ESKİ DEFTERLER (7)
“FATİH, YAVUZ, KANUNİ…”
Hüseyin MÜMTAZ
“Yavuz Sultan Selim şehzadeliği esnasında (1491-1512) Trabzon’da sancak beyi olarak bulunmuş, sonradan Kanuni unvanını alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmuştu. Kaynaklara göre iki şehzade de kuyumculuğa merak sarmış, şehrin Rum kuyumcularından zanaatı öğrenmişlerdi”. (S.184)
(“20. YÜZYIL BAŞLARINDA ANADOLU VE TRAKYA’DAKİ RUM YERLEŞİMLERİ”. Ari Çokona. Literatür Yayınları. İstanbul Kasım 2016)
“Trabzon 1461 yılında teslim olduğunda (‘Fethedildi’ demiyor. HM) halkının üçte ikisine şehirde kalma izni tanınmıştı. Rum kaynakları, teslim şartlarını görüşen Trabzon İmparatorluğu’nun ‘protovestirios’u (başbakan) Yeoryios Amoirutsis ile ihtida etmiş olan kuşatma ordusunun komutanı Mahmut Paşa’nın teyzeoğulları olmasını ilginç bir ayrıntı olarak verirler. Halkın üçte biri sürüldü. Sürgün politikası Fatih’ten sonra da devam etti. Osmanlı kayıtlarına göre, bölgeden sürülenlerin çoğu İstanbul’a gönderildi. Sürülenlerin yerine Niksar, Amasya, Lâdik, Çorum, Merzifon, Tokat, Samsun gibi yerlerden Müslümanlar yerleştirildi. Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında fazla baskı görmeyen Rumlar, 17 ve 18’inci yüzyıllarda merkezî yönetimin taşrada zayıflayarak yörenin birbiriyle çatışan ayanların denetimine geçmesiyle ağır vergiler ve baskılar altında kaldı. Bu yıllarda sahil kesiminde yaşayanlar hem topraklarını ve mallarını korumak hem de cizye ve haraç vergilerini ödememek için Müslümanlığa geçtiler”. (S. 188)
Dr. Hanefi Bostan ise, “XV-XVI’ıncı ASIRLARDA TRABZON SANCAĞINDA SOSYAL VE İKTİSADÎ HAYAT“ adlı eserinde (TTK Yay. Ankara 2002) Fallmerayer’e atfen “Yalnız üçte birinin Trabzon’da kalmalarına müsaade olundu. Geri kalanların bir kısmı yarı boş bulunan İstanbul’a gönderildi ve bir kısmı da Yeniçeriler arasına sıkıştırıldı. Genç ve güzel insanları Mehmed, şahsî hizmeti için seçti ve bunları kendi hizmet işlerine tayin etti” der.(S.83)
Bize de Bostan’ınki daha doğru geliyor, çünkü değişik farklı kaynaklar da yeni alınan yerlerde gayrimüslim ahalinin yaşlı ve hasta üçte birinin yerinde bırakıldığını, diğer üçte birinin İstanbul’a, son üçte birinin de imparatorluğun değişik bölgelerine dağıtıldığını yazar.
Çokona’ya devam ediyoruz;
“1885-1904 yılları arasında (Giresun) Belediye Başkanı olan Kaptan Yorgi Konstandinidis Paşa, hizmetleri için Sultan Abdülhamit tarafından Osmanî ve Mecidî nişanlarıyla ödüllendirilmişti”. (S.191)
Ulu Hakan Abdülhamit’in nişanlarla ödüllendirdiği bu Kaptan Yorgi’nin oğlu Konstantin Konstantinidis 1918 yılının Şubat ayında Fransa’nın Marsilya şehrinde ilk toplantısı yapılan Dünya Pontoslular Kongresi’nin önderi ve düzenleyicisidir. Marsilya toplantısı Pontoslu sürgünlerin ilk politik organizasyonu idi.
“Marsilya Pontus Cemiyeti Başkanı Konstantinidis tarafından Mütarekenin hemen sonrasında kaleme alınan Pontusun ulusal talepleri konusunda Büyük Güçlere verilen notada Pontus’un sınırları
doğuda Kafkasya ve Batum, güneyde Ermenistan. Batıda Sinop’un batısına kadar uzanan bölgeydi. Buradaki Rum nüfusunu ‘yaklaşık iki milyon kişi’ kadar gösteren muhtırada eski Trabzon devletinin ihya edilerek bir Pontus Cumhuriyeti kurulması talep edilmektedir. Ayrılıkçı Rumların muhtırada gösterdikleri sınırlar ve verdikleri nüfus istatistiklerini ünlü İngiliz Tarihçisi Arnold Toynbee, şöyle değerlendirmiştir; ‘Bu muhtırada iddia edilen istatistikler ve sınırlar hayal ürünüdür. Pontus Rumları mandater bir devletin idaresi altına verilecek olan Ermeni devletine bağlanacak böylece Pontus Rumlarına tatmin edici bir ulusal yurt’ sağlanmış olacaktır”. (Mustafa Balcıoğlu)
https://www.academia.edu/35722745/_YOKTAN_VAR_EDİLEN_BİR_SORUNUN_ANATOMİSİ_ÖRGÜTLENMEDEN_EYLEME_PONTUSÇULUK
Çokona ile bitiriyoruz;
“1665 yılından sonra topluca ihtida eden (İslâmiyete geçen) Rumların bir kısmı Rumca konuşmaya ve âdetlerinden bazılarını sürdürmeye devam etti. Rivayete göre bölgenin Piskoposu Aleksandros, İskender Paşa adını alarak İslâmiyet’e geçmiş kendisine bağlı cemaat da onu izlemişti”. (S. 197)
“Sözlü tarih geleneğine göre Sultan II’inci Bayezid Livera’lı çoban kızı Maria’ya âşık olmuş, Gülbahar adını vererek onunla evlenmişti. Yavuz Sultan Selim’in annesi olan Gülbahar Sultan köyünü unutmamış, saraya yılda 90 okka tereyağı yollaması şartıyla vergilerden muaf tutulmasını sağlamıştı. Şehzadeliğinde Trabzon Valisi olan Yavuz Sultan Selim annesinin hâtırasına 1514’de Trabzon’da yaptırdığı türbenin yanına cami, medrese, mektep, dar-ül Kurra, imaret ve hamamdan oluşan bir külliye inşa ettirmişti. Bu kompleks, Trabzon’daki ilk büyük Osmanlı eseridir”. (S. 199)
Vesselâm…15 Eylül 2018
Yazıları posta kutunda oku