Fiyat Denetimi ve Geçici Fiyat İndirimlerinin Enflasyonla Mücadelede Başarı Şansı Nedir?

Türkiye’nin 2019-2021 yıllarını kapsayan  Yeni Ekonomi Programı’nda en önemli  sorun, enflasyon ile mücadeledir. Özellikle son dönemde  fiyatlamalarda yaşanan yukarı yönlü gidiş yüksek enflasyona  yol açmış, enflasyonla  mücadele ihtiyacını doğurmuştur. Türkiye’nin Enflasyonla Topyekün Mücadele konusunda  başarıya ulaşması için kamu öncülüğünde başlatılan  program, özel sektörün gönüllülük esasına dayalı desteğini hedeflemektedir. ) Fakat TOBB’nin tavsiyesi, bu hükmü gönüllük esasından çıkarmış gibidir.

Marketlere düzenlenen  denetim ve geçici fiyat indirimleriyle enflasyonla mücadele edilmesi  psikolojik  etki yaratır,  sorunu  çözmez.  Bloomberg gibi önemli yayın organlarında  mizah konusu olmasının da  önüne geçilemez: “Türk polisi (zabıtası) markette diş macunu kontrolü yaparak enflasyonla mücadele ediyor. (Turkish police are fighting inflation by checking toothpaste prices at grocery stores) Türk zabıtası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fiyat artışlarının bastırılması için üst üste yaptığı çağrıların ardından, enflasyonla savaşın ön cephesinde.” Haberde her ne kadar polis dense de  fotoğraftaki kişiler polis değil zabıtadır.  )

Türkiye’de, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar geçen sürede enflasyon, özellikle 1970’li yıllardan sonra ekonomide ortaya çıkan ve çözümlenmesi en zor olan sorunların başında gelmiştir.

Cumhuriyet döneminde  İkinci Dünya Savaşı yılları ile 1956-1958 arası bir kenara bırakılırsa, 1970’li yıllara gelinceye kadar ciddi bir fiyat artışı görülmemiştir. 1970’li yılların ikinci yarısında şiddetlenen enflasyon, 1980 yılında üç haneli rakamlara ulaşmıştır. Bu yılda toptan eşya fiyatları endeksindeki (TEFE) artış yüzde 107.2 olmuştur.

Benzer bir sıçrama, 1994 yılında gerçekleşmiş ve endeks 149.6 puana çıkarak Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmıştır. Enflasyon, 1990-1999 döneminde  yüzde 78’e yükselmiştir. Bu durum, hükümetlerin yüksek borçlanmaları  ile açıklanmaktadır. Sürekli artan borç stokunu finanse edebilmek için  öncelikle para basma yoluna, bu devam ettirilemez duruma gelindiğinde ise bütçe açığını banka sektörü dışında finanse etme yoluna gidilmiştir. Bu yöntem, faizlerin hızla yükselmesine ve özel sektör yatırımlarının gerilemesine  yol açmıştır.

Türkiye ekonomisinde 1970’li yıllarda ortaya çıkan ve uygulanan istikrar politikalarına rağmen bir türlü önlenemeyen enflasyonun sebebi, yapısal sebepler ile kamu kesimi açıklarının yarattığı baskılardır.

Ekonomide;  çeşitli darboğazlardan, piyasadaki tekelci eğilimlerden doğan aksaklıklardan, hızlı nüfus artışından, rekabet eksikliğinden, mali piyasaların etkin çalışmamasından, yanlış destekleme politikalarından, siyasi istikrarsızlıklardan, KİT reformunun ve özelleştirmenin yapılamamasından, etkin para ve maliye politikalarının uygulanmamasından, kamu maliyesinin devamlı açık vermesinden, para, sermaye ve döviz piyasalarının iyi işlememesinden kaynaklanan  enflasyonist  baskı her zaman hissedilmiştir.

Bu eğilimler eğer ekonomi politikalarındaki yanlışlıklarla birleşirse, enflasyonun önüne geçmek mümkün olamaz. Türkiye’de 1970’li yılların ortalarından  sonra kamu kesimi açıklarının para arzını genişletmesi, ekonomide yeterli iç tasarrufların sağlanmamasına rağmen yüksek büyüme hızlarında ısrar edilmesi ile enerji ve döviz darboğazlarının ortaya çıkardığı arz darlığı, enflasyonu körüklemiştir.

Türkiye, 1975 yılında girdiği enflasyon sarmalından 2004 yılında kısmen kurtulmuştur. Sorunu aşmak için çeşitli tarihlerde istikrar paketleri uygulamaya konulmuş, fakat tam başarıya ulaşılamamıştır.

Geçmişte kamu açıklarının para basıp moneterizasyona giderek karşılanması, enflasyonu devamlı beslemiştir. Buna engel olmak için Para Kurulu uygulanması ve böylece enflasyona engel olunması görüşü, ilk defa 54’ncü Refahyol Hükümeti zamanında gündeme gelmiştir. Tedavüle çıkarılacak Yeni Lira 1 ABD dolarına eşit olacak, Merkez Bankası sadece döviz varlıklarına göre emisyona gidecektir.

Uygulamaya geçmeden iktidarı kaybeden 54’ncü Hükümet’in yerine gelen 55’nci Hükümet’in ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner, bir gazeteye verdiği demeçle konuyu  gündeme getirmiştir.  Taner’e göre Yeni Lira, Nisan 1998’e piyasaya çıkacak ve 1 ABD dolarına o günkü kur üzerinden eşitlenecekti. Daha sonra Başbakan Mesut Yılmaz  Yeni Lira uygulamasına geçilmesi ile ilgili haberi yalanlamıştır.

Enflasyon, Cumhuriyet tarihinde   ülkenin  en önemli ekonomik sorunlarının başında gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısında  “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında marketlerde ve hallerde meydana gelen usulsüz fiyat artışlarına ilişkin olarak yaptığı açıklamada, alışılmadık, görülmedik şekilde ürünlerde fiyat farkları varsa bunları hemen belediye zabıtalarına iletin”  demeci sonrasında fiyat denetimleri başlamıştır.  Belediye zabıtalarını pazar, manav ve marketlere göndererek fiyat ve stok denetimi yapması ile  enflasyonla mücadelede başarıya ulaşılamaz. Bu, ekonominin kurallarının “es” geçilmesi anlamına gelir.  Bazı haksız zam yapan esnafa ceza kesilir ama enflasyon sorunu kökten çözülemez.

Ticaret Bakanlığı, Türkiye’deki liberal ekonomik sistemde fiyatların arz ve talep dengesine bağlı olarak oluşmasını tercih ettiklerini, fakat piyasada “tam rekabetin” sağlanmadığı durumlarda kamunun gerekli tedbirleri aldığını  açıklamıştır.  Bakanlığın  “tam rekabetin sağlanmadığı” ifadesi doğru değildir. Bakanlık’tan yapılan açıklama aynen şöyledir: “Ülkemizde uygulanan liberal ekonomik sistemde bir mal veya hizmetin fiyatının arz ve talep dengesine bağlı olarak oluşması esas olmakla birlikte piyasalarda tam rekabetin sağlanamaması durumunda, kamunun piyasa aksaklıklarını gidermek için gerekli tedbirleri alması özellikle tüketicilerin zarar görmemeleri bakımından önem arz etmektedir.”

Tam rekabete gerçek hayatta  rastlanmaz.  Bu, ideal bir piyasa modelidir.   Gerçek dünyada  tam rekabet piyasası çok  istisnaidir. Bakanlığın açıklaması ekonomi  bilimine aykırıdır. Türkiye ekonomisinde hiçbir piyasada tam rekabet yoktur. Bu açıklamayı yazan ilgilinin önecelikle “tam rekabet” piyasasının ne  anlama geldiğini bilmesi gerekir.

Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle yeni bir aldatıcı ticari uygulama tanımı eklenmiştir: “Girdi maliyeti ve döviz kuru artışı gibi fiyat değişimlerinden etkilenmemesine rağmen bu durumlardan etkileniyormuş gibi hareket ederek tüketiciye sunulan mal veya hizmetin satış fiyatında haklı bir gerekçe olmaksızın artış yapmak.”

Elektrik, akaryakıt ve  doğalgaz gibi  tüm işyerlerinin kullandığı ana girdilerin fiyatı dolara bağlı olarak artarken işyerlerinin  zam yapmaması ekonomi bilimini yok saymaktır. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin  üye 365 oda ve borsaya enflasyon ile mücadele kapsamında indirim yapılacak ürünlerin listesini göndermesi geçici bir önlemdir. Enflasyon ile mücadele kapsamında 407 üründen oluşan  listedeki ürünlerin enflasyon sepetinde yer alan ürün gruplarını kapsaması ise çok  ilginçtir. Bu durumda  İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Amaç ne biliyor musunuz? Üreticiyi 2 aylık indirime zorlayarak yıl sonu enflasyonunu düşük göstermek iddiasına acaba ne cevap verilecektir?

Eğer enflasyonla mücadele edilecekse, yüzde 10 indirimlerin gönüllük bazında  tüm mal ve hizmetlere uygulanması gerekir. Maliyeti ana girdilerde yüzde 10’dan daha fazla artan esnaf ve üreticiye zorunlu olarak indirim yapması tavsiyesi serbest piyasa kurallarına da aykırıdır.

Ticaret Bakanlığı,  belediyelerde zabıta dairelerinde Tüketici Hakları Zabıta Amirliği oluşturulması için çalışma başlatıldığını, böylece zabıtaların fiyat artışlarını denetlemek için daha etkin rol oynayacağını belirtmektedir. Dünyada hiçbir ekonomide zabıta denetimi ile enflasyonla mücadelede başarıya ulaşılmamıştır. Her  işletmenin başına bir zabıta memuru dikerek enflasyonla mücadele olmaz.

İşyerlerinin elektrik, akaryakıt ve  doğalgaz gibi  temel girdilerinde artış oluyorsa, işletmeler bunu maliyetlerine yansıtmak zorundadırlar. Eğer yansıtmıyorlarsa piyasadan çekilirler. Bu durumda ekonomi daralır, işsizlik artar, gelir dağılımı bozulur, büyüme durur, durum eskisinden daha kötüye gider. Diğer bir deyişle bindiğiniz dalı kesmiş olursunuz.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Eylül ayında yüzde 24.5’e ulaşan enflasyonla mücadele kapsamında 9 Eylül’de asgari yüzde 10 indirim kampanyası başlatmasının ekonomik değil, psikolojik  etkisi olur.

Maliyeti artan ve ancak yüzde 10 kar marjı ile çalışan işletmeler yüzde 10 indirim yaparlarsa kepenk kapatmak zorunda kalırlar. Bunun  yüzde 10 indirim yaparak enflasyonu düşürmekten çok daha ağır bir bedeli olur. Ayrıca,  indirim yapılıp yapılmadığı  ya da  yapılmış ise bunun denetimini kim yapacaktır?  İşletmeler  indirim yaptıkları ürünleri internet sitelerine koymalı ve  enflasyonlamucadele.org.tr sitesi üzerinden de denetim yapılmalıdır.

Dolar  değerlendiği için  zam yapanlar, şimdi dolar düştüğüne  göre yaptıkları zamları ne  zaman geri alacaklar? 1 dolar = 7,2393 TL iken zam yapanlar, bugün kur 1 dolar= 5,8042 olduğuna göre  aradaki fark kadar neden indirim yapmıyorlar? TOBB neden bu kuruluşlara da bir liste göndermiyor?

Merkez Bankası Kanunu’nda 25 Nisan 2001 tarihinde gerçekleştirilen değişikliklerin en önemlisi Merkez Bankası’nın “temel amacının fiyat istikrarını sağlamak” olduğu belirtilmiştir. Temel amaç olan fiyat istikrarı doğrultusunda 2002 yılından  sonra “enflasyon hedeflemesi rejimi” uygulanmaya başlanmış ve enflasyonla mücadelede önemli kazanımlar  sağlanmış ve 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren Türk lirasından altı sıfır atılmış, 1 Ocak 2009 tarihinde paradan “yeni” ifadesi kaldırılmıştır.

Hürriyet gazetesinde 15 Ekim’de yer alan habere göre artan maliyetler  sonrasında bazı meyve suyu üreticileri içinde yüzde 40 meyve olan bir içecekteki meyve oranının yüzde 10 kadar indirmiştir.  Yılbaşında meyve nektarına getirilen ÖTV ve artan maliyetler  sebebiyle  üreticiler içinde yüzde 40 meyve olan  meyve nektarındaki meyve oranını yüzde 10’a kadar düşürmüşlerdir.

Türk Gıda Kodeksine göre meyve oranı yüzde 10’a düşürülünce içeceğin kategorisi  değişmiş, içinde yüzde 10 ile yüzde 24 arasında meyve barındıran içecekler ‘meyve suyu’ değil ‘meyveli içecek’ olarak adlandırılmıştır. Maliyeti aratan üreticilerin bu durumda yüzde 10 indirim yapmaları mümkün müdür? Yaparlarsa   üretimi durdururlar. Bu da meyve üreticilerini olumsuz etkiler ve meyve üretimi düşer. Bundan başta meyve üreten köylüler olmak üzere herkes olumsuz etkilenir. Enflasyonla mücadele kapsamında fiyat artışı olmamıştır ama meyve suyu içmek yerine meyveli içeçek içmek durumu ortaya çıkmıştır.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek döneminde açıklanan Orta Vadeli Program’ın  (OVP) amacı; makroekonomik istikrarın korunduğu, cari açığın ve enflasyonun aşamalı olarak düşürüldüğü bir ortamda yapısal reformlar yoluyla büyümeyi artırmak ve daha kapsayıcı hale getirmekti.  Şimşek’ten sonra Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP) 20 Eylül’de açıklamıştır. Böylece Orta Vadeli Program’ın    adı değişerek  Yeni Ekonomi Programı olmuştur. Program,  2019-2021 yıllarını kapsamaktadır.

YEP ile OVP’nin  hedefleri  arasında  önemli farklılıklar  vardır. Bu durum  Türkiye ekonomisinde hedeflerin tutturulmasında büyük sıkıntı  olduğunu göstermektedir.  Her 3 ayda bir  Almanya’dan şahsıma gönderilen “Q u e s t i o n n a i r e WES Survey July 2018: Data requested for Turkey Code-No: 16001852 – 5032.8059.01,  Ifo World Economic Survey, Nothhaft, Jasmin [[email protected]]”  sualnamesini   doldururken, Türkiye’deki ekonomik  eğilimleri  gerçekçi bir şekilde açıklamak zorunda kaldım.

OVP ile YEP arasında  kısa sürelerde ortaya çıkan  farklılıkların  sebebi, ya tahminler  çeşitli  nedenlerle çok olumlu senaryolara göre yapılmaktadır ya da tahminleri gerçekleştirenler bir hata yapmaktadırlar.

YEP’da 2019 yılı  enflasyon hedefi  yüzde 15.9, 2020 için yüzde 9.8,  2021 için yüzde 6.0  olarak güncellenmiştir.  Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma  Kuruluşu (OECD) nezdindeki Büyükelçiliğimizde 5 yıl görev yapmış biri olarak  OECD’nin 20 Eylül 2018’de  2018 yılı büyüme tahminini yüzde 5.1’den yüzde 3.2’ye, 2019 yılı için ise yüzde 4.9’dan yüzde 0.5’e çektiğini hatırlamakta fayda vardır. 

OVP’da  TÜFE yıllık artış oranının 2016 yılında yüzde 7.5’e gerileyeceği, dönem sonunda ise (2018) yüzde 5 olarak gerçekleşeceği öngörülmüştür.  Bu hedefin tutmayacağı anlaşıldığından YEP’da  TÜFE yıl sonu  hedefi yüzde 20.8 olarak belirlenmiştir.  Enflasyonun gelecek yılın ve 2020’nin hedefleri  gerçekçidir. Fakat 2021’in yüzde 6’sı çok iddialı olup, enflasyonun 2019-2021 döneminde  tek haneye indirilmesine bağlıdır. Bunun için YEP’daki   hedeflere taviz verilmeden ulaşılması gerekir. Aksi halde 2020 yılında yeni bir YEP hazırlanması zorunluluğu ortaya çıkar.

Uluslararsı Para Fonu (IMF)  2018 yılı için  Türkiye’yi  enflasyon oranı bakımından yüzde 25 ve üzerindeki ülkeler arasında göstermiş, 2023 yılı için  enflasyonun yüzde 10-25 arasında olacağı tahmininde bulunmuştur. Günümüzde  İran, Cezayir ve Venezüella dışında hiçbir ülkede çift rakamlı enflasyon yoktur. Dünya ortalaması yüzde 3.3, Avrupa ortalaması 2.5, Kuzey Amerika ortalaması ise 2.2’dir.  )

OVP’da enflasyonun 2018’de  yüzde 5’e ineceği öngörülmüştü.  YEP’daki hedef  yüzde 20.8 olmasına rağmen Eylül ayında enflasyon  yıllık  yüzde  24.52’ye   ulaşmıştır.  Bunun üzerine  Türkiye İstatistik Kurumu’nda enflasyon rakamlarını açıklayan birimin başında bulunan Başkan Yardımcısı Enver Taştı görevden alınmıştır.  Enver Taştı acaba neden  görevden alınmıştır?

Piyasa ekonomilerine sahip ülkelerde enflasyon, ekonomik krizin en büyük göstergelerinden  biridir. Eğer bir ekonomide yüzde 20.8 oranında fiyat artışı varsa,  ekonomide kriz yoktur demek ekonomi bilimini yok saymaktır. Ekonomilerde fiyat istikrarı, ekonomik istikrarın temelidir. Bu temel çökerse ekonomik istikrar sağlanamaz. (S. Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi, 13. Baskı, s. 473) Enflasyonun başladığı bir ülkede gelecek tahmini yapmak zor olduğundan üreticiler üretimlerini azaltır, yatırımcılar yatırımlarını durdurur. Bunların sonucunda da ekonomik büyüme düşer, enflasyon herkes tarafından hissedilir.

Enflasyonun sözlük anlamı şişmedir. Basit tanımıyla enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin normalin üzerinde  devamlı  artması ve dolayısıyla ülke parasının iç değerinin düşmesidir. Bu tanımda iki önemli nokta vardır. Bir ekonomide enflasyondan söz edebilmek için mutlaka genel fiyatlar seviyesinin artması diğer bir deyişle fiyat istikrarının bozulması gerekir. Sadece bir malın fiyatının yükselmesi, o ekonomide enflasyon yaratmaz. Ekonomide nispi fiyatlar değişirken fiyatlar genel seviyesi aynı kalabilir. Diğer bir deyişle bir malın fiyatı artarken, diğer bir malın fiyatı düşebilir. İkinci nokta, enflasyondan söz edebilmek için fiyatlar genel seviyesinin normalin üzerinde devamlı artması gerekir.

Enflasyonun düşmesiyle fiyat artışları arasındaki  farka dikkat edilmelidir. Her iki kavram birbirine benzese de farklı anlam içermektedir. Enflasyon oranı, ülke genelinde mal ve hizmetlerin fiyat artış hızını ölçer. Enflasyonun düşmesi; mal ve hizmet fiyatlarının gerilemesi, alım gücünün artması demektir.  Ekonomide enflasyonun düşmesi, fiyatların daha yavaş artması ve alım gücünün geçmişe göre iyileşmesi anlamına gelir.

Gıda, kira, giyim, mobilya, sinema ve benzeri mal ve hizmetlerden oluşan bir tüketim sepetinin değerinin ilk yıl 300 TL, ikinci yıl 330 TL, üçüncü yıl ise 350 TL olduğunu varsayalım. İkinci yıl tüketim sepeti 30 TL değerinde, (enflasyon %10) üçüncü yıl 20 TL artsın. (enflasyon %6.1) Bu dönemde enflasyon oranı %10’dan %6.1’e düşerken, fiyatlar 330 TL’den 350 TL’ye çıkmıştır. Ekonomide enflasyon düşerken fiyatlar artmaya devam etmiş ama fiyatların artış hızı yavaşlamıştır

Ekonomide fiyat istikrarı, ekonomik birimlerin yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranı olup,  ekonomik istikrarın sağlanabilmesinin temel şartıdır. Yıllık enflasyon oranları  yüzde 1-3 arasında olan ülkeler fiyat istikrarına sahip ülkelerdir. Fiyat istikrarı, düşük enflasyon oranına ulaşmayı değil o oranın sürdürülmesini kapsar.

Fiyat istikrarının sağlanamaması durumunda  ekonomide karşılaşılan    sorunlar şunlardır:

  • Fiyat istikrarı sağlanamadığı ortamlarda yatırım ve tüketim kararları alınırken fiyat değişmeleri kolaylıkla ayırt edilememekte ve sağlıklı karar verebilmek için gerekli ve yeterli bilgiye sahip olunamamaktadır.
  • Enflasyon, piyasadaki oyuncuların geleceği öngörememeleri sebebiyle mali piyasaların verimli mali aracılık yapma yeteneklerini azaltmaktadır.
  • Yüksek enflasyonda ortamın yarattığı belirsizlik sebebiyle  reel faiz oranları yükselmektedir.
  • Fiyat istikrarının sağlanamadığı ortam, uygulanan politikalara güvensizlik yaratmakta ve hükümetlerin kapsamlı ekonomik programlar uygulayabilmesini engellemektedir.
  • Enflasyon, uluslararası piyasalarda ekonominin rekabet gücünü azaltmaktadır.
  • Enflasyon, işgücü piyasalarının etkin çalışmasını engellemekte ve gelir dağılımını bozmaktadır.
  • Enflasyon, kişilerin karar alma süreçlerinde geleceğe bakmaktan çok geçmişe endeksleme alışkanlıklarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Ekonomide enflasyonu belirleyen faktörler; kur artışı, üretim  azalması, bekleyişler, uluslararası piyasalardaki petrol ve diğer minerallerdeki fiyat artışları  ile kamu  açıklarıdır.

Enflasyonla mücadelede hükümetler; toplam arz ve talep, ücretler, istihdam ve işgücü birim maliyetleri, kamu fiyatları, maliye politikası göstergeleri, parasal göstergeler ve kredi büyüklükleri, döviz kuru ve ödemeler dengesi gelişmeleri, uluslararası mal ve finans piyasalarındaki gelişmeler, enflasyon bekleyişlerinin seyri gibi enflasyon üzerinde belirleyici olan değişkenlerin mevcut ve gelecek dönemdeki hareketlerini bir bütün olarak dikkate almaktadırlar.

Enflasyon; ekonomide istikrarı bozar, gelir dağılımını kötüleştirir, kaynak dağılımını saptırır. Toplumun belli bir kesiminin geliri, fiyat artışlarından çok daha fazla artarken, özellikle maaş ve ücret gibi sabit geliri olanların gelirleri  fiyat artışlarının gerisinde kalır. Enflasyon, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yaparak ülkede ekonomik ve sosyal dengeleri bozar, huzursuzluklara ve  siyasi istikrarsızlıklara yol açar.

Türkiye’de bozuk gelir dağılımının temel sebebi, uzun yıllardır fiyat istikrarının sağlanamamış olmasıdır. Toplumda kolay kazanan ve çok harcayan bir kesim doğduğu için, ekonomide her türlü mal satılabilir. Bu da, kaynakların yanlış üretim kesimlerine yönelmesine yol açar.

Enflasyon, dış dengeyi olumsuz yönde etkiler. Enflasyon hızı ticaret yapılan ülkelerden daha fazla ise, ülke malları yabancılara pahalı geleceği için ihracat azalır. Buna karşılık yabancı mallar ucuzlar ve ithalat patlar. Turizm ve işçi döviz gelirleri düşer, yabancı sermaye girişi azalır. Fiyatlar hızla arttığı için ülke parası değer kaybeder ve  milli  paradan kaçış başlar. Ülke dışına servet transferi olur ve ekonomide yabancı paraların etkinliği artar.

Enflasyon, ekonomide talep şişkinliğinden veya maliyetin artmasından kaynaklanabilir. En çok görülen enflasyon, talep artışından doğan tiptir. Ekonomide harcamalar ve ihracat toplamının üretim ve ithalatı aşması durumunda talep enflasyonu doğar. Genelde, parasal karakterlidir. Eğer ekonomide para ve kredi hacmi genişlemiş ve bu sebeple harcamalar artmış ise, talep enflasyonu parasal niteliklidir.

Maliyet enflasyonu, ekonomide çeşitli sebeplerle maliyetlerin yükselmesi ve bunun fiyatlara yansıması sonucunda ortaya çıkar. Eğer ekonomide maliyetler bir defalık artarsa, maliyet enflasyonu bir defalık olur. Fakat maliyetler devamlı yükselirse, fiyat artışları da aynı şekilde devam eder. Ülkede çeşitli sebeplerle oluşan talep ve maliyet enflasyonu bir arada olabilir. Enflasyonla mücadele araçları arasında her iki tip arasında da farklılıklar vardır. Bu sebeple, enflasyonun talep mi, yoksa maliyet kaynaklı mı olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

Bu sebeple  kısa bir süreliğine yüzde 10 indirim kampanyası ve fiyat denetimleri ile enflasyonla mücadelede başarıya ulaşılamaz. Bunun teorisi bir ekonomik model ile  açıklanabilinirse,   2019 yılında  Nobel Ekonomi Ödülü’nü Türkiye’nin almasını kimse önleyemez.   Böylece 1969 yılından sonra ilk defa bir Türk ekonomi alanında   ödül  kazanmış olur. Bu da hepimizi mutlu eder. Nobel Ekonomi ödülünü kazanmış bir bir ülke hakkında da Avrupa Komisyonu Başkan adayı Weber “Türkiye Hiçbir Zaman AB’ye Üye Olamaz”  diyemez.

Nobel  ödülü kimya, fizik, edebiyat, barış ve tıp alanlarında verilir. Nobel ekonomi ödülü, Alfred Nobel’in Anısına Ekonomik Bilimlerde Sveriges Riksbank Ödülü’dür. (Sveriges riksbanks pris i ekonomisk vetenskap till Alfred Nobels minne)  Ödül, İsveç Merkez Bankası Sveriges Riksbank tarafından Banka’nın 300’ncü yıldönümü olan 1968 yılında  oluşturulmuş, o zamandan buyana her yıl verilmektedir.

Ödül ilk defa  1969 yılında kitaplarından çok yararlandığım  Ragnar Frisch ve Jan Tinbergen kazanmıştır. Tinbergen, Ragnar Frisch ile birlikte ekonometrinin kurucularındandır. Ekonomik planlama konusunda yaptıkları  çalışmalarla tanınmışlardır. Tinbergen, Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşunda  görev  alarak  ilk planların input-output analizlerine dayalı olarak yapılmasında öncü rol oynamıştır. Ragner Frisch’le birlikte dinamik modelleri geliştirerek ekonomik analizlere uygulayan ςalışmalarıyla Nobel Ekonomi Ödülü’nü almıştır.

 

Avrupa Komisyonu Başkan Adayı Weber: “Türkiye Hiçbir Zaman AB’ye Üye Olamaz”

 

Önümüzdeki yıl Jean-Claude Juncker‘den boşalacak olan Avrupa Komisyonu Başkanlığı’na aday olan Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük grup olan Hıristiyan Demokrat Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) lideri olan Alman politikacı Manfred Weber, “Göreve seçilirse, Türkiye’ye kapıları tamamen kapatacağını” açıklamıştır.

Hollanda gazetesi De Telegraaf’a  konuşan Weber, Başkan seçilmesi durumunda  Türkiye ile üyelik müzakerelerine  son vereceğini söylemiş, göreve başladıktan sonra  Türkiye’nin Avrupa Birliği  üyelik sürecinin  üzerine kırmızı çizgi çekmek istediğini vurgulamıştır. Fakat maalesef Weber bu konuyu hiç bilmemektedir. Komisyon Başkanı bu konuda tek başına karar veremez.  Böyle bir karar  AB üyesi ülkelerin hükümet ve devlet başkanları tarafından alınabilir.

Manfred Weber  hiç üzülmesin. Zaten sayın Cumhurbaşkanı bu konuda yakında bir referandum (plesibit) yapacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye’nin 2019-2021 yıllarını kapsayan  Yeni Ekonomi Programı’nda en önemli  sorun, enflasyon ile mücadeledir. Özellikle son dönemde  fiyatlamalarda yaşanan yukarı yönlü gidiş yüksek enflasyona  yol açmış, enflasyonla  mücadele ihtiyacını doğurmuştur. Türkiye’nin Enflasyonla Topyekün Mücadele konusunda  başarıya ulaşması için kamu öncülüğünde başlatılan  program, özel sektörün gönüllülük esasına dayalı desteğini hedeflemektedir. ) Fakat TOBB’nin tavsiyesi, bu hükmü gönüllük esasından çıkarmış gibidir. - ekonomik buyume grafik

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir