Aydınlanmanın önderi Fransa’da, iklim değişikliği ile mücadelede kendisini şampiyon gören,
Fransızların daha yeşil enerjilere geçmesini isteyen Cumhurbaşkanı E.Macron,
Yüksek küresel petrol fiyatları ile birleştiğinde geçen yılın pompa fiyatında yüzde 20 artışa yol açan akaryakıtta vergi artışı yaptı.
Toplumsal eşitsizliğe karşı bastırılmış öfkenin dizginsiz bir şekilde taşmasına tanık olundu…
*
Hafta boyunca yaklaşık 300 bin çalışan, bağımsız kamyon sürücüleri ve küçük esnaf aylık işe gidiş-geliş bütçelerini ağırlaştıran bu zammı protesto etmek için,
Flüoresanlı sarı ceketler giydiler, karayollarını barikatlar ve yavaş hareket eden kamyon konvoylarıyla kapattılar.
Yakıt istasyonlarına, alışveriş merkezlerine ve fabrikalara erişimi engellediler.
*
Gösteriler Avrupa geneline yayılan protestolar dalgasının bir parçasıydı.
Avrupa’nın toplumsal eşitsizliğe karşı mücadelesi yükseliyor.
Belçika’da Fransızlara dayanışma göstermek için yakıt istasyonlarına giden yolları kapatıldı.
Sırbistan ve Bulgaristan’da da akaryakıt vergisi protestoları yapıldı.
Almanya’da, Yunanistan’da daha doğrusu kıta genelinde önemli grevler yaşanıyor.
Mevcut toplumsal koşullara yönelik yaygın muhalefet tırmanıyor.
Yöneticilerin popülaritelerinde çöküş yaşanıyor, huzursuzluk büyüyor…
*
Aslında herşey Uluslararası Para Fonu, Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşların,
Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etmesiyle sürüyor.
*
2000 Mart’ında Avrupa Birliğine üye 15 ülke bakan ve başbakanları, Portekiz/Lizbon’da Avrupalıların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.
Avrupa Birliği’nin 2010’a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için,
“Avrupa’nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi” adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.
Paket, Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Tarihe “Ajanda 2010” olarak geçti…
*
“Ajanda 2010” hedeflerine nasıl varılacağı 2002’de İspanya/Sevilla’da belirlendi.
Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde, işten atılma konusunda, işsizlik sigortasında, emeklilik konusunda, eğitim ve sağlıkta, kazanç ve gelir vergisinde;
Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü.
Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri “Reform” adıyla servise konuldu.
*
İlkin 2003’te Almanya’da işsizler ve sosyal yardım alanlara “yoksulluk Yasası” adı verilen,
Kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalari yürürlüğe konuldu.
İddia edildiğinin tersine yasa ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.
Bu yasaların zengini daha zengin, fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.
Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakmak,
Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak,
Üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünü çok ucuza çalışmaya boyun eğdirmeyi sağlamaktı…
*
2015’te küresel çelik krizi, liberal ekonominin temel siyasi perspektif sorunlarını gündeme getirdi.
Yalnızca o sektörde çalışanları değil ama uluslararası ölçekte tüm halklar ve çalışanlar için belirleyici oldu.
Ücret kesintileri, artan sömürü, büyüyen işsizlik, toplumsal eşitsizlik, kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle,
“Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir” sorusu sorulmaya başlandı…
*
Çelik sektörü patronları, sendika ve siyasi önderler ve ana akım medyası;
Krizi, bir “aşırı üretim” krizi olarak sunmak için kötücül bir ittifakta bir araya geldiler.
ABD, Avrupa ve Avustralya dahil olmak üzere dünya çapında hızla yayılan işten çıkarmaların ve fabrika kapatmalarının nedeninin,
Dünya üretiminin yaklaşık yarısını sağlayan Çin’deki çelik üretiminin artması olduğunu savundular.
*
İngiltere British Steel’in kapatılması ile karşı karşıya kaldı, hükümet Çin’e üretimi kısma çağrısı yaptı.
Amerikan çelik üreticisi US Steel ; AB’yi ve İngiltere’yi Çin’in küresel pazarlara ucuz çelik yığmasına izin vermekle eleştirdi.
Almanya çelik sanayisi, Çin’in aşırı çelik üretim kapasitesini azaltabilecek her girişimi memnuniyetler karşılayacağını açıkladı.
Çalışma örgütleri görev duygusuyla, kendi ulusal çelik sanayileri için koruma talep ettiler.
Ama kimse krizin nedeni olarak sunulan “aşırı üretimin”in anlamını sorgulamadı.
Niçin aşırı üretim yapıldığı sorulmadı…
*
Bugün aşırı zengin kapitalist oligarkların toplumsal ihtiyaçlar ile değil ama daha çok kâr elde etmek için aşırı üretim yaptığı,
Külfetini Çin’in çelik sektörüne ve uluslararası ölçekte halkların ve çalışanların üzerine bindirdiği anlaşılmıştır.
Artık halklar ve çalışanlar ilerlemenin önünde engel olarak duran kapitalist toplumsal ve siyasi ilişkilerle karşı karşıya olduklarını biliyorlar…
*
Bu görüntülerin ortasında 2013’te Türkiye’de; Erdoğan’ın kapitalist projesi Taksim Gezi Parkı yerine AVM yapılması reddediliyordu.
AKP iktidarının kendisine muhalif herkesi hapse tıkmak baskısına rağmen,
Apolitik yetişmiş, örgütsüz, toplumun zengin-yoksul, inanan-inanmayan, şehirli-kırsal, emekçi-işveren, kısaca her kesimden insanlar,
Lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestolarla,
Erdoğan’ın ileri demokrasi balonunu patlatmış, eğreti fiyakasını bozmuş, siyasal dengeyi yerinden oynatmış,
Hükümete, valiye, polise, kalabalıklar içine sokuşturulan palalı, silahlı provakatörlere karşı korku eşiğini aşmıştı.
*
Herkes politikleşmiş, eylem ve muhalefet biçimi zenginleşmiş, halk her alanda dostunu düşmanını farketmiş,
Tüketimden gelen güç keşfedilmiş ve halkın gücü olarak dünyaya duyurulmuştu.
Partizanlık, usulsüzlükler ve haksız kazançların, doğa katliamının ve ne yaptılarsa hepsinin hesabının sorulması istendi.
Direnişlere katılan kesimin büyük çoğunluğu çalışan ailelerden gelen, ancak iş bulabildikleri taktirde yaşamlarını sürdürecek insanlardı.
Kapitalizmin hakça bölüşümü sağlaması, daha fazla düşünce ve eleştiri ortamının yaratılması, herkese insanca yaşama hakkının tanınması gündemi oluşturuyordu.
Ne yazık ki, bugün Gezi protestoları ihanetle eşdeğer hatırlanıyor!
*
Ne ki, insanlar bugün giderek artan bir ivmeyle işsiz kalmanın, yardıma muhtaç olmanın kapitalist sosyal politikaların bir sonucu olduğunu anlıyor.
Buna neden olan zengin bir azınlık ve onların çıkarlarına satılmış siyasi partileri ve politikacıları,
Kârlarını arttırmak için insanlardan daha çok çalıp, daha az ücret verenleri,
Vergi kaçıran, toplanan vergiyi iç eden ama vergilerin bir bölümünü polise, orduya, silahlanmaya ve savaşa harcayanları,
Suriye, Irak, Yemen Libya gibi ülkeleri yağmalayıp ceplerini dolduranları asalak olarak görüyor…
*
Şimdi Fransız kapitalist oligarkları dışlamış olduklarına çevreci kartı oynuyor.
Halbuki gelirleri yükseltmek ve iklim değişikliğini azaltmak istiyorsanız karbon vergilerini yükseltmek mantıklıdır.
Her gün işe gitmek için arabalarına bağımlı olan küçük bütçeli insanlar, bir noktadan sonra akaryakıt zammına katlanmazlar.
Onların gerçekten ekonomik sıkıntıları vardır ve onlar isyanı besleyen politik bir geleneğin mirasçısıdırlar.
Ne hükümetin ne medyanın engellemesine boyun eğerler…
Giderek daha çok genişler ve yayılırlar.
Bu soygun, talan ve yalana dayalı düzeni kahrederler…
25.11.2018
Bir yanıt yazın