Evet, bir kez daha yineliyorum;
İktidar ve muhalefet el ele verip, ülkeyi bu hale getirdiler.
Hem de bu ortaklık, bu işbirliği, AKP’nin iktidar olmasının hemen ardından başladı. Şimdi soracaksınız, “Peki, Ali Eralp kanıtların var mı?”
Evet var.
Henüz Recep Tayyip Erdoğan yasaklı iken, Meclise bile giremezken, tüm itirazlara rağmen, Deniz Baykal onun tüm engellerini kaldırıp, “Yürü, yola devam” dedi. Meclise katılmasını sağladı.
Temel kanıt bu… Gidiş, o gidiş…
MHP ve devlet Bahçeli’nin AKP’ye yaptığı katkıları ve onunla dayanışmasını ise artık çocuklar bile biliyor. Bu nedenle, bu konuda fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Kısaca, maddeler halinde sıralayacağım.
AKP, henüz iktidar değilken, Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002’de, “11. Kocayayla Türkmen Kurultayı”nda, durup dururken, 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını isteyerek, Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu hükümetin yıkılmasını sağladı.
Ardından seçimler yapıldı ve seçim AKP’nin zaferiyle sonuçlandı. Daha sonraki yıllarda ise AKP zora girdiğinde, sendelediğinde ya da düştüğünde, Bahçeli hemen Hızır gibi yetişip, elinden tutarak onu ayağa kaldırıyordu.
Şimdi MHP’nin AKP’ye hangi konularda destek verdiğini maddeler halinde sıralayalım:
1- Yıllar önce AKP, “Anayasa Mahkemesi’nin 367 Kararı” ile krize girmişti. O, bu krizden yine Devlet Bahçeli ve MHP’nin desteğiyle çıktı.
O dönemde, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilebilmesi için 367 oya ihtiyaç vardı. Ama bu sayıya ulaşamıyordu. AKP ve Gül çaresizdi. Yardımına Bahçeli koştu. Mecliste oylamaya katılacaklarını açıkladı. Böylece AKP ve MHP’lilerin toplam sayısı 440’ı aştı ve Gül Köşk’e çıktı.
2- Üniversitede Türbanın serbest olması, 10 Şubat 2008’de, AKP – MHP dayanışması ile sağlandı.
3- 2012 yılında MHP, 4+4+4 uygulamasına destek vererek, türbanın ilkokula girmesinin önünü açtı.
4- 2013 yılında Bahçeli, Anayasa görüşmelerinde AKP’ye destek vererek, 48 maddenin TBMM’sinden geçmesini sağladı.
Bunlar AKP – MHP dayanışmasının sadece birkaçı. Günümüzde ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl, dostça bir birlik içinde hareket ettiklerini herkes biliyor ve görüyor… Anlatmaya gerek yok…
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye desteğine gelince. Bu dayanışma ve birliktelik ise Kemal Bey Genel Başkan olunca hemen başlamıştı.
10 Mayıs 2010’da Deniz Baykal’ın istifasının ardından Kılıçdaroğlu, 22 Mayıs 2010 tarihinde genel başkan oldu.
Aradan henüz 5 – 6 ay geçmişti ki onu “CHP’NİN YENİ GENEL BAŞKANI KEMAL, HIZLA YENİ KEMALİZM’E KOŞUYOR…” başlıklı bir makale eleştirmiş ve şunları söylemiştim:
“Recep Tayyip Erdoğan’ın önündeki engellerin CHP tarafından kaldırılarak, ona Başbakanlık yolunun açılmasını Kemal Kılıçdaroğlu, bir demokrasi hareketi gibi göstermeye çalışıyor topluma. Ardından da “şimdi sırada türban var, AKP ile el ele, gönül gönüle verdik mi o sorunu da çözer, böylece insan haklarında, özgürleşmede büyük bir adım atmış oluruz …” diyor.
Ayrıca, daha sonra kendisine sorulan “Laiklik tehlikede midir?” sorusuna karşılık o:
“Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…”
Bir taraftan da Dersim isyanının bastırılmasını bahane ederek Atatürk’ü eleştiriyordu.
Bu konuşmalar ve karşıdevrimci görüşler üzerine ben yine aynı yıl içerisinde “KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA AÇIK MEKTUP…” Başlıklı bir yazı kaleme aldım. O mektupta ona hitaben şunları söylüyordum:
“Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, hangi taşı kaldırsanız altından cemaat çıkıyor… ‘Aziz vatanın kaleleri birer birer zapt edilirken’ siz nasıl Ben cemaatlere saygılıyım diyebiliyorsunuz?
Cumhuriyet tarihi boyunca cemaatlerle, tarikatlarla hiç bu kadar içli dışlı olmamıştık. Yobaz çeteler tarafından hiç bu kadar kuşatılmamış, baskı altına alınmamıştık.
Türbanlılar, çarşaflılar, peçeliler kara giysileriyle, çevremizi bir kâbus gibi sarmaya devam ediyorlar. Kentlerimizi, sokaklarımızı, caddelerimizi tanıyamaz olduk.
Kurumlar, devlet daireleri birer birer teslim alınıyor. Resmi makamlar el değiştiriyor. Nitelik değiştiriyor. Başkalaşıyor. Siyasallaşıyor. Kan kaybediyor.
Yargı, ordu, emniyet, eğitim kadroları sessiz ve derinden yeniden düzenlenip, yeniden biçimleniyor. İstedikleri kişileri önemli mevkilere getiriyorlar, istemediklerini sokağa atıyorlar.
Yeşil sermayeli büyük finans kuruluşları ve iş merkezleri bir örümcek ağı gibi sarmış Türkiye’nin dört bir yanını. ABD, AB, Ilımlı İslam, menkul – gayrimenkul, tüm varlığını dincilerin hizmetine sunmuş.
Atatürk’ün partisinin uğraştığı konulara bir bakın hele: “Siyasal İslamcı bir adamı Başbakanlık koltuğuna oturtmakla övünmek, türban özgürlüğünü gerçekleştirmeye çalışmak, genel af çıkarmak, şeriatçı cemaatlere saygılı olmak…”
Ben bu açık mektubu tam 8 yıl önce yazmıştım. O zaman da kimseler duymamıştı ve üstüne üstlük partide ne kadar GERÇEK ATATÜRKÇÜ varsa sokağa atılmıştı…
Şimdi anladınız mı bu günlere nasıl geldik?
Bu hallere nasıl düştük?