“Zafer, zafer benimdir diyebilenindir. Başarı ise, başaracağım diye başlayarak sonunda başardım diyebilenindir.”
Bu söz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e aittir.
Çok derin, çok anlamlı ve gerçeklerle dolu bir deyiştir…
Günümüzde bazı kişileri ve olayları değerlendirmek için de bir mihenk taşıdır. Ölçüdür…
Şimdi bu ölçüyü temel alarak soralım:
Ülkemizde kimler başarılı olmuştur? Kimler, “Zafer, zafer benimdir” diyebilmiş ve “Başaracağım diye başlayarak sonunda başarmıştır?”
Eğip bükmeden, hiç kıvırtmadan, bu soruyu dosdoğru yanıtlayalım:
Yurdumuzda politikacılar arasında başarılı olan tek kişi Recep Tayyip Erdoğan ve tek parti de AKP’dir…
İktidara geldiği 2002 tarihinden bu yana, “Başaracağım” İlkesiyle icraata başlamış ve 16 yılda ülkenin altından girip, üstünden çıkarak, “Yeni bir düzen’” kurmayı başarmıştır.
“Tek adam rejimi”ne geçilmiştir. Siyasal İslamcılar açısından bu bir zaferdir.
Atatürk Cumhuriyeti, demokrasi ve laiklik ayaklar altındadır şimdi…
Türkiye’deki düzen değişikliği önce orduda başlatıldı.
İlk iş olarak orduya bir tertip, bir plan düzenlendi. Ordunun ileri gelen dürüst, doğru, vatansever komutanları dört duvar arasına atıldı.
Bir proje ürünü olan mahkemelerde, çeşitli suçlamalarla, iftiralarla yıllarca yargılandılar. Bu işler olup biterken bir taraftan da ordu yeniden yapılandırıldı. Subay yetiştiren okullarda büyük değişikliklere gidildi…
Bütün bunlar olup biterken muhalefet sadece seyrediyordu. “Yargı gereğini yapar” diyordu.
Yapılandırma işi bittikten sonra da AKP’liler, “FETÖ bizi yanılttı, aldattı” dediler ve tutuklanan subayları, sivilleri serbest bıraktılar.
Ordunun düzenlenmesinin ardından sıra yargıya geldi. Yargı da A’dan Z’ye yeniden yeni yönetime ve düzene göre değiştirildi. Emir komuta zincirine alınarak, önceden tasarlanan yapıya kavuşturuldu.
Emniyet ve Milli eğitim ise zaten çantada keklikti… Onları da istekleri doğrultusunda şekillendirdiler… Bütün okullar imam hatibe dönüştürüldü.
AKP, yeni bir şeriat düzenine ulaşabilmek için bir dakika bile boş durmadı. 24 saat çalıştı, uğraştı, araştırmalar, incelemeler yaptı. Korku imparatorluğu kurdu.
Aydınlara, Atatürkçülere karşı şiddetli bir mücadele verdi. Üzerlerindeki baskıyı artırdı. Bazı insanların, sanatçıların, yazarların, politikacıların zayıf yanlarından yararlanarak, onları teslim aldı… Yandaş yaptı.
Laikliği, demokrasiyi, Atatürk Cumhuriyetini yok edebilmek için önüne çıkan tüm engelleri bir buldozer gibi ezip yoluna devam etti.
Hedef, 2023 yılında bir siyasal İslam Cumhuriyetine ulaşmaktı.
Ne var ki, onlar, şeriatçılık istikametinde hızlı bir biçimde ve şevkle ilerlerken, önlerine bazı engeller çıktı: Ekonomi… Üretim eksikliği. Tamtakır bir hazine…
Kamu mallarını satıp savdılar. Özelleştirdiler. Dış mihrakların emriyle üretimin canına okudular. Bütün bu işleri heyecanla gerçekleştirirken bir gün bu engellerle karşılaşacaklarını hesap etmediler.
İçine düştükleri bu ekonomi bataklığından kurtulabilmek için şimdi büyük bir çaba harcıyorlar. Ama boşuna… Çünkü bataklık çok derin…
Peki, bütün bu işler olup biterken muhalefet ne yapıyordu? Bu soruya da çok net bir yanıt verelim:
Boş işlerle uğraşıyordu. Çünkü ana muhalefet partisine ilkesizlik egemendi. Belli bir hedefleri yoktu. Bugün “kara” dediklerine ertesi gün “ak” diyorlardı. Zaman zaman Atatürk ilkelerini de utangaç, çekingen tavırlarla eleştiriyorlardı.
Atatürk’ün “Altı ok”undan bile vaz geçmişlerdi.
İktidarın Ortaçağa ve şeriat düzenine dönüş için yaptığı girişimleri engelleyecekleri yerde, bu ilerleyişe, bu yürüyüşe desteklediler…
Örneğin, okullarda, resmi kurumlarda ve tüm toplumda “Türban” gündeme geldiği zaman buna karşı çıkacaklarına, bu değişime katkıda bulundular.
Şeyhler, şıhlar, tarikatlar, cemaatler bir çekirge sürüsü gibi çevreyi sararken, bu gidişatın hemen önünü keseceklerine onlara yardımcı oldular.
Bundan tam 8 yıl önce, 2010 tarihinde “Kemal Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup” başlıklı makalemde şunları yazmıştım:
“Böyle bir ortamda siz hâlâ nasıl “Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum, ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…” diyebiliyorsunuz?
Bir yerde Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık olur da siyasallaşma, siyasal İslam olmaz mı Sayın Kılıçdaroğlu? Bir yerde tarikatlar, cemaatler olur da orada demokrasinin D’sinden söz edilebilir mi? Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye ne çektiyse bu akımlardan çekmedi mi, hâlâ da çekmiyor mu? Atatürk’ün partisinde, Atatürkçü olduğunu söyleyen, laik bir başkan nasıl böyle konuşabilir?
SONUÇ: Bir bildiride söylediğim gibi: Cumhuriyet gazetesi, fabrika ayarlarına döndü ve Atatürk’ün gazetesi oldu. Şimdi sıra CHP’de…
Türkiye’nin AKP ve Ortaçağ’la mücadele edebilmesinin tek yolu bu: DEĞİŞİM…
AMA İLERİYE DOĞRU DEĞİŞİM, ATATÜRKÇÜLÜĞE DOĞRU DEĞİŞİM…
Bir yanıt yazın