Namaz’ın konu edildiği ilk sure, tespit edebildiğim kadarıyla Meryem Suresi’dir. Meryem Suresi Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bazı müfessirler surenin 58. ve 71. ayetlerinin Medine döneminde indiğini söyler.
Meryem Suresi’nin 31. ayetinde şöyle deniyor: “Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet(emr) etti.”
Aynı surenin 55. ayetinde; “Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi Katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı.” denirken 59. ayetinde: “Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.
Yukarıdaki ayetlerden 31. ayette konuşan kişi Hz. İsa’dır. 55. ayette bahsedilen kişi Hz. İsmail’dir.
59. ayet ise Âdem, Nuh, İbrahim ve Yakub ile onların soyundan gelenlere işaret etmektedir. Zira Meryem Suresi’nin bir önceki 58. ayetinde şöyle denilmektedir: “İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”
Görüldüğü gibi ayetlerde, namazın konu edildiği ilk ayetlerde, namazın Hz. Adem’den itibaren bilinen ve icra edilen bir ibadet olduğu belirtilmekle birlikte bu ibadetin Hz. Muhammed’e ve dolayısıyla Müslümanlara da farz kılındığına dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
Bizim ulema; önceki şeriatlarda beş vakit namazın olmadığını, ancak vakitleri belirsiz olmak kaydıyla genel anlamda namazın bulunduğunu söyler. Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere; Kur’an, Hz. Adem’den itibaren hemen bütün peygamberlerin, Rahmanın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapandıklarını haber veriyor bize.
Bu secdeye kapanma işi, bizim anladığımız anlamda namaz kılmak şeklinde miydi şahsen bilmiyoruz. Onun cevabını yine sevgili ulemamız verecektir bize. Ancak biz şu kadarını söyleyelim; Meryem Suresi’nin namazı konu alan yukarıdaki ayetlerinin tamamında “Salat” kelimesi geçmektedir. Arapça “Salat” kelimesi ise “dua, istiğfar, rahmet” gibi anlamlara de gelmektedir. Istılahta ise salât, bildiğimiz namaz anlamına geliyor. Namaz kelimesi ise Arapça değil, Farsça bir kelimedir.
Ayrıca Kur’an, Hz. Lokman’ın oğluna namazı tavsiye ettiğinden (Lokman, 31/17), Hz. İbrahim’in Hicaz’ın güvenliği için dua ederken namazdan söz ettiğinden (İbrahim,14/37), Hz. Musa (as)’nın Tur Dağı’nda Allah’tan vahiy alırken namaz ile emrolunduğundan(Taha, 20/14) bahsetmekle, namaz ibadetinin bu isimler tarafından da yerine getirildiğinden, daha doğrusu hangi anlamda kullanıldığı tarafımızca kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hz. Lokman, Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın da “Salat” emrine muhatap olduklarından bahsetmektedir. Elbette Kur’an’da aynı başka bir çok peygamberin de “Salat” ile emrolunduğuna ilişkin ayetler bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Hz. Zekeriya’dır (Bkz. Âl-i İmrân/39).
Ekseri ulemaya göre; Namaz ibadeti, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Miraç (İsrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Miraç değil ama İsrâ hadisesinin konu edildiği İsrâ Suresi’nin 78. ve 79. ayetlerinde şöyle denilmektedir:
“Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir(78). Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.(79)”
Özetle; anladığımız anlamdaki namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce (620-621 yıllarında) farz kılınmıştır. Peki, peygamberlik 610 yılında geldiğine göre; Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlar, 10-11 sene boyunca namaz kılmadılar mı? Kıldıklarına dair somut bir bilgi yok elimizde. Kıldılarsa bile o gün için bugünkü anlamda bir namazdan bahsetmek mümkün değildir.
İçkinin, Hicretin 4. yılına tekabül eden 626 yılında haram kılındığı kabul edilmektedir. İçkinin yasaklanma sebebi ise, sahabenin sarhoş olup birbirleriyle kırıcı tartışmalar ve kavgalar yapması, ayrıca sarhoş bir şekilde ortalıkta dolaşmaları, namaza bile sarhoş gelmeleri olarak gösterilmektedir. Hatta kaynaklarda Hz. Ömer’in, sahabenin bu halinden hoşnut olmayarak Allah’a duâ ettiği ve bunun üzerine de Mâide Suresi’nin 90. ayetinin geldiği söylenmektedir. Söz konusu ayetin anlamı şöyledir:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.”
Bu ayetin, neden Hz. Peygamber yerine Hz. Ömer’in duası üzerine nâzil olduğu tartışmasına girmek istemiyoruz ama bu demek oluyor ki; Namaz ibadeti, 626 yılına gelinceye kadar, bugünkü şekliyle, yani disiplin içinde, bilinen ifadesiyle “Tadili Erkân” ile kılınmıyordu!
Yine kaynaklarda, beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber’in ibadet tarzının, Cenab-ı Hakk’ın yaratıklarını düşünmek, Allah’ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde olduğuna ve sabah ve akşam saatlerinde olmak üzere ikişer rekat halinde namaz kıldığına, ayrıca Hz. İbrahim’in Tevhid dini olan Haniflik dinine mensup olduğuna ilişkin bazı bilgiler bulunmaktadır.
Kur’an, bize Hz. İbrahim’in de namaz kıldığını haber verdiğine göre (Bkz. İbrahim, 14/37,40); onun dinine mensup olan Hz. Muhammed’in namaz farz kılınmadan önce de az ve düzensiz olsa da namaz kıldığı kabul edilmelidir. Muhtemelen namazın bugünkü kılınış şekline ait birçok hareket de Hz. İbrahim’in dini olan Haniflik’ten bize miras olarak kalmış olmalıdır. Tıpkı hac ibadetindeki ritüellerin de Hz. İbrahim’den bu yana uygulana geldiği gibi. Bu anlamda Hac Suresi’nin 78. ayeti önemlidir. Söz konusu ayette şöyle denilmektedir:
“Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!”
Bugünkü eda ediliş tarzına bakılırsa; kulluğun en uç noktada sergilenme şekli, hiç şüphesiz namaz ibadetidir. Zira namazda nefis ve gurur yerle bir olur. Tıpkı efendisinin ayaklarına kapanan kölenin durumu gibidir secdedeki Müslüman’ın hali. Dolayısıyla Türk Milleti’ni kula kul olmaktan çıkarıp, sadece Allah’ın kulu ve eşit yurttaşlar haline getiren Cumhuriyetimizin 95. yılını kutluyor, onu kuranları saygı ve rahmetle anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun…
Ömer Sağlam
29.10.2018