Kediler, kedi gibi yaşar.
Köpekler, köpek gibi, aslanlar aslan gibi yaşar…
Yılanlar, yılan gibi…
Hiçbiri de bir başkasına benzemez. Hepsinin yaşantı biçimi ayrı ayrıdır.
Bir başkasına özenmez ya da nitelik değiştirmez.
Kendi soyunu düşman bilmez. Hele hele dişisini hiç aşağı görmez, ona eziyet etmez. Onu küçümsemez.
Dut ağacı, dut ağacı gibi yaşar, zeytin ağacı, zeytin ağacı gibi…
Doğanın kanunudur bu…
Yeryüzündeki canlılar arasında bir tek insan başkalaşım, değişim geçirir. Nitelik değiştirir. Kendi ırkına saldırır…
Savaşlar çıkarır. Kundaktaki bebeleri, 70’lik dedeleri öldürür… Yakar, yıkar. Yaşamın altını üstüne getirir.
“Hayvanlaşır” demeyeceğim. Bu hayvanları aşağılamak olur. Canavarlaşır.
Gider, kedinin kuyruğunu keser. Dokuz yavrusu olan köpeği okla vurur. Ya da arabasının önünde yatan köpekleri ezer geçer.
Yeryüzünde bir tek insan, kendi soyunu düşman bilir. Ona kin, nefret duyar. Onu sömürür, aç – susuz bırakır…
Gider Sivas’ta suçsuz insanları yakar. Onlar cayır cayır yanarken, yüzünde tebessüm, kılı bile kıpırdamaz. Sadece tekbir getirir…
Soydaşlarının nedensiz canını alır.
Çıkarı için onları aldatır.
Onları yanlış yollara sevk eder.
Bazıları da sırça saraylarda yaşar. Halkını ise gecekondularda yaşatır…
Okul yaptırmaz. Her tarafı ibadethanelerle doldurur.
Sırf kendi çıkarı için, dilediği gibi kullanmak için insanları eğitimsiz, bilgisiz, cahil bırakır. İşsiz güçsüz, dirençsiz bırakır…
“Vatanım, vatanım” der, vatanını satar. Tüm halkın malı olan fabrikaları yok pahasına verir. Ülkesini yabancılara peşkeş çeker.
İnsanlar yoksullaştıkça, çaresizlik bataklığına saplandıkça, kurtulmak için çırpındıkça, çözüm bulacağı yerde, onlara şükretmesini öğretir.
Kendisi bu dünyada cenneti yaşarken, onları öteki dünyanın güzellikleri, zenginlikleri, ihtişamı ile avutur.
Kendisi çocuklarını, torunlarını en lüks, en gelişmiş okullarda, yurt dışında okuturken, köyde mahallede bir tek okulu vatandaşlarına çok görür.
O rüya, o cennet yaşamını uzatabilmek için de her çeşit hileye, hurdaya, aldatmacaya başvurur. Elinden geleni ardına koymaz.
Sağlığına çok değer verir. En ufak bir acı, sıkıntı ile karşılaşırsa hemen doktora koşar. Vatandaşların hastane kapılarında, koridorlarda çile doldurması, inim inim inlemesi onun umurunda değildir.
Onun tek hedefi vardır: Daha uzun yaşamak, daha çok servet sahibi olmak…
Ama insanca yaşamak, insan gibi yaşamak, onurlu yaşamak hiç aklına gelmez…
Gelecekte, halkına yaptığı yararlı işlerle, güzelliklerle anılmayı; insanoğluna, insanlığa yararlı olmayı hiç düşünmez. Gününü gün etmeye, zenginliğine zenginlik katmaya bakar. İnsanlara acı çektirmeyi, zulmetmeği bir marifetmiş gibi, bir kurnazlıkmış gibi görür.
Yüzlercesini kanıtsız, kanunsuz yıllarca hapishanelerde tutar, onlarcasının ölümüne neden olur. Kılı bile kıpırdamaz.
Bu adam yüz yıl, yüz elli yıl yaşasa ne yazar, yaşamasa ne yazar? Nefretle, kinle anıldıktan sonra…
Yaşamak güzel şey elbette. Eğer onurunla, şerefinle yaşayabiliyorsan… Hele bir de insanlara, milletine, ülkenin uygarlaşmasına katkıda bulunuyorsan daha da güzeldir.
Ama kişileri Alevi – Sünni diye ayırıyorsan, ulusal birliği, vatanın bağımsızlığını yok ediyorsan, hâlâ daha 21. Yüz yılda tarikatçılık – cemaatçilik yapıyorsan, kadını en değersiz bir yaratık gibi görüyorsan sen insan olamazsın…
100 yıl yaşasan ne olacak, 150 yıl yaşasan ne olacak?
100 yaşasan da 150 yıl yaşasan da sen adam olamazsın…
Tolstoy der ki:
“İnsanlar, diğer insanları kardeşleri gibi görmedikleri sürece, çıkarları için birbirlerinin hayatlarını yok edeceklerdir.
Tanrıyı sevdiğini söyleyip de kardeşlerinden nefret eden yalancıdır. Çünkü gördüğü kardeşlerini sevmeyen, görmediği Tanrıyı sevemez.”