olmuştur.

Rusya Devlet Başkanı  Putin 3 Aralık 2012 ve 1 Aralık 2014 tarihlerinde Türkiye-Rusya Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için Ankara’ya gelmiştir ama Kırım konusu gündeme gelmemiştir.

Unutulmamalıdır ki, Moskova’da PKK ve YPG’nin büroları bulunmakta ve Rusya Batı dünyasının aksine PKK’yı terörist örgüt olarak tanımlamamaktadır.

Günümüzde Kırım Tatar Türklerine yönelik baskılar yoğun bir şekilde devam etmektedir. Kırım Tatarları; vatanları Kırım’da kendi özyönetiminde, insan haklarına saygı, hukukun ve demokrasinin üstünlüğü, ırk, milliyet, din, dil, cinsiyet ve diğer diğer her türlü ayrımcılığa karşı olma ilkeleri çerçevesinde barış, huzur ve refah içinde yaşama hakkına sahiptir.

Bu hakka Rusya’nın da saygı göstermesi gerekir. Bunun sağlanmasında ise en büyük sorumluluk ve görev Türkiye Cumhuriyetine düşmektedir.

Karşılıklı ekonomik çıkarlar önemli olmakla beraber, Kırım Tatarları ile olan tarihsel ve kültürel bağın bu dengede gözetilmesi gereken bir unsur olduğu unutulmamalıdır. Türkiye ve Kırım’ın kısa vadeli değil, uzun vadeli çıkarlar düşünülerek bir strateji geliştirilmelidir.

Türkiye’nin Kırım Tatarlarının kültürel ve dini değerlerini korumaya yönelik adımlar atması, bunun için de Rusya ile ikili ilişkilerini kullanması gerekmektedir. Ukrayna krizinde izlenmesi gereken strateji, toprak bütünlüğünün korunması, Kırım Tatarlarının kültürlerinden ve değerlerinden uzaklaşmadan yaşamlarını devam ettirmesi olmalıdır.

Kırım, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya arasında bir barış ve huzur köprüsü olmalı, şövenist yaklaşımlara ortam hazırlayan bir alan olmamalıdır. Kırım’da vatanlarından diktatör Stalin tarafından sürgün edilmiş Kırım Tatar Türklerinin bir daha bu sürgünü yaşamamaları için Türkiye Cumhuriyeti bu konuda Rusya nezdinde ağırlığını hissettirmelidir.

Kırım, Kırım Tatarlarının anavatanıdır, onların yeniden bir sürgün yaşamaması gerekir. Bunun için tüm Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin desteği alınarak Kırım’ın eski statüsüne dönülmesi için gerekli her türlü girişim yapılmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kırım arasındaki ilişkilerde 1851’de Kırım’ın Bahçesaray şehrinde dünyaya gelen İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” ilkesi göz ardı edilmemelidir. Pireye kızıp yorgan yakılmalıdır. Bu kapsamda  Sedat Ergin’in  24 Kasım’da yayınlanan “Yeni müttefikimiz Rusya mı?” yazısını okumanızı öneririm.

 

Exit mobile version