Mavi Karadeniz Kongresi ve Alternatif Enerji Kaynakları
Alaeddin Yalçınkaya
10 yıl önce düzenlemeye başladığımız Uluslararası Mavi Karadeniz Kongresi’nin altıncısı, Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde toplandı. İki gün boyunca çoğunluğu Karadeniz ülkeleri olmak üzere birçok üniversiteden uzmanlar Karadeniz ve Avrasya ile birlikte uluslararası politikaları tartıştı. Kongrenin adının Mavi Karadeniz (Blue Black Sea) olması, Soğuk Savaş sonrası şartlarında etnik yapı, din, kültür unsurları yanında siyasal ve sosyal yapı açısından da ortak yanları oldukça sınırlı olan fakat bu denizi paylaşan uluslar arasında barışçı ilişkileri hedeflemesindendir.
Kıyıdaş ve hinterland ülkelerin tamamı aynı zamanda Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) üyesi olduğu halde egemenlik hakları, sınırlar, işgaller, ilhaklar ile hemen her ülkenin komşularıyla yaşadığı sorunlar önemli ölçüde bölgesel boyutları aşmış, küreselleşmiştir. Şüphesiz bu bölgede barış ve refahın tesisindeki zorluklarda, özellikle batılı ülkelerin payı önemlidir. Zenginliğini eski sömürgeci alışkanlıklarına borçlu küresel güçler, Ortadoğu’da olduğu gibi Karadeniz çevresinde de barıştan pek hoşlanmamaktadırlar. Bununla beraber bu oyuna gelmemek, sorunları barışçı yollarla çözmek, komşu ve bölge ülkelerinin başta egemenlik olmak üzere diğer hak ve çıkarlarına saygı duymak, işbirliğine dayalı sinerjiden birlikte istifade etmek bütün katılımcıların arzusu idi. Bu bağlamda Hazar Denizi’nin statüsü konusundaki uzlaşmazlığın kıyıdaş devletlerin ortak iradesi çerçevesinde, çeyrek asır sonra da olsa bir şekilde çözülmüş olması örnek bir gelişmedir. Dağlık Karabağ işgaline son verilmesi, Gürcistan-Rusya ile Ukrayna Rusya arasındaki sorunların barışçıl yollarla çözülmesi, Moldova, Transdinyester anlaşmazlıkların halli, Makedonya ismine tahammülsüzlüğe son verilmesi nihayet eski Yugoslavya bölgesinde de güven, refah ve huzurun tesisi beklenmektedir.
Eski sömürgecilerin Karadeniz ve hinterlandına müdahalelerinin temelinde enerji kaynakları açısından taşıdığı özellikler gelmektedir. Başta Rusya olmak üzere bölgenin sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynakları ile bunları tüketici ülkelere ulaştıran boru hatları ve su yolları aynı zamanda uzlaşmazlıklarla da iç içe girmiştir. 1990’larda artan tanker trafiğine karşı Türkiye, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattını gündeme getirdiğinde Rusya karşı çıkmıştı. Zaman zaman boğaz girişinde tankerlerin bekletilmesini, tartışmalı BTC’ye ekonomik ve siyasi destek bahanesiyle Montrö’nün suistimali olarak değerlendirmiş ve 1936 tarihli sözleşmenin ömrünü doldurduğunu ileri sürmüştü. Özellikle BTC’nin inşa süreceinde Rusya’nın çıkışlarına karşı ABD, Türkiye’nin yanında yer almıştı. BTC faaliyete geçtikten sonra 11 Eylül sonrası şartlarda ABD Karadeniz’de de donanma bulundurmak istediği halde Montrö engeline takılmıştı. Bu aşamada ise Rusya, Türkiye’nin yanında Montrö’yü savunmuştu ve halen savunmaktadır.
Tebliğlerden biri Kanal İstanbul olduğu halde ekonomik plan gereği mega projelerin dolayısıyla bu çılgın proje ile Trakya’ya termik santrali inşasının ertelendiği haberleri “şerden hayır” kabilinden sayıldı. Keşke finansal krizi yaşamadan çılgın veya kirli projeleri gündeme getirmeseydik denildi. Ekonomik sıkıntıların geçici, fakat Trakya veya İstanbul çevresinin ekolojik dengesinin bozulması, Türkiye’nin en verimli bölgesinde tarımın dibine kömür külü dökülmesi, Türkiye ve Karadeniz kıyıdaşı ülkelerin kazanımı olan Montrö’nün sarsılması gibi sonuçları olacak projelerin şimdilik ertelenmesi, muhtemelen daha sonra gündemden kalkması son derece sevindirici olmuştur. Diğer sevindirici haber ise Türkiye’nin rüzgar enerjisi üretiminde rekor kırmasıdır. Öyleki tüketilen enerjinin yaklaşık onda birini artık rüzgardan elde ediyoruz ve bu miktar hidroelektrik santrallerinden fazladır. Demek ki termik santraller için ayrılan milyar dolarların yarısını daha rüzgar ve güneşe ayırırsak çok daha temiz ve ucuz enerjiye sahip olabiliriz. Bunlar çoğaldıkça hidroelektrik santrallerinin yedekte bekleme programı daha düzenli hale gelecek, böylece kuraklık dönemleriyle rüzgarlı günler birlikte değerlendirilecek, birbirini dengeleyecektir. Bu sisteme güneş enerjisi de eklenmektedir.
Yeni haberdar olduğumuz bir enerji kaynağı ise tavuk gübresidir. Avrupa’da neredeyse tavuk eti kadar kıymetli olan gübresi yıllardır santrallerde işlenmekte, önemli miktarda elektrik üretilmekte, metanı alınmış tavuk gübresi ise oldukça değerli tarımsal girdi olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde bu konudaki girişimler oldukça sınırlı olup çiftlik sahipleri gübre için derin çukurlar kazmak ve gübreyi boşalttıktan sonra üzerine birkaç metre toprak yığmak zorundadır. Bu hafriyat ise tavuk ve yumurta fiyatlarına ilave maliyet olarak girmektedir. Kısa bir araştırmadan sonra ayrıntılarını öğrendiğim bu gerçekten sonra konunun niçin medyada, akademik çevrelerde, belediyelerde, girişimcilerde gümbür gümbür tartışılmadığına hayret ettim. Halbuki iyi bir programla bir yıl içinde bu zenginliklerden istifade etmek mümkün olacaktır.
Karadeniz bölgesinin çevre sorunları yanında ülkemizde, bağıra bağıra gelen felaketlere kulak tıkanması korkunç. İç Anadolu’da göller kuruyor, obruklar açılıyor, balıklar ölüyor, kum ve tuz fırtınaları gittikçe artıyor, fakat olup bitenler konusunda olağanüstü tedbirler alınmıyor. 20 yıl önce çıkarılan yasa iptal edilmeseydi kesinlikle Konya ve göller bölgesinin tarımsal zenginliği çok daha iyi olacak, belirtilen felaketler görülmeyecekti. Göller kurumaya başlayınca hemen yanlıştan dönülseydi her geçen yıl ödenecek bedel azalacaktı. Bugünden alınacak tedbirler birçok kesimleri biraz acıtacak, ancak beş on sene sonra yeniden göller mavileşmeye, çöller yeşilleşmeye başladığında yaşanacak mutluluk kalıcı olacaktır. Sorunun temelinde açılan kuyularla yapılan sulu tarım olduğu ve bunu herkesin bildiği halde tedbir almak konusunda başta yetkililer olmak üzere körler ve sağırlar oynanmaktadır. Belirtmek gerekir ki gittikçe şiddetlenen felaketi gelecek nesiller değil beş-on seneye kadar herkes görecek. Hatta görülmeye başlandı. Fakat her geçen yıl bunun farklı boyutları karşımıza çıkacak. Büyük şairin dediği gibi:
“Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak!”
Belirtelim ki çevre felaketini dikkate almayan politikalar için “çıkmaz sokak” nitelemesi hafif kalır. Doğrusu ise “uçuruma, yokluğa götüren sokak!”
Öncevatan, 01.10.2018
Bir yanıt yazın