CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in bütün devlet memurlarına 3600 ek gösterge verilmesi konusunda vermiş olduğu kanun teklifine ilişkin haberi okuyunca, 24 Haziran seçimleri süreci boyunca bazı siyasi partilerin sadece öğretmen, polis, hemşire, idareci ve din görevlilerine 3600 ek gösterge verileceğine dair vaatlerine atıfla “Neden sadece öğretmen, imam, polis ve hemşireler? Diğer devlet memurları hangi devlet için çalışıyorlar acaba? Bu bakımdan bütün memurlara 3600 ek gösterge verilmesi için kanun teklifi veren CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’i candan kutluyorum. Çünkü adalet mülkün (devletin) temelidir…” şeklinde yapmış olduğum yoruma karşılık Diyarbakır’da imamlık yapmakta olan bir sosyal medya arkadaşım “Bizler devletin bir binanın temeli ve kolonları gibiyiz de ondan” şeklinde bir cevap verdi.
Kendisine “Tabi canım. Türk devleti tam 5000 yıldır siz imamların sırtında yükseliyor. Siz imamlar olmasaydınız bu milletin hali nice olurdu. Bu sebeple milletçe siz imamlara minnet borçluyuz. 3600 gösterge size az bile. En az 4000 olmalı sizin göstergeniz.” şeklinde esprili bir cevap verdim.
Adana’da öğretmenlik yapan bir bayan sosyal medya arkadaşım ise bu imam arkadaşa “Kardeşim bu imamlar ne iş yapıyorlar da öğretmen den fazla maaş alıyor. Günde beş vakit namaz kıldırıyor, caminin dibinde lojmanda oturuyor, köylerde izinleri altı ay. Çünkü şikâyetler öyle, bizim imam cuma namazından sonra gitti daha yok, salı akşamı gelir. Bayramlar da öyle; camiye her bayram her cuma para da toplanıyor. Daha hiç duymadım imamın yaşantısından cuma günleri hazır okuması için gönderilen vaazdan etkilenerek Müslüman olan birini Ömer hocam. Ek gösterge 5000 olsun…” şeklinde iğneleyici bir cevap verdi.
Bunun üzerine imam arkadaşım, yerine getirdiği görevin ehemmiyetine karşılık, zorluklarını da anlatan “İMAMLIK ZORDUR” başlıklı şu uzunca yorumu yaptı:
”Çoğunlukla yedi gün yirmi dört saat görev yaparsınız; cenazesi olan sizi bulur, düğün yapan sizi bulur, çocuğu olan sizi bulur, hasta olan sizi bulur, hatta köylerde akşam dağdan hayvanı eve dönmeyen de sizi bulur ‘Dua ediver de hayvanıma bir şey olmasın’ diye. O da yetmez cami derneğinin, köy derneğinin ve halkın resmî ve gayri resmî işlerinde bile bazen sekreter, bazen muhasebeci ve bazen de arzuhalcilik işleri sizi bekler. Bunların hiç birisinde mesai mefhumu yoktur. Ne zaman ihtiyaç hâsıl oldu o zaman imama müracaat edilir. Gecenin birinde bir buçuğunda yatağından kaldırılıp nikâha götürülen imam sayısı hiç az değildir.
Bu şartlarda yıllarca özveri ile hizmet edersiniz, bir seferinde meşru bir mazerete binaen istenileni yapamazsınız ve hayır dersiniz. Sizden kötü kimse olmaz. Ulaşabildiği her makama sizi şikâyet eder. İsimli isimsiz her şikâyet yetkili mercilerce gayet ciddiyetle ele alınır. Çünkü bu soruşturma ile imam arkadaş temize çıkarılmalıdır(!)
Sonra sizin gibiler oturur ‘Hocalar ne iş yapıyor sabahtan akşama akşamdan sabaha yatıyorlar’ der. Hâlbuki ibadetleri ve camiyi yönetmek ten başka daha neler neler yapar o imam. Meselâ bu sözü söyleyen kişinin kulağına ilk ezanı bir imam okumuştur. Sünnetinde, nişanında ve düğününde duayı da bir imam yapmıştır. Çocukken dini bilgileri ve Kur’an eğitimini de ona yine bir imam vermiştir. Babası veya annesi hastalandığında ve ölüm döşeğinde onların yanında bir imam bulunmuş, Kur’an okumuş ve dînî telkinde bulunmuştur. Onların cenazeleri ile ilgili bütün işleri de yine bir imam yapmıştır. Bütün bunları ve daha pek fazlasını unutmuş imamların ne yaptıklarını sorgulamaktadır..
İmamın arabası, evi, evinin içindeki eşyalar, giysileri, vs. çoğu zaman göze batar ve ona çok görülür. Herkes kendi geliri ile veya konumu ile imamları kıyaslar. Allah muhafaza, eğer imamları azıcık da olsa üstün görürse vay haline imamların. Koca bir sosyoloğumuz bile yakın bir zamanda belki de siyasi bir mülahaza ile öğretmenlerle imamları kıyaslamaktan geri durmamıştır.
Bütün bu zorluklara rağmen çok güzel bir meslektir imamlık. Namazın sonunda cemaate yüzünüzü döndüğünüzde, tepenizde kutsal kubbeyi görüp, karşınızda cemaatinizle kurduğunuz o manevi bağla bütün bu olumsuzlukları unutur, imam olduğunuz için Allah’a hamd edersiniz. Öğrencinizin karşınıza gelip ‘Hocam Fatihayı ezberledim’ deyip okumaya başladığında ne yorgunluk, ne üzüntü ne de keder kalır insanda ve Elhamdülillah der şükredersiniz.
Cemaatinize sohbet ederken ‘Allah’tan hakkiyle ancak âlimler korkar’ emri ilahisini anlatırken ve ‘müezzinlerin boyları mahşer günü herkesten uzun olacak’ beşareti Rasülullahı haber verirken imam olduğunuz için bir kere daha Allah’a hamd edersiniz. Bütün kâinata ‘Allahü ekber’ sedaları ile O’nun adını ve büyüklüğünü haykırmanın hazzını duyar, ‘Halife olmasam müezzin olurdum’ diyen Hz. Ömer’in gıpta ettiği bir yerde bulunmanın farkına varır ve bir kere daha Allah’a şükredersiniz. Zordur ama güzeldir imamlık. Hâsılı kelam her şey dışarıdan göründüğü gibi değil Hanımefendi.”
Öğretmen hanımın son cevabı ise şu oldu imam efendiye “Ayrıca çocuğu camiye gönderiyorsun namaz süre ve dualarını öğrensin diye. ‘Evde öğren gel’ diyor, yarın geldiğinde okutup bakıyor. İyi de yanlışı düzeltmek doğruyu öğretmekten zordur, sen oku tekrar ettir ki; doğru okusun evde. Ben öğrettikten sonra, sana niye göndereyim. Zaten elbette zor tarafı vardır her mesleğin. Kendine göre neden imamlara 3600 ek gösterge var da öğretmenlere yok imam da okuyup yazabiliyorsa, öğretmeni öğretmiştir bunu ona..”
*
İmam ve Öğretmen arasında geçen bu tartışmaya, sayfa sahibi ve hakem sıfatıyla katkıda bulunmak istersem; evet imamlık, eğer hakkını vererek yapılırsa bana göre de zordur ve şahsen benim yapacağım bir iş değildir. Çünkü 25 sene boyunca, yılın 365 günü ve her gün 5 kere olmak üzere; sıcak yatağı, yumuşak koltuğu ve nefse hoş gelen ziyafet sofralarını. eğlence ortamlarını bırakıp camiye koşmak gerçekten de zor iştir. Hele hele bu eylemi sırf maişetinizi kazanmak için yapıyorsanız tam bir işkencedir. Bu bakımdan imamlık meslek sevgisi ve sabır ister.
Öte yandan özgür düşünceli adamlara göre de değildir imamlık. Çünkü ayetler ve hadisler bir yana, camide din adına söylediğiniz her söz, başkalarının size dayatmış olduğu sözlerdir. Vaaz ve hutbe metinleri başkaları tarafından hazırlanır ve size dikte ettirilir. Onları konuşmak, onları anlatmak zorunda kalırsınız cemaate. Yörenizin sorunlarını değil, siyasi iktidarların hoşuna gidecek şekilde Diyanet merkezinde hazırlanan metinleri okursunuz insanlara. İmam-Hatipler, vaaz ve hutbe metni hazırlamak için uğraşmazlar, araştırma yapmazlar. Her ay mutat üzere Müftülerin yönetiminde yapılan toplantılarda hutbe konuları ve metinleri dağıtılır imamlara. Üstelik bu metinlerin bulunduğu Diyanet Aylık dergileri parayla satılır imamlara; hem de zorla! Bu anlamda imamlık, insanı geliştirici ve değiştirici bir meslek değil, tam tersine insanı köreltici ve robotlaştırıcı bir meslektir!
12 Eylül ve Diyanet
Son çeyrek asırda, özellikle de 12 Eylül darbecilerinin, dini, toplumu dönüştürmek için bir enstrüman olarak kullanmaya başlamalarıyla birlikte (kimilerine ABD’nin Sovyetlere karşı güneyden bir yeşil kuşak oluşturma projesine uygun olarak) siyasi iktidarların din hizmetlerine bakış açılarındaki değişime uygun olarak din hizmetlerini yerine getiren devlet memurlarının özlük haklarında da önemli derecede iyileştirmeler yapılmıştır.
Gerek hac ve umre organizasyonları ile bu hizmetlerden sağlanan gelirlerinin Diyanet’e tahsis edilmesi, gerek Din hizmetlerine kaynak sağlamak maksadıyla vakıf ve dernek adı altında sayısız STK’nın faaliyete geçirilmesi ve gerekse Diyanet bütçesinin hazırlanmasında oldukça cömert davranılması, din hizmetlerini yerine getiren devlet memurlarının durumunu, diğer memurlara nazaran bir hayli iyileştirmiş bulunmaktadır.
Yine 12 Eylül darbecilerinin başlatmış olduğu bir uygulama kapsamında, din adamlarının yüksek maaşlarla yurtdışına gönderilmeleri, hac ve umre sebebiyle bu insanların harcırahlı olarak sık sık Suudi Arabistan’a gönderilmeleri de din görevlilerini maddi bakımdan diğer devlet memurlarına kıyasla bir adım öne çıkarmıştır.
Hatta, 12 Eylül döneminin darbecileri, özellikle de dönemin Diyanet’ten sorumlu devlet bakanı Mehmet Özgüneş ile iyi ilişkiler kuran dönemin Diyanet İşleri Başkanı, yurtdışına din görevlisi gönderme konusunda ısrarcı olmuş, hatta Uğur Mumcu’nun “Rabıta” isimli kitabında ileri sürdüğü iddialara göre; bunun için Suudi Arabistan merkezli Rabıta isimli kuruluştan bile maddi kaynak sağlamıştır! Sonraki yıllarda, Uğur Mumcu’nun, Rabıta parasıyla yurtdışına gönderildiklerini iddia ettiği birçok din adamı ile müftü olarak tanışma ve bir arada bulunma fırsatı bulmuşumdur.
Bunun yanında; imamlar ve müezzinler, özellikle de vaizler, yapmış oldukları işin imkan tanıması sebebiyle asıl görevlerinden farklı işler de yapmaktadırlar. Kırsalda görevli olanlar, daha çok tarım ve hayvancılık yapma imkanına sahipken, kentlerde yaşayanlar, yasak olmasına rağmen bir yolunu bulup hemen her türlü ticari faaliyette bulunmaktadırlar. Bulunan yollardan en bilineni ise bir yakınının üzerine açılan bir ticarethanedir. Din adamları, bu tür yerlerde din adamlığından gelen itibarlarını ortaya koyarak ticaret yapmaktadırlar. Emlakçılık ve galericilik işleri din adamları arasında yaygın olarak yapılan işlerdir. İstanbul, Ankara, Kayseri, Gaziantep, Bursa, Kahramanmaraş, İzmir, Denizli, Adana, Mersin, Antalya ticaret, sanayi ve turizm bakımından gelişmiş büyük kentlerde tüccar ve sanayici olarak faaliyet gösteren din görevlileri bile vardır. Gelin görün ki; kâğıt üzerinde bu tür yerlerin sahibi olarak başkaları gözükür. Elbette en çok da yakın akrabalar. Hatta ben, İstanbul’da esnafın ticari defterlerini tutan İmam-Hatipler bile tanıdım vaktiyle.
Belki bilenler vardır; İstanbul’da isimleri meşhur olan Kur’an Kursları, bazı dernek ve vakıflar tarafından yönetilir ve bu STK’ların başında umumiyetle din adamları bulunur. Bu insanlar, görev yaptıkları camilerde zenginlerin bağış ve yardımlarını bu Kur’an Kurslarına kanalize ederler ve toplanan bağışlardan buralarda görev yapan Diyanet’in kadrolu Kur’an Kursu öğreticilerine bile ikinci bir maaş verirler. Elbette buralardan ikinci bir maaş alan görevliler, Diyanet’ten çok bu adamları dinlerler. Belli başlı tarikat ve cemaatlerin başında veya yönetimlerinde bulunan şahsiyetlerin çoğunun da Diyanet’in kadrolu din adamları olduğu ya da bir zamanlar Diyanet’te çeşitli görevlerde bulundukları unutulmamalıdır. Ben bunları anlattıkça, FETÖ elebaşı Gülen’in faaliyetlerinin aklınıza geldiğini görür gibi oluyorum nedense. Zira o da bidayette Diyanet’in kadrolu imam ve vaiziydi.
Bizim sayfaya konuk olan İmam-Hatip, imamlığın zorluklarını anlatırken diyor ki:
“Çoğunlukla yedi gün yirmi dört saat görev yaparsınız; cenazesi olan sizi bulur, düğün yapan sizi bulur, çocuğu olan sizi bulur, hasta olan sizi bulur, hatta köylerde akşam dağdan hayvanı eve dönmeyen de sizi bulur ‘Dua ediver de hayvanıma bir şey olmasın’ diye…Gecenin birinde bir buçuğunda yatağından kaldırılıp nikâha götürülen imam sayısı hiç az değildir.”
Bu imam efendi de iyi bilir ki; özellikle kentlerde, bu saydığı hizmetlerin tamamı paralıdır. İmamlar bütün bu hizmetleri paraya tahvil etmişlerdir; parasız asla yapılmaz bu işler. Hatta şehrin mahalleleri imam ve müezzinlerden kurulu ekiplerce pay edilmiştir ve yazılı olmayan bir centilmenlik anlaşması vardır aralarında. Birbirinden habersiz birbirlerinin bölgesine asla girmezler. Her mahallenin cenaze, düğün, nişan, sünnet merasimlerini yapacak din adamları önceden bellidir. Altlarında araba, arabanın bagajında megafon, mikrofon ve kolonlar, o düğün senin, bu sünnet benim, şu cenaze onun, dolaşır dururlar. Sonra gelsin içi para dolu zarflar. İmamların şöhretlerine göre fiyat tarifeleri de vardır. Assolist ve solist altı gibi çalışırlar bir anlamda.
Yukarıdaki yorumun sahibi imama sormak isterim: “Hocam her şeyi anladım da bir imam gecenin birinde veya bir buçuğunda neden yataktan kaldırılır da nikâh kıymaya götürülür? İmamların böyle bir yetkisi mi var? Yoksa bu şekilde gayrimeşru birlikteliklere, yani zina ve fuhşa alet mi oluyor imamlar? Gecenin birinde veya bir buçuğunda kıyılan nikâhların tarifesi acaba kaç lira hocam? Gecenin birinde, bir buçuğunda kıyılan nikâhtan hayır mı gelir bu millete ve insanlığa? Mesele de bu ya zaten; imamlar üstlerine vazife olmayan işlere de burnunu sokarlar ki; hemen her dönemde iktidarların borazanlığını yapmak da buna dahildir.
Balkon Nikâhı
Hocanın “gecenin birinde ve bir buçuğunda nikah kıyan imamlar hiç de az değildir” şeklinde dile getirdiği hadise doğrudur. Vaktiyle İstanbul’un Kadıköy ilçesinde, ilçenin meşhur imamlarıyla yapılan bir gece sohbetine katılmıştım. Orada imamların en yaşlısı ve kıdemlisi “Balkon Nikâhı” diye fıkra gibi bir olay anlatmıştı. Anlattığına göre; gecenin bir yarısında genç oğlan ve genç kız bizim imamın ziline basıp, balkona çıkan imamdan kendilerine dini nikah kıymasını istiyormuş. Bizimki de aşağı inmeye üşendiğinden hemen orada bekleyen sepeti iple aşağıya sarkıtıyor; gençlerin sepete koyduğu parayı balkona çekip, paranın miktarına göre nikâh merasimini icra edip gençleri savuşturuyormuş.
Kurt Ağzı Bağlamak
Hoca yine yukarıda “kırsalda hayvanı kaybolan köylülerin bile hocaya gelerek havanlarının bulunması veya bir tehlikeyle karşılaşmamaları için imamdan dua yapmasını” istediklerini söylüyor.
Bakın bu iddia da doğrudur. Zira Anadolu kültüründe “Kurt ağzı bağlamak” diye bir hadise vardır ve bu işin erbabı olan hoca, eğer dua ederse kaybolan ve gece ahırına dönmeyen hayvanlara yırtıcı hayvanlar, mesela kurtlar dokunmazlarmış! Çünkü hocanın duası sayesinde kurtların ağzı bağlanır da çiftçinin ineklerine ve koyunlarına dokunamazlarmış!
DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde Kayseri’de bir müftü efendiden dinlediğim hikâyeye göre; Pınarbaşı ilçesinde Çerkez köylerinden birisinde bir vatandaş Çerkez imama gelerek hayvanlarının kaybolduğu ve bir dua ile kurtların ağızlarını bağlamasını istemiş. Çerkez imamın cevabı şu olmuş köylüye:
-“Sen Ankara’ya git hemşerim. Orada Acevit isimli ağzı dualı bir hoca var. 129 kurdun ağzını öyle bir bağladı ki; çıtları bile çıkmıyor..”
Çerkez Hoca’nın tasviri hiç de yanlış değildir. O dönemde ağzını açan tek kurt Rahmetli Ali Güngör olmuştu, o da kendisini partisinin dışında bulmuştu! Allah rahmet eylesin…
Ömer Sağlam
12 Eylül 2018