Suriye’deki Terörist Organizasyon, Kürt Devleti Değil!
Alaeddin Yalçınkaya
Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda muhtemelen işlenen cinayet, Uluslararası Hukuk, Diplomatik İlişkiler ve Konsolosluk İlişkileri boyutu yanında aynı zamanda istihbarat, strateji, küresel dengeler bağlantılarıyla iç içe girmiş bir komplo vasfı kazanmaktadır. Bu süreçte bazı bilgi kırıntılarından hareketle “Konsolosu ve çalışanlarını yakalayalım, yargılayalım, cezalandıralım” yaygarasını koparanlara dikkat! İşlenmesi ve aydınlatılması gereken önemli karadeliklerden birisi ABD’nin aynı zamanda kendi vatandaşı olan Kaşıkçı’ya karşı böyle bir komplodan haberdar olmasına karşın niçin zamanında tedbir almadığı ve Türkiye ile işbirliğine girmediğidir. Sözkonusu istihbarata karşın vatandaşının Türkiye’ye gelmesi, Konsolosluğa giderken uyarılmaması ABD savcılığının sorgulaması, Türkiye’nin peşini bırakmaması gereken soru işaretleridir. Bu noktanın her zeminde tekrar tekrar gündemde tutulması, fakat yaşanan komplo üzerinden Türkiye-Suudi Arabistan arasında yeni bir kriz çukuruna karşı dikkatli olunması gerekmektedir.
Büyük strateji ise Suriye’nin parçalanması, ABD-İsrail kontrolünde yeni devletler kurulması yönünde kararlı ve güçlü adımlardır. İleride bu sürecin tarihini yazanlar, muhtemelen Kaşıkçı vak’ası ile Rahip Brunson davasının bu stratejideki yan menü işlevlerini ele alacaklardır.
Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan doğru fakat eksik tabirle “Garnizon Devlet”, kesinlikle ikinci bir Kürdistan veya Kürt Devleti değildir. Öncelikle eksik kalan kısmı tamamlayalım: ABD Garnizonu Devlet veya İsrail Garnizonu Devlet yahut Neocon Garnizonu Devlet benzeri isimlendirmelerin herbirenin ayrı izahları vardır. Ancak kesinlikle Kürt devleti değildir. Başlangıçta işbirlikçi terör örgütü PYD ismi ön planda tutulduğu halde Türkiye’nin itirazlarıyla Suriye Demokratik Güçleri (SDG, Syrian Democratic Forces: SDF)’de karar kılındı. Bununla beraber on yılları aşan temel strateji bölgede Kürt devleti veya Kürdistan kurmak olduğunu ilgili bütün derin rapor ve makalelerde görürüz. Nihayet “İki Kürdistan”ın (biri Irak’ta, diğeri Suriye’de) çok daha yararlı olacağı kanaati yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
Belirtmek gerekir ki ne mevcut Kuzey Irak Barzani/Talabani yönetimleri ne de kukla IŞİD’e karşı beslendiği iddia edilen garnizon devlet, Kürt devleti değildir. Her ikisinin de ortak tarafı Kürtler dahil bölge halkı ile bağlarının oldukça zayıf, İsrail ve ABD ile bağımlılık derecesindeki ilişkilerinin son derece belirleyici, bögeyi istikrarsızlaştırmak konusunda Siyonist stratejilere amade özellikler arzetmesidir.
Bölge halklarının etnik, dini, mezhep farklılıklarını kaşıyarak kendilerine yer açma konusunda uzman sömürgecilerin Kürt kimliği üzerindeki oyunları, stratejileri, raporları çok iyi bilindiği halde halen ülkemizin önde gelen akademisyen, yazar ve siyasilerinin “2. Kürt Devleti” söylemini son derece yanlış buluyorum. Erbil ve Süleymaniye merkezli bölgedeki 63 Kürt aşiretinin (bölgedeki Kürtlerin yüzde yetmişi) Türkiye’ye katılma talepleri hasır altı edilmiştir. Böyle bir talebin değerlendirmeye dahi alınması, günümüz Uluslararası Hukuku açısından mümkün olmamakla birlikte Barzani/Talabani’nin Kürtleri temsil etmediğinin önemli bir delili olarak her zeminde ve her fırsatta gündemde tutulması gerekmektedir.
Öte yandan halen ABD işgali altındaki Menbiç bölgesi ile kurgulanan kantonlardaki Kürt nüfus oranı, özellikle Türkmenlerin hedef alındığı bütün sürgünlere ve katliamlara karşın oldukça düşüktür. ABD-İsrail yanlısı cephenin ısrarla bu kimliği ön plana çıkarması, azınlıkların çoğunluk üzerindeki tahakkümü için “söz dinleyen, işbirlikçi” ayarlama, proje görevlilerinin gerçek kimliğini maskeleme maksadına dayanmaktadır. Nasıl ki PKK terör örgütü mensuplarının önemli bir kısmı Ermeni, üst düzey yöneticiler arasında başta Alman, Fransız olmak üzere birçok batılı ülke vatandaşları, bu arada Türk kökenlilerin sayısının hiç de az olmadığı gibi Suriye’deki Siyonist garnizonun yönetici kadrosu ABD, İsrail olduğu halde arazidekiler arasında Kürt kökenli olanlar azınlıktadır. Bununla beraber bu oluşuma Kürt kimliği giydirme konusundaki derin gayretler, bir asrı aşan genel stratejiye dayanmaktadır.
Dünyada belirli bir alanda en fazla Kürt insanının yaşadığı bölge İstanbul’dur. Her kurumda, her çarşıda Kürt kökenli, genellikle Doğu veya Güneydoğu şehirlerinden bir Kürt vatandaş ile karşılaşabilirsiniz. Birçokları Türkle, Lazla, Çerkezle evlenmiş, melez nesiller milyonları aşmıştır. “Bizim de bir devletimiz olsun” söylemi, çocukluktan kalma heyecan verici bir hayal olduğu halde Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde ortalamanın üstünde Kürt kökenli makam mevki sahibi, her kademede yönetici veya patron vatandaşımız bulunmaktadır. Bunların yanında sıradan bir işçi veya küçük esnaf dahil kahir ekseriyet, geleceğini, huzurunu bu ülkede görmektedir. Gelecekle ilgili ortak inanç ve güven millet kimliğinin temelini oluşturmaktadır.
Buna karşın işaret edilen maksatlı söylemler üzerine “siz Kürtler nasıl devlet kurarsınız” itirazına zemin hazırlamak, gelecekle ilgili ortak inanç ve güveni yıkma hedefine dayanmaktadır. Doğusu, Batısı ve Güneydoğusu ile Türkiye bu girdaptan çıktığı halde, Suriye’de ABD-İsrail Garnizon Devleti’nin temelleri üzerindeki inşaat hızla yükselmektedir. Türkiye ve bölgeyi ateşe atacak büyük çatışma planları kararlı bir şekilde yürütülmekte, terör üsleri tahkim edilmektedir.
İsrail’in kuruşulundan önce Siyonizm yanında Batı Avrupa ve ABD’nin zaman zaman çelişen fakat bölge ülkelerini parçalama, cezalandırma genel stratejisi açısından kesişen bu stratejinin Dinlerarası Diyalog, Arap Baharı ve Suriye İç Savaşı’nın başlangıcında nihai uygulama alanına geçtiğini görmemek büyük cehalet, hatta gafletti. Bunun yerine “diktatörlükler yıkılıyor, Ortadoğu’ya da demokrasi geliyor, zulüm bitiyor, ne güzel oluyor” söylemleri ile avunanların bir adım sonrasını göremediklerini Arap Baharı’nın ilk günlerinden beri yazıyorum. Bağdat’tan sorna Halep, Şam, Humus başta olmak üzere Irak ve Suriye şehirlerinin tahribini, insanlarının yok oluşunu izlerken “ben dememiş miydim” iması kesinlikle hoş değildir. Ancak, Şam’daki zalimler yüzünden Suriye’nin parçalanmasına bir bakıma destek olmak, “Menbiç Menbiçlilerindir, İdlip İdliplilerindir” den hareketle “Kobani, Kobanililerindir”i makul kılarken fiilen parçalanmış komşu devleti tamir yerine bunun sosyal zeminini desteklemede ısrarcı olmaktan dönüşe ihtiyaç vardır!
Öncevatan, 15.10.2018
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın