Konuya girmeden önce bir noktaya dikkat çekeyim. Bir hassas noktayı vurgulayayım:
Gerçek dindarlarla bizim bir alıp veremediğimiz yoktur. İnananlarla ya da inanmayanlarla bizim bir hesabımız yoktur.
Herkes düşüncesinde, inancında özgürdür. İstediği dini seçer, istediği dine inanır ya da inanmaz; o kendisinin tercihidir, bizi ilgilendirmez. Onlar bizim eleştirilerimizin dışındadır…
Bu yazının konusunu din tüccarları, din alıp satanlar, dini kişisel çıkarları için kullananlar oluşturmaktadır.
Şunu hemen belirteyim: Bu ülke ne çektiyse yobazların, dincilerin, din alıp satanların elinden çekti…
Aziz Nesin der ki:
“Dünyadaki en kârlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi yalan, müşterisi cahildir!”
Ülkemizde dinci kesimler çıkarlarını, makamlarını güvence altına alabilmek için, Yaşar Nuri Öztürk Hocamızın deyişi ile halkı “Allah ile aldatmak” yöntemini seçmişlerdir.
Sorunlarının çözümünü sadece inanç dünyasında arayan aç ve yoksul insanları denetleyebilmenin en kolay, en kestirme yolu budur…
Şeriatçı çevrelerin elinde, temelsiz, boş bilgiler, batıl inançlar, hurafeler toplumu yönlendirmede bir baskı aracına, bir uyuşturucuya dönüşmüş durumdadır bugün…
Bu hurafeleri, Ortaçağ düşüncelerini halka kabul ettirebilmek için de insanların eğitimsiz, bilgisiz cahil olmaları gerekir.
Dünyamız, kendi çıkarları için halkını cahil, eğitimsiz bırakan, beyinlerini batıl inançlarla, Ortaçağ düşünceleri ile doldurup, sadece kendisine hizmet etmesini sağlayan ve kendisini ilahi bir varlıkmış gibi gösterip mevkiini koruma altına alan başkanlarla doludur…
Onlar için “vatandaş” değil, “kul” önemlidir… “Biat eden” önemlidir…
Emirlerini kayıtsız – koşulsuz uygulayan önemlidir… Gerisi boştur.
Bakın, bir profesör ne diyor? Hem de adının önünde bir öğretim görevlisi unvanı bulunan birisi, Prof. Dr. Bülent Arı:
“Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır.
Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum…”
Din sömürüsü, ( Atatürk dönemi dışında) dün de vardı, bugün de var ve karşı çıkılmazsa gelecekte de olacaktır.
Atatürk ve İnönü döneminde, “Takıyye” (gizleme) aracı ile gerici yanlarını saklayan DP’nin önde gelen yöneticileri, çok partili yaşamla birlikte gerçek yüzlerini de ortaya koydular. 1950 seçimlerinden sonra emperyalizmle ve çeşitli tarikat liderleriyle sıkı ilişkiler içerisine girdiler.
Adnan Menderes’in “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” sözleri, o yıllarda Atatürk devrimlerinden ne kadar uzaklaşıldığının bir göstergesiydi.
Daha sonraları, 1980 yönetimiyle üstü örtülü bir Atatürk düşmanlığı dönemi başladı.
Öğretim Birliği parçalandı. Dinci eğitim, laik eğitimin yerini aldı. Okullara zorunlu din dersleri konuldu. Tarikatlar, tekkeler yerden biter gibi çoğaldı. Nakşibendilik Çankaya’ya değin tırmandı.
Çağdışı akımlar ve düşünceler bilimin önüne geçti. Bu alanda o kadar ileriye gidildi ki, “Kadavraya don giydirilmesi”ni savunan ve karşı cinsi muayene etmek istemeyen doktorlar bile çıktı.
Günümüzde egemen güçler artık pervasızca din alıp, din satıyorlar… Bu alanda uzmanlık kazandılar. Hem de gözümüzün içine baka baka yapıyorlar bu işi… Saklanma, gizlenme gibi sorunları da kalmadı. Çünkü karşılarında karşı koyacak ne muhalefet ne halk var…
Hedef, Cumhuriyet rejiminin, Atatürk ilkelerinin, Atatürk’ün kişiliğine verilen önemin, değerin, Atatürk’e duyulan sevginin yok edilmesi, şeriatçı düzene kavgasız – dövüşsüz geçilmesi…
Bu hedefe ulaşabilmek için de din alıp din satıyorlar. Bi taraftan da ceplerini dolduruyorlar.
Öyle bir toplum yarattılar ki adamın yokluk, yoksulluk paçalarından akıyor, yiyecek ekmek bulamıyor, yine de “Bunu Amerika yaptı, gâvurlar yaptı bizim kalkınmamızı istemiyorlar, bize oyun oynuyorlar…” diyor.
Gencecik çocuklar ölüyor…
Her gün onlarca fidan kara toprakla buluşuyor…
Fabrikalar satılıyor. Tarım bitti. İnsanlarımız işlerinden atılıyor; direnen, hak arayan işçiler dört duvar arasına konuluyor.
Halk Perişan…
Çocuklar aç – sefil… Kimse geleceğinden emin değil…
Yine de Haksızlığa, hukuksuzluğa, sömürüye, zulme ses çıkarmıyorlar…
“Onların doları varsa bizim de Allah’ımız vardır.” Diyorlar. “Bu belalar başımıza nasıl yağıyor, nereden, kimlerden geliyor” diye kafa yormuyor, hesap sormuyorlar…
Afyonlanmış, uyuşturulmuş beyinleri ile yalanların, yalancıların peşine takılıp gidiyorlar…
Ülkemizi de kendilerine benzetiyorlar.
Bu arada kurunun yanında yaş da yanıyor…
Yazıları posta kutunda oku