Mc. KINSEY TAKİYYESİ

Erdoğan hükümeti, “Yeni Ekonomik Program” kapsamında maliyetleri düşürmek ve gelirleri artırmak için  dünyanın önde gelen danışmanlık firması McKinsey ile anlaşma sağladı.
McKinsey’nin internet sitesinde “büyümenin teşvik edilmesini ve ekonomik fırsatların kullanımını” amaçlayan stratejiler geliştirmek ve uygulamak için hükümetlerle birlikte çalıştıkları belirtiliyor. 
Anlaşma tartışma yarattı, Hazine ve Maliye Bakanlığı  ise danışmanlığın icra fonksiyonu ve yetkisi olmayacağını açıkladı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, anlaşmayı Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde bazı sektörlerin gelirlerine el konularak dış borçların ödenmesi için kurulan Düyun-ı Umumiye’ye benzetti…  
 
*
McKinsey Danışmanlık Firmasının neden Türkiye’ye davet edildiğini anlamak için “Dünya Düzeni” ile ilgili bir anlayış birliği gerekiyor.
“Dünya Düzeni”ni, Fransız filozof Michel Foucault;
“Bilgi iktidar ve gücü, iktidar ve güc de bilgiyi üretir.
İnsanın insan üzerinde güç ve iktidar kurma mücadelesi tarihin değişmeyen kuralıdır;
Sorun, insanların eşitlikle mi yoksa baskıyla mı bir arada olacakları gerilimidir” ifadesiyle açıklıyor…
 
*
Hakikaten Yaşam; insanların faydaları ve mutlulukları için bilgiyi talep etmeleri gerçeğinden hareket ediyor.
Bugün bilgi teknolojilerini elinde bulunduran güç ya da iktidar da sömürgeciliğini insandan geliştirip tüm dünyaya işliyor.
Bilgi teknolojileri ABD’nin tekelindedir ve o’da bu küresel enformasyonel emperyalizmini dünyaya sunuyor.
Yani sahip olduğu gücle diğerlerinin zihinleri ve eylemleri üzerinde kontrol iddiasında bulunuyor…
 
*
Devletler giderek refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete dönüşmektedir.
Şirkete dönüşemeyen devletler taşınamıyor.
Şirketlerin al-ver ilişkilerinde kolay borçlanmaya ve geri ödeme politikalarına öncelik vermek üzere,   
Ekonomi ve siyaset; rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar istiyor.
Bu gereklerin tamamı “Demokrasi” yi belirliyor.
 
*
Bu dönüşümü sağlamak üzere devletler kendi içinde ayıklanmalara gitmektedir.
Artık devletlerin  değil şirketlerin emir merkezinden hareket eden bürokrasi dikey olmayan yatay bürokratik örgütlenmeler oluşturuyor.
Devlete etki eden olumsuz yapılar, mafya, cemaatler, lobiler ayıklanıyor, bu yapıların oluşturduğu boşluklara, kara deliklere izin verilmiyor.  
Daha da ilerisi, piyasaların sağlıklı işlemesi için egemenlik, parlamento,  bürokrasi, Sayıştay gibi kurumlar hiç gündeme gelmiyor… 
 
*
ABD’nin gücü kendisinden sonra gelen Çin, Rusya, Japonya ve Almanya’nın güçlerinin çok üstündedir.
Üstünlük marjı; Afganistan, Irak ve Suriye’de askeri sonuca ulaşılamaması: Ekonomideki büyük gerileyişi: Gelir adaletsizliğinin artması: Ülkenin eskimiş fiziki altyapısı: İç siyasetteki kutuplaşma: Çin ve Rusya’nın  gerçek ve ciddi bir potansiyel tehdit olarak yükselmesi gibi nedenlerle sorgulanıyor.
Ama 2025 göstergeleri dahi ABD’nin  olumlu demografisi ve bölgesel güvenlik kombinasyonu, teknolojisi, askeri gücü ve değerleri ile  tek küresel güç olma vasfını halâ elinde bulunduracağını gösteriyor.
 
*
Göstergeler 2025’te Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2 numaralı güç fakat Almanya, Japonya, Rusya, Hindistan ve diğerlerinin daha zayıf olacağına işaret ediyor.
Bu gerçek, ABD’ nin taahhütte bulunma ve gücünü ülkesi dışında kullanma konusunda daha seçici olmasını gerektiriyor.
 
*
Öncelikle ABD’nin eli çok öncesinde kazandıklarından dolayı  kuvvetlidir.
İşte Avrupa Birliği!
Esasen askeri yüzü NATO olan bir sivil yapıdır.
ABD birbirine denk olmayan bu iki yüzlü yapıda NATO’yu doğrudan, Avrupa Birliği’ni ise dolaylı olarak yönetiyor. 
Bu sayede Washington, Avrupa’daki farklı idarelere farklı yöntemler uyguluyor.
Sonuçta  Avrupa Birliği’ndeki güçlü Alman, Fransız, İngiliz ekonomik ve mali çevreleri üzerinde güçlü baskı oluşuyor…
Böylece ABD,  Avrupa üzerindeki etkisini  mütemadiyen muhafaza ediyor… 
 
*
Bu yüzden ABD dışişleri ve savunma politikalarında esas olarak Çin’e odaklanıyor.
ABD Çin’in gelişmekte olan birçok teknolojide bir avantaj elde etme çabalarını yavaşlatmaya çalışırken,
Bir yandan da  Pekin’in Asya’da hakim bir konum oluşturmasını engellemeye çalışıyor.
 
*
Nitekim ABD pozisyonunu, Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin 4 maddesiyle;
Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu : Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde jeopolitik bir zihniyet benimsediğini : BM’de sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsüyle  belirleyeceğini: Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edeceğini,
Dünyanın bütün ülkelerine iddia ediyor…
 
*
Ve Başkan D.Trump, serbest rekabet yoluyla emperyalizm öncesi devlete  geri dönmeyi taahhüt ediyor…  
Bu taahhüt; ulusötesi şirketlerin ve emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin dahi ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak anlamına geliyor.
Böylece ABD,  Pentagon ve CIA’ yı da bugünkü işlevlerinden Ulusal Savunmaya geri getirmeyi öngörüyor…
Bu düşünce ile uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiliyor.
Eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyor.
Şirket devletleri üzerinden emperyalizme yeni bir yön vermenin kavgasını veriyor… 
 
*
Mesela Çin’e karşı  ödemeler dengesini düzeltmekle meşgulken, bir taraftan da çok taraflılığı geliştirmeye çalışıyor.
Ama farklılaşma ve kapsayıcılığı kabul etmiyor; karşılıklılık istiyor.
Dünya Ticaret Örgütü üyelerinin kendi gelişim düzeylerinde ve aşamalarında değiştiklerini reddediyor.
Bu çerçevede çok taraflı ticaret mekanizmasının etkili bir şekilde çalışmaya devam edip edemeyeceği,
Küresel ticaret ve ekonominin kurallar temelinde güçlü bir şekilde gelişmeye devam edip etmeyeceği ile ilgili,
Kuralların ve Müzakerelerin  güncellenmesini: Uyuşmazlıkların çözümünü kapsayan bir reform paketiyle ilgileniyor… 
 
*
Eşzamanlı olarak, enerji alanındaki konumuyla serbest ticaret üzerine kurulu uluslararası pazarı onarmayı deniyor.
Büyük hidrokarbon ihracatçısı haline gelmiştir, dolayısıyla fiyatların yüksek olması yararınadır.
Ama hükümetlerarası bir kartel olan OPEC’e itiraz ediyor, fiyatların daha düşük olmasını talep ediyor.
Ya da İnsan Hakları Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve BM Filistin Mültecilerine Yardım programı gibi küreselleşmenin ürünü yapılara ve anlaşmalara karşı çıkıyor.
 
*
Kısacası Dünya Düzeni yeni bir boyuta geçmiştir.
Karar alma süreçleri, piyasaların etkinliğini sağlamak üzere hızlandırılarak kısaltılıyor.
IMF politikalarına alışık alacaklı şirket devletleri, şimdi McKinsey’i piyasanın sağlıklı işlemesinde katkı veren bir kurum olarak kabul ediyor.
 
*
İtiraz, “Dünya 5’ten büyüktür” sloganıyla mmmetine BM çatısı altında bir statünün hayalini kuran,
İslamcı Erdoğan’ın vizyonu doğrultusunda,
İnatla Küresel Liberal Düzenin resmi IMF kurumuna değil, McKinsey Danışmanlık Firmasına yönelmesi,
ABD’ye revizyonist bir tavır takınmasıdır…
 
*
Erdoğan’ın bu takiyyeci tavrı yüzünden Türkiye’de “Demokrasi”nin olmadığı söyleniyor…
 
4.9.2018
Erdoğan hükümeti, "Yeni Ekonomik Program" kapsamında maliyetleri düşürmek ve gelirleri artırmak için  dünyanın önde gelen danışmanlık firması McKinsey ile anlaşma sağladı.
McKinsey'nin internet sitesinde "büyümenin teşvik edilmesini ve ekonomik fırsatların kullanımını" amaçlayan stratejiler geliştirmek ve uygulamak için hükümetlerle birlikte çalıştıkları belirtiliyor. 
Anlaşma tartışma yarattı, Hazine ve Maliye Bakanlığı  ise danışmanlığın icra fonksiyonu ve yetkisi olmayacağını açıkladı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, anlaşmayı Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde bazı sektörlerin gelirlerine el konularak dış borçların ödenmesi için kurulan Düyun-ı Umumiye'ye benzetti...  
 
*
McKinsey Danışmanlık Firmasının neden Türkiye'ye davet edildiğini anlamak için "Dünya Düzeni" ile ilgili bir anlayış birliği gerekiyor.
"Dünya Düzeni"ni, Fransız filozof Michel Foucault;
"Bilgi iktidar ve gücü, iktidar ve güc de bilgiyi üretir.
İnsanın insan üzerinde güç ve iktidar kurma mücadelesi tarihin değişmeyen kuralıdır;
Sorun, insanların eşitlikle mi yoksa baskıyla mı bir arada olacakları gerilimidir" ifadesiyle açıklıyor...
 
*
Hakikaten Yaşam; insanların faydaları ve mutlulukları için bilgiyi talep etmeleri gerçeğinden hareket ediyor.
Bugün bilgi teknolojilerini elinde bulunduran güç ya da iktidar da sömürgeciliğini insandan geliştirip tüm dünyaya işliyor.
Bilgi teknolojileri ABD'nin tekelindedir ve o'da bu küresel enformasyonel emperyalizmini dünyaya sunuyor.
Yani sahip olduğu gücle diğerlerinin zihinleri ve eylemleri üzerinde kontrol iddiasında bulunuyor...
 
*
Devletler giderek refah devleti ya da sosyal devlete değil birer şirkete dönüşmektedir.
Şirkete dönüşemeyen devletler taşınamıyor.
Şirketlerin al-ver ilişkilerinde kolay borçlanmaya ve geri ödeme politikalarına öncelik vermek üzere,   
Ekonomi ve siyaset; rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar istiyor.
Bu gereklerin tamamı "Demokrasi" yi belirliyor.
 
*
Bu dönüşümü sağlamak üzere devletler kendi içinde ayıklanmalara gitmektedir.
Artık devletlerin  değil şirketlerin emir merkezinden hareket eden bürokrasi dikey olmayan yatay bürokratik örgütlenmeler oluşturuyor.
Devlete etki eden olumsuz yapılar, mafya, cemaatler, lobiler ayıklanıyor, bu yapıların oluşturduğu boşluklara, kara deliklere izin verilmiyor.  
Daha da ilerisi, piyasaların sağlıklı işlemesi için egemenlik, parlamento,  bürokrasi, Sayıştay gibi kurumlar hiç gündeme gelmiyor... 
 
*
ABD'nin gücü kendisinden sonra gelen Çin, Rusya, Japonya ve Almanya'nın güçlerinin çok üstündedir.
Üstünlük marjı; Afganistan, Irak ve Suriye'de askeri sonuca ulaşılamaması: Ekonomideki büyük gerileyişi: Gelir adaletsizliğinin artması: Ülkenin eskimiş fiziki altyapısı: İç siyasetteki kutuplaşma: Çin ve Rusya'nın  gerçek ve ciddi bir potansiyel tehdit olarak yükselmesi gibi nedenlerle sorgulanıyor.
Ama 2025 göstergeleri dahi ABD'nin  olumlu demografisi ve bölgesel güvenlik kombinasyonu, teknolojisi, askeri gücü ve değerleri ile  tek küresel güç olma vasfını halâ elinde bulunduracağını gösteriyor.
 
*
Göstergeler 2025'te Çin Halk Cumhuriyeti'nin 2 numaralı güç fakat Almanya, Japonya, Rusya, Hindistan ve diğerlerinin daha zayıf olacağına işaret ediyor.
Bu gerçek, ABD' nin taahhütte bulunma ve gücünü ülkesi dışında kullanma konusunda daha seçici olmasını gerektiriyor.
 
*
Öncelikle ABD'nin eli çok öncesinde kazandıklarından dolayı  kuvvetlidir.
İşte Avrupa Birliği!
Esasen askeri yüzü NATO olan bir sivil yapıdır.
ABD birbirine denk olmayan bu iki yüzlü yapıda NATO'yu doğrudan, Avrupa Birliği'ni ise dolaylı olarak yönetiyor. 
Bu sayede Washington, Avrupa'daki farklı idarelere farklı yöntemler uyguluyor.
Sonuçta  Avrupa Birliği'ndeki güçlü Alman, Fransız, İngiliz ekonomik ve mali çevreleri üzerinde güçlü baskı oluşuyor...
Böylece ABD,  Avrupa üzerindeki etkisini  mütemadiyen muhafaza ediyor... 
 
*
Bu yüzden ABD dışişleri ve savunma politikalarında esas olarak Çin'e odaklanıyor.
ABD Çin'in gelişmekte olan birçok teknolojide bir avantaj elde etme çabalarını yavaşlatmaya çalışırken,
Bir yandan da  Pekin'in Asya'da hakim bir konum oluşturmasını engellemeye çalışıyor.
 
*
Nitekim ABD pozisyonunu, Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nin 4 maddesiyle;
Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu : Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde jeopolitik bir zihniyet benimsediğini : BM'de sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsüyle  belirleyeceğini: Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edeceğini,
Dünyanın bütün ülkelerine iddia ediyor...
 
*
Ve Başkan D.Trump, serbest rekabet yoluyla emperyalizm öncesi devlete  geri dönmeyi taahhüt ediyor...  
Bu taahhüt; ulusötesi şirketlerin ve emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin dahi ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak anlamına geliyor.
Böylece ABD,  Pentagon ve CIA' yı da bugünkü işlevlerinden Ulusal Savunmaya geri getirmeyi öngörüyor...
Bu düşünce ile uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiliyor.
Eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyor.
Şirket devletleri üzerinden emperyalizme yeni bir yön vermenin kavgasını veriyor... 
 
*
Mesela Çin'e karşı  ödemeler dengesini düzeltmekle meşgulken, bir taraftan da çok taraflılığı geliştirmeye çalışıyor.
Ama farklılaşma ve kapsayıcılığı kabul etmiyor; karşılıklılık istiyor.
Dünya Ticaret Örgütü üyelerinin kendi gelişim düzeylerinde ve aşamalarında değiştiklerini reddediyor.
Bu çerçevede çok taraflı ticaret mekanizmasının etkili bir şekilde çalışmaya devam edip edemeyeceği,
Küresel ticaret ve ekonominin kurallar temelinde güçlü bir şekilde gelişmeye devam edip etmeyeceği ile ilgili,
Kuralların ve Müzakerelerin  güncellenmesini: Uyuşmazlıkların çözümünü kapsayan bir reform paketiyle ilgileniyor... 
 
*
Eşzamanlı olarak, enerji alanındaki konumuyla serbest ticaret üzerine kurulu uluslararası pazarı onarmayı deniyor.
Büyük hidrokarbon ihracatçısı haline gelmiştir, dolayısıyla fiyatların yüksek olması yararınadır.
Ama hükümetlerarası bir kartel olan OPEC'e itiraz ediyor, fiyatların daha düşük olmasını talep ediyor.
Ya da İnsan Hakları Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve BM Filistin Mültecilerine Yardım programı gibi küreselleşmenin ürünü yapılara ve anlaşmalara karşı çıkıyor.
 
*
Kısacası Dünya Düzeni yeni bir boyuta geçmiştir.
Karar alma süreçleri, piyasaların etkinliğini sağlamak üzere hızlandırılarak kısaltılıyor.
IMF politikalarına alışık alacaklı şirket devletleri, şimdi McKinsey'i piyasanın sağlıklı işlemesinde katkı veren bir kurum olarak kabul ediyor.
 
*
İtiraz, "Dünya 5'ten büyüktür" sloganıyla mmmetine BM çatısı altında bir statünün hayalini kuran,
İslamcı Erdoğan'ın vizyonu doğrultusunda,
İnatla Küresel Liberal Düzenin resmi IMF kurumuna değil, McKinsey Danışmanlık Firmasına yönelmesi,
ABD'ye revizyonist bir tavır takınmasıdır...
 
*
Erdoğan'ın bu takiyyeci tavrı yüzünden Türkiye'de "Demokrasi"nin olmadığı söyleniyor...
 
4.9.2018 - ahmet kilicaslan aytar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir