Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ekim ayı Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunarak Suudi Arabistan’a net mesajlar vermiştir: “Bu 18 kişi Cemak Kaşıkçı’nın kimler tarafından öldürüldüğünü biliyor. Fail bunların içinde. Aslında fail belli… Kaşıkçı’yı öldürenleri Suudi yetkililer açıklayacak…Araştırmalar bizi Kaşıkçı’nın konsoloslukta öldürüldüğü sonucuna götürdü. Suudi yetkililerden yapılan açıklamalar bizi farklı endişeye sevk etti.
O da Kaşıkçı’nın konsolosluktan çıktığı ifadesiydi burası komikti. Çıkarak da dışarıda bekleyen nişanlısını almayacak. Bu çocukça açıklamalar devlet ciddiyeti devlet adamlığı ile uyuşmaz. Bu 18 kişi Cemak Kaşıkçı’nın kimler tarafından öldürüldüğünü biliyor. Fail bunların içinde. İçinde değilse o zaman yerli işbirlikçi kim bunları açıklayacaksınız. Açıklamadığı sürece Suudi Arabistan bu zandan kurtulamaz…. Kullandıkları ifadeler çok çok enteresan mesele sıradan bir mesele değil. Aslında fail belli.”
Cumhurbaşkanının “Fail bunların içinde. İçinde değilse o zaman yerli işbirlikçi kim? bunları açıklayacaksınız” sorusuna cevap veren olmamıştır. Suudi Arabistan Başsavcısı Suud Muceb, Cemal Kaşıkçı cinayetinin planlı işlenmiş bir cinayet olduğunu açıklamasına rağmen sanki bu soru kendilerine sorulmamış gibi sessizliklerini korumaya devam etmektedirler. Ama nereye kadar?
Bu süreçte dikkatimi çeken Rusya’nın çıkışı olmuştur. Çünkü Kremlin Sözcüsü Peskov, Kaşıkçı cinayetine ilişkin olarak “Kral’ın (Selman bin Abdülaziz el Suud) resmi açıklaması var, Veliaht Prens’in (Muhammed bin Selman) resmi açıklaması var. Onlara inanmamak için prensipte kimsenin bir sebebi olmamalı” demiştir.
Peskov, Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinin, Rusya lideri Vladimir Putin’in Suudi Arabistan’a planlanan ziyaretinin hazırlıklarını etkilemediğini de söylemiştir. Kırım’ı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal eden, 1944 yılında yüzbinlerce Kırım Türkünü sürgüne göndererek bir insanlık suçu işleyen Rusya’nın açıklaması bana hiç inandırıcı gelmemiştir.
Rusya Suud yönetimini kollarken, Avrupa Parlamento’su ilk defa Türkiye’yi destekleyici bir karar almış, Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesini kınamış ve Türkiye’ye bu konuda destek vermiştir.
Avrupa Parlamentosu üye ülke vatandaşlarını temsil eder, yasama ve karar alma süreçlerine katılır, AB kurumları üzerinde demokratik denetim mekanizması oluşturur. Doğrudan halk tarafından 5 yılda seçilen milletvekillerinden oluşur. Ülkelerin partileri seçimlere katılamazlar. Partilerin Avrupa partisi olarak seçimlere girebilmesi için en az beş farklı ülkede örgütlenmiş olmaları gerekir.1 başkan, 750 vekilden oluşur.
Parlamento’da 8 siyasi grup (1 bağımsız ve 7 siyasi grup), 23 komite, 44 heyet vardır. Üyeler ülkelerine göre değil siyasi görüşlerine göre grup oluşturur. Milletvekilleri ülkelerini değil partilerine oy veren vatandaşları temsil ederler. Türkiye aleyhine sözde Ermeni soykırımını tanıması için 4 karar almıştır. Kararlar bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir ama AB ülkelerinin vatandaşlarını temsil ettiği için kararlar önem taşır.
Parlamento, Kaşıkçı cinayetinin veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın bilgisi dışında gerçekleşmiş olamayacağı gerçeğinden hareketle Avrupa Birliği ülkelerinin yaptırım uygulamaya hazır olması gerektiğini kararlaştırmıştır.
Kararda “Muhammed Bin Selman’ın kontrolü altında olan güvenlik görevlilerinin bunu tek başlarına yapmış olamayacakları” vurgulanmıştır. Cinayet; gazeteciler, avukatlar ve akademisyenleri de kapsayan insan hakları savunucularına yapılan bir saldırı olarak değerlendirmiştir. Karar Genel Kurul’da 1 hayır oyuna karşılık, 325 evet oyuyla kabul edilmiştir.
Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin bağımsız ve tarafsız uluslararası soruşturma başlatılması çağrısında da bulunulmuştur. Parlamento, sorumluların tespit edilmesi halinde Suudi yetkililere yaptırım uygulanması çağrısında bulunmuştur. Yaptırımlar, ilgili Suudi kişilere yönelik vize yasağı ve mal varlığının dondurulması şeklinde olabilecektir.
Suudi yetkililere Kaşıkçı’nın cesedinin yeri hakkında bilgi vermesi çağrısı yapılırken, “adam kaçırma ve yargısız infazın” insanlığa karşı suç olduğu açıklanmıştır. İnsanlığa karşı işlenen suçlar, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7’nci maddesinde düzenlenmiştir.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman‘ın bilgisi olmadan bu cinayetin işlenemeyeceği açıklanmış, AB Konseyi’nden, Suudi Arabistan’a silah ambargosu uygulanması için ortak tutum belirlemesi talep edilmiştir. Ayrıca Suudi Arabistan’a temel haklar konusunda açılım yapması çağrısında bulunulmuş, üye ülkelerden 5 Kasım’da Cenevre’de yapılacak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi toplantısında Suudi Arabistan’ın insan haklarına ilişkin sicilini gündeme getirmesi talep edilmiştir.
Bu süreçte bana cinayetle ilgili bazı fotoğraflar ve bir video gönderilmiştir. Videoda Arapça yazılar da vardır. Fotoğrafları gören bazı arkadaşlarım bunların gerçek olmadığını söylemişlerdir ama bana göre gerçektir. Çünkü bunlardan ikisi CNN Türk’te yayınlanmıştır. Soruşturma tamamlandığında bunların gerçek olup olmadığı ortaya çıkacak, yayınlansa bile sansürlenecektir. Çünkü korkunçtur, özellikle küçüklerin görmesi çok sakıncalıdır. Resmi makamlar eğer ilgilenirse, fotoğrafların gerçek olup olmadığı anlaşılır.
Sedat Ergin’in 20 Ekim’deki yazısında belirtmiş olduğu gibi, Kaşıkçı’nın asistanı İstanbul’da kaybolduğu haberinin duyulduğunun ertesi günü 3 Ekim’de daha önce bırakmış olduğu yazısını Washington Post’taki editöre göndermiştir.
Gazetenin Küresel Görüşler Editörü Karen Attiah, Kaşıkçı’nın güvenli bir şekilde geri döneceği umuduyla yazının yayınlanmasının ertelendiğini açıklamıştır. Washington Post, olayın aydınlatılmasını beklemiş ve 17 Ekim’de Kaşıkçı’nın cinayete kurban gittiğini varsayarak yazısını yayınlamıştır:
“Şimdi kabul etmeliyim ki Kaşıkçı geri gelmeyecek. Bu, onun için yapacağım son görev. Bu sütun, Arap dünyasındaki özgürlüğe olan bağlılığını ve tutkusunu mükemmel bir şekilde ortaya koyuyor. Kaşıkçı Arap dünyasındaki basın özgürlüğü konusunda ülkesini şiddetle eleştirmiştir. Arap dünyası, dış aktörler tarafından değil, iktidar için mücadele eden iç güçler aracılığıyla dayatılan bir Demir Perde’nin esiridir. Arap dünyası, eski ulus ötesi medyanın modern bir versiyonuna ihtiyaç duyuyor. Böylece Araplar küresel olaylar hakkında bilgilendirilebilir. Daha da önemlisi, muhalif sesler için bir platform sağlamalıyız.”
Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz ise “Trump’ın samimiyetine inanmıyorum” demiştir: “Trump, Amerika’ya davet ettiği sürecin ilk günlerinde, sonrasında yaptığı açıklamalar birbiriyle zıttı, tamamen kamuoyunun sempatisini kazanmak için yaptığı açıklamalardı… Trump’ın davetinden birkaç gün sonra Mike Pompeo aradı, bunları kendisine söyledim. Şu ana kadar hiçbir şey bilmediklerini, konuya vakıf olmadıklarını söyledi, açıklamaları çok siyasiydi… Aramaları, sanırım Trump’ın konuşmalarından sonra ciddi olduklarını göstermek içindi. Amerika’ya gitmeyi düşünmüyorum. Cemal Bey’in defin için Medine vasiyeti vardı.”
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr’in “Kaşıkçı cinayetinde şüpheliler Suudi Arabistan’da yargılanacak” açıklaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kaşıkçı olayı sebebiyle suçlanan 18 kişiyi yargılamak üzere Türkiye’ye iade etmesini beklediği açıklamasına olumsuz bir cevaptır. Cumhurbaşkanı, “Öldürüldüğü kabul edilen bir kişinin cesedi niçin halen ortada yok?…Böyle bir meseleyi birkaç güvenlik mensubu üzerine yıkmak ne bizi ne uluslararası vicdanı tatmin eder. Emri verene değin herkesten hesap sorulmasıyla rahat edilecektir” çıkışı yerine ulaşmamıştır.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ayrıca “Kaşıkçı cinayeti histerik bir hal aldı. Soruşturmalar zaman alır gerçekler soruşturma devam ettikçe ortaya çıkacaktır” açıklaması cinayeti örtmeye yöneliktir. Histerik, latince histeron kelimesinden türemiştir ve özellikle kadınlar için kullanılır. Eğer Bakan Cübeyr kullandığı kelimenin anlamını bilmiyorsa ve Türkiye’nin gerçekleştirdiği araştırmalar için kullandıysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin buna cevap vermesi gerekir. Çünkü Cubeyr, Kaşıkçı’nın İstanbul’daki başkonsolosluk binasında hayatını kaybetmesinin “büyük ve ağır bir hata” olduğunu söylemiş ve bunun sorumlularının cezalandırılacağını daha önce açıklamıştı.
Cübeyr Suudi Arabistan ve ABD ilişkileriyle ilgili olarak, “ilişkilerimiz demirle örtülü. Obama yönetimi ile zor zamanlar yaşamıştık ancak Trump yönetimi daha gerçekçi bir dış politika izliyor” ifadesi de Hatice Cengiz’i doğrular niteliktedir. Aşağıdaki fotoğraf her şeyi açıklamaktadır.
Kaşıkçı’nın Washington Post’ta yayınlanan son yazısının Türkçe çevirisi aşağıdadır.
“Cemal Kaşıkçı: Arap Dünyasının En Çok İhtiyaç Duyduğu Şey İfade Özgürlüğü (Jamal Khashoggi: What The Arab World Needs Most Is Free Expression)
Özgürlük Evi’nin (Freedom House) son yayınladığı Dünyada Özgürlüğün Durumu 2018 raporunu okurken kötü bir gerçekle karşılaştım. Arap dünyasının tek özgür ülkesi Tunus. Ürdün, Fas ve Kuveyt ise kısmen özgür. Diğer Arap ülkelerinin hepsi özgür olmayan ülkeler sınıfında. Bunun sonucunda bu ülkelerdeki Araplar cahil bırakılmış ya da yanlış bilgilendirilmiş. Günlük yaşantılarını ve dünyayı etkileyen sorunları anlamaları mümkün değil. Bu sorunları kamuoyunda tartışabilmeleri çok kısıtlı. Arap toplumunun zihnine devletin yönlendirdiği görüşler hakim. Çoğu Arap inanmasa da, toplumun çok büyük bir kısmı bu yönlendirmenin etkisinde. Üzücü olan, bu durumun yakın gelecekte değişmesinin mümkün olmadığıdır.
Jamal Khashoggi: Illustration by Alex Fine for The Washington Post
Oysa Arap dünyası 2011 baharına umutla uyanmıştır. Gazeteciler, akademisyenler ve halk, ülkelerinde parlak ve özgür bir Arap toplumunun beklentisine inanıyordu. Hükümetlerinin baskısından, basın üzerindeki ağır sansür ve baskılardan kurtulmayı bekliyorlardı. Fakat beklentileri kısa sürede bitti. Araplar ya eski baskıcı duruma geri döndüler ya da geçmişten daha da sert bir ortamla karşılaştılar.
Sevgili arkadaşım Suudi yazarı Saleh el Şeyhi, Suudi basınında en ünlü yazılardan birini yayınladı. Maalesef şimdi Suudi düzenine ters düştüğü öne sürülen görüşleri sebebiyle haksız bir şekilde verilen 5 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştır. Mısır’ın El Masry El Youm gazetesinin basılı nüshalarına el koyması meslektaşlarda bir tepki yaratmadı. Bu eylemler artık uluslararasında kuvvetli bir tepkiye yol açmıyor. Bunun yerini sessizliğe bırakan kınamalar oluyor.
Sonuçta medyayı baskı altına almaya devam edebilmeleri için Arap hükümetlerinin eli serbest bırakıldı. Geçmişte gazeteciler şuna inanıyorlardı. İnternet; bilginin, yazılı basınla ilişkilendirilen sansürden kurtulmasını sağlayacaktı. Fakat var oluşları bilginin denetimine dayanan hükümetler, maalesef interneti engellediler ve yerel gazetecileri tutukladılar, bazı yayınların gelir kaynaklarını engellemek için reklam verenlere baskı yaptılar.
Arap baharının ruhunu yaşatmaya devam eden birkaç vaha kalmıştır. Komşularının eski Arap düzenini ayakta tutmak için bilgi üzerinde denetimi sürdürme çabalarının aksine Katar, uluslararası habercilik faaliyetini desteklemektedir. Basının kısmen özgür olduğu Tunus ve Kuveyt’te bile medya Arap dünyasının karşı karşıya olduğu sorunlara değil, iç sorunlara odaklanıyor. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda Arap dünyasının en gözde ülkesi olan Lübnan bile İran yanlısı Hizbullah’ın etkisine girmiştir.
Arap dünyası günümüzde yabancı aktörlerin değil, iktidar için mücadele halindeki iç güçlerin dayattığı bir Demir Perde ile karşı karşıyadır. Soğuk Savaş döneminde, Özgür Avrupa Radyosu yıllarca özgürlüğe duyulan umudun cesaretlendirilmesi ve canlı tutulabilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Arapların da buna benzer bir girişime ihtiyacı var.
1967 yılında New York Times ve Washington Post, International Herald Tribune gazetesini satın aldılar. Bu gazete zamanla dünyanın her bir tarafından seslerin ifade edildiği bir platforma dönüşmüştür. Yayın kuruluşum Washington Post, yazılarımı Arapçaya çevirerek yayınlayarak bir çıkış yapmıştır. Bu sebeple onlara müteşekkirim. Arapların, ABD ve Batı’daki demokrasinin gelişimini ve zorluklarını anlayıp tartışabilmeleri için bu olayları kendi dillerinde okuyabilmeleri gereklidir. Bir Mısırlı, Washington’daki bir inşaat projesinin gerçek maliyetini gün ışığına çıkartan bir yazıyı okuyabilirse, o zaman kendi toplumundaki benzer projelerin içyüzünü de anlayabilir.
Arap kamuoyunun küresel olaylar hakkında bilgi sahibi olabilmeleri için, Arap dünyasının sınır ötesi bağımsız bir medyaya ihtiyacı var. Araplar seslerini duyurabilmeleri için bir platform oluşturmalıdır. Yoksulluktan, kötü yönetimden ve yetersiz eğitimden, nefret yayan hükümetlerin etkisinden arınmış bağımsız bir uluslararası forum yaratılabilirse, Arap dünyasındaki sıradan insanlar da yaşadıkları toplumlarının karşı karşıya olduğu sorunları konuşup tartışmaya başlayabileceklerdir.” (https://www.washingtonpost.com/opinions/global-opinions/jamal-khashoggi-what-the-arab-world-needs-most-is-free-expression/2018/10/17/adfc8c44-d21d-11e8-8c22-fa2ef74bd6d6_story.html?noredirect=on&utm_term=.1b0bf6b328af)
Cemal Kaşıkçı Türklere yabancı biri değildir. Murat Bardakçı ve Yıldıray Ogur Kaşıkçıların soy ağacını yazmışlardır. Kaşıkçılar 1900’lerin başında İttihat ve Terakki’ye katılmış, Medine’nin muhtesipi (vergi toplayıcısı) olmuşlar, Medine’de Hz. Muhammed’in türbesine hizmet etmişlerdir. Kaşıkçı ismi zamanla Arapçalaşıp Kaşogi (Khashoggi) olmuştur. ) 1983 yılında atalarının izlerini bulmak için Türkiye’de magazin basında tanınan Adnan Kaşıkçı’nın oğlu Muhammed Kaşıkçı atalarının izini sürerek Kayseri’ye gelmiştir.
Kaşıkçılar hakkında Avrupa’da yapılan bazı araştırmalarda ailenin aslının Türk değil Çerkes, asıl vatanlarının da Karadeniz’in kuzeyinde Müslümanlaşmış grupların yaşadıkları Kaşgan bölgesi olduğu, Rus Çarlarından gördükleri baskılar sonucunda Medine’ye gittikleri yazılıdır.
Adnan Kaşıkçı, 25 Temmuz 1935 tarihinde Mekke’de doğmuştur. İskenderiye’de öğrenim görmüş, 17 yaşında Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde daha sonra Stanford Üniversitesi’nde eğitim almıştır. Adnan Kaşıkçı, 1980’lerde dünya jet sosyetesinin önde gelenlerindendi. 86 metrelik Nabila adlı yatı çok meşhurdu. Bu yat 1983 yılında çevrilen Never Say Never Again isimli James Bond filminde kullanılmıştır.
Yatı önce Brunei Sultanı, daha sonra da ABD Başkanı Donald Trump satın almış ve ismini Princess olarak değiştirmiş, 1991’de 20 milyon dolara satmıştır. Kaşıkçı, 6 Haziran 2017 tarihinde Londra’da vefat etmiştir. 16 Nisan 1980 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki habere göre Adnan Kaşıkçı Türkiye’ye gelerek dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile görüşmüştür. Gazeteci Ufuk Güldemir bu haber ile Bülent Dikmener Ödülü’nü kazanmıştır.
Osmanlı döneminde Kaşıkçılardan İttihat ve Terakki’ye yakın olan Abdullah Kaşıkçı, Medine’de görevliyken Şerif Hüseyin’in tahrikiyle Arap isyanı başlamış, Kaşıkçı ailesi Medine’yi koruyan Fahrettin Paşa ile birlikte şehirden çıkmamıştır. Kardeşlerden Muhammed Halid Kaşıkçı 1925 yılında Vahabi Suud Ailesi’nin Hicaz’ı Şerif Hüseyin’den almasından sonra Mekke’ye dönmüş Suudi Arabistan’ın kurucusu olan Kral Abdülaziz İbni Suud‘un doktorluğunu yapmıştır.
Vahabilik, islamiyetten önceki Arapların olumsuz yönlerini içinde barındıran İslam mezhebidir. Hazreti Muhammed’in ailesinin mezarını tahrip ettikleri için Osmanlı padişahı (Halifesi) tarafından sapkın ilan edilmiş, şimdiki kralın büyük amcası verilen bir fetva ile öldürülmüştür.
Muhammed Halid Kaşıkçı’nın babası Türk, annesi Suudidir. Samira, Soheir, Essam, Ahmet ve Adnan Kaşıkçı’nın babasıdır. Muhammed Halit Kaşıkçı’nın kardeşleri Mescid-i Nebevi’de dini hizmetlerde bulunmuşlardır.
Cemal Kaşıkçı, Muhammed Halid Kaşıkçı’nın oğlu Ahmet Kaşıkçı’nın çocuğudur. 13 Ekim 1958’de Medine’de doğmuştur. 1985 yılında ABD’deki Indiana State University’den mezun olan Kaşıkçı, sonrasında ülkesine dönerek gazetecilik yapmaya başlamıştır. İngiltere ve ABD’de Suudi Arabistan Büyükelçiliği yapan Prens Türki bin Faysal al Suud’un medya danışmanlığında bulunmuştur. Adnan Kaşıkçı amcasıdır.
Muhammed Halid Kaşıkçı’nin üç kızından biri olan Samira Kaşıkçı’nın oğlu Dodi el-Fayed halasının oğludur. Samira Kaşıkçı Mısırlı milyarder Muhammed El Fayed ile evlenmiş, daha sonra boşanmıştır. Fayed Ailesi Londra’da Harrods Mağazaları’nı alınca Londra’da yaşamaya başlamış, Prenses Diana’yla aşk yaşadığı ortaya çıkınca Paris’te bir araba kazasına (aslında cinayetine) kurban gitmiştir.
Suudi Arabistan kralı Faisal bin Abdulaziz al Saud Türk kökenli İffat al-Thunayan (İffet) ile (ikinci eş) evlenir ve Turki bin Faisal al Saud (15.02.1945) dünyaya gelir. Prens Türki bin Faisal’ın annesi İffet hanım İstanbul doğumlu yarı Türk’tür. Babası Osmanlı ordusunda subaydır ve Çanakkale savaşında şehit olmuştur. Akyazılı olan annesi Asiye Hanım Türk’tür. İffet Hanım’ın İstanbul doğumlu kardeşi Kemal Adham Kral Faysal tarafından yetiştirilmiş ve 1965’te Suudi istihbaratını kurmuştur.
Prens Türki reformcu olduğundan Cemal Kaşıkçı’yı Londra ve Washington elçiliği sırasında basın danışmanı olarak yanında götürmüştür. Cemal Kaşıkçı Suudi reformistlerin Al Watan gazetesinin genel yayın yönetmeni olmuş, Selefi imamı İbn-i Teymiye El Kaide’nin terör saldırılarını meşrulaştırdığı cihatta, gerekirse Müslüman sivilleri de öldürme ruhsatı veren fetvasını eleştiren yazısının ardından görevden alınmıştır.
2016’da Trump’ı eleştirdiği için televizyonlara çıkması yasaklanmış, Katar ablukası ve Yemen savaşını eleştirmesi iktidarın hoşuna gitmemiştir. Prens Selman’ın yönetimi devir alması sonrasında farklı düşünen, eleştirel yazar, işadamı, ekonomistlere yönelik tutuklama dalgasından kurtulmak için 2017 Eylül’ünde Suudi Arabistan’ı terk edip Amerika’ya gitmiş, Washington Post’ta eleştirilerini sürdürmüştür.
Bu eleştiriler, kendisini Batı’ya reformcu gibi göstermeye çalışan Prens Selman’ın rahatsız etmiştir. Ortadan kaybolmasından üç gün önce BBC radyosuna verdiği röportajda anlattıkları bardağı taşıran son damla olmuştur: “Ülkemde tutuklanan yazarlar, ekonomistler muhalif de değillerdi sadece bağımsız kafalardı. Kendime de muhalif demek istemiyorum. Ben sadece bir yazarım. Fikirlerimi söylemek ve yazmak için özgür bir ortam istiyorum.”
Kaşıkçı’nın İstanbul’da cinayete kurban gitmesinden sonra 19 Ekim 2018 tarihinde Newsweek’ten Rula Jebreal, Kaşıkçı ile yapmış olduğu gizli röportajı yayınlamıştır: Cemal Kaşıkçı’nın Gizli Röportajı: Suudi Gazeteci’nin İslam, Amerika ve Reformist Prensin Kaşıkçı’nın Cinayeti’ne Bulaşması (Jamal Khashoggi Secret Interview: The Saudi Journalist’s Views of Islam, America and the ‘Reformist’ Prince Implicated in His Murder) Bu röportajda Cemal Kaşıkçı hayatı için korktuğunu söylemiştir:
“Suudi Arabistan’da Newsweek için bir kapak hikayesi hazırlıyordum ve gizli bir şekilde konuşuyorduk: Bu röportajın şimdiye kadar yayınlanmasına izin verilmemesinin bir nedeni de buydu. Diğer nedense hala hayatta olduğunu umduğumdur. Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın ve onun rejiminin aşırı acımasızlığının büyük işaretlerine rağmen, yakında Jamal’ın ölümüne yazacağımı hayal edemezdim.
Suudi Arabistan’ın geleceği ve yakın geçmişiyle ilgili ayrıntılı olarak konuştuk. Cemal sakindi: ‘Kendimi bir muhalefet olarak görmüyorum’ dedi. Sadece reform istiyordu, ‘daha iyi bir Suudi Arabistan’ istiyordu. Bu çok zordu… MBS’nin ‘eski moda bir aşiret lideri’ olmasına rağmen ondan umudunu kesmemişti. Ama bana, prensin etrafındaki ‘haydut’ adamlar hakkında açık sözle konuştu. Onlara meydan okuyorsan, hapishaneye girebilirsin.” )
Kayseri Germir’de başlayan, Medine Savunması sırasında Osmanlılarla birlikte hareket edince sürgün edilmiş, Mescid-i Nebevi’ye müezzinler yetiştirmiş bir aileden gelen bir aydın acaba atalarının geldiği ülkeye geri dönemeden Türkiye’de mi gömüldü? Adalet ve fikir özgürlüğü istediği için barınamadığı ülkesinin İstanbul Konsolosluğunun kapısından girdi ama bir daha oradan çıkamadı.
Yıldıray Ogur’a göre onu o kapıdan girmek zorunda bırakan da o Germir türküsündeki gibi yine bir gönül meselesiydi. Fakat Abdurrahman Dilipak Kaşıkçı olayının ‘Sıradan bir aşk hikayesi, sıradan muhalif bir gazetecinin başına gelen olaylarla ilgili bir olay’ olmadığını belirtmiştir.
Kayseri’nin Gesi Bağları türküsü kadar Germir Bağları türküsü de meşhurdur. Şimdi ikisi de Melikgazi ilçesinin mahalleleri olan Gesi ve Germir’deki bu aşk türkülerinden Germir’de geçeni bir rivayete göre ağanın kızını seven köyün delisinin acıklı hikayesini anlatmaktadır.
Gine yeşillendi Germir
Bakarım erimez dağların karı
Bergüzar yollamış ellerin yari
Saçımı boynuma dolar ağlarım
Verseler yarimi güler oynarım
Ben bu yola baş koydum
Seni gelecek diye
Sol yanımı boş koydum
Saçımı boynuma dolar ağlarım
Verseler yarimi güler oynarım
Gesi bağlarından dolanıyorum
Yitirdim yarimi amman aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hallarımı söyleyim
Halımdan bilmiyor ben o yari neyleyim
Gesi bağlarında üç top gülüm var
Hey Allahtan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
Kaşıkçı’yı korkunç bir cinayete götüren önemli sebeplerden biri, “Özgürlük Evi’nin (Freedom House) son yayınladığı Dünyada Özgürlüğün Durumu 2018 raporunu okurken kötü bir gerçekle karşılaştım” cümlesidir.
ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un 16 Ocak 2018’de yayınladığı 2018 Dünyada Özgürlükler Raporu’nda 195 ülke yer almaktadır. Özgür olmayan ülkeler kategorisinde 49 ülke vardır. Bu ülkeler arasında Suudi Arabistan aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi 100 üzerinden 0-10 puan ile en alt sıradadır.
Bu sıralamadaki ülkeler dünya nüfusunun yüzde 25’i kadardır. 88 ülke özgür olan ülkeler kategorisindedir. Listenin en altında Suriye, Güney Sudan ve Eritre yer almaktadır. Rapor’da Türkiye, kısmen özgür kategorisinden özgür olmayan ülkeler arasına alınmıştır.
Türkiye ayrıca son 10 yılda 34 puan kaybederek, özgürlüklerin en çok gerilediği ülke olmuştur. Demokrasi Son On Yılların En Büyük Krizinde başlığı ile başlayan raporda, 2017’de siyasi haklar ve bireysel özgürlüklerin 10 yıldan uzun bir süredir en kötü olduğu açıklanmış, özgür ve adil seçimlerin, azınlık haklarının, basın özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün saldırı altında olduğuna dikkat çekilmiştir.
Son 10 Yılda Özürlüklerdeki Gerilemeler: Ülke Bazında
Kaynak:
Türkiye’nin özgür olmayan ülkeler kategorisine alınmasında, siyasi haklar ve bireysel özgürlüklerde yaşanan gerileme gerekçe olarak gösterilmiştir: “Basına, sosyal medya kullanıcılarına, protestoculara, siyasi partilere, yargıya ve seçim sistemine yapılan ve gittikçe artan saldırılar, ve gittikçe bozulan iç ve bölgesel güvenlik ortamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet ve halk üzerinde kendi şahsi kontrolünü empoze etmeye çalışması nedeniyle, Türkiye’nin notu 2014’ten bu yana düşüyor.”
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr’in “Kaşıkçı cinayetinde şüpheliler Suudi Arabistan’da yargılanacak” açıklamasından sonra Türkiye’nin yapacak bir şeyi kalmamıştır. Büyük bir olasıllıkla cinayeti işleyenler az bir ceza ile kurtulacaklardır. Keşke Türkiye zanlıların çıkışına izin vermeseydi. O zaman Kaşıkçı’nın cesedinin nerede olduğu hemen anlaşılır, Türkiye’nin bunca gündür cesedi bulmak için zaman harcamasına gerek kalmazdı.
Aslında konsolosluk binaları ile başkonsoloslar tam dokunulmaz değildir. 1963 Sözleşmesi’nin 41’nci maddesine göre ağır cezalık suçlarda konsolosluk memurlarının gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları mümkündür. Fakat bu konuda bence bir yorum hatası yapılmış, kuş kafesten uçmuştur. Açıkçası atı alan Üsküdar’ı geçmiştir
Şüpheliler Türkiye’ye verilmeyecek, ceset bulunamadığından defin için Medine vasiyeti de gerçekleşmeyecektir. Bu durumda Suudi Başsavcı neden Türkiye’ye gelmiştir? Neyi araştıracaktır? Bekleyip göreceğiz.
Bir yanıt yazın