Bir zamanlar İtalyanın sosyal hayatında meydana gelen bunalımlar halkın tamamını ilgilendiren bir konu değildi.
Ülkeyi etkisi altına alan Amerikan filmleri, eğlenceleri, edebiyatı ve hatta sigaraları bile doğrudan İtalyanın milli duygularını tehdit ve tehlike altına almıştı.
O zamanlarda halk, İtalyanın içtimai ve milli yaşayışında meydana gelen hoşlanmadıkları durumları görüyor ancak yine de bu konu hakkında konuşmak bile istemiyorlardı .
Muhakkak ki, o yıllarda besteci Toto Ktunyo İtalyalı şarkısını yazarak onu ifa etmek için şarkıcı Adriano Çelentona’ya verdi. Çelentona bu şarkıyı okumaktan çekindi. Şarkıcının bu şarkıyı okumamasının sebebi şarkının sözlerinde saklıydı. Çünkü şarkı sözleri İtalya devletinin gücünün, O’nun medeniyetin, hiç de Amerikalılardan geri olmadığını anlatan sözlerden oluşmaktaydı.
Gerçekten de o yıllarda böyle bir şarkıyı seslendirmek her sanatçı için kolay değildi. Çelentona kariyeri adına bu şarkıyı okumaktan çekindi ve okumadı.
Bütün İtalyayı sarsacak İtalyalı şarkısının kaderi böylece tehlikeye girerken; Besteci Ktunyo son anda bir şarkıcı gibi sahneye çıktı, aslında çıkmak zorunda kaldı. Besteciyi sahnede şarkıcı gibi gören İtalyan halkı olayı önce tuhaf karşıladı. Ktunyo İtalyalı şarkısını orkestra olmadan tek başına okuduktan sonra bütün İtalya şok içindeydi. Bestekar şarkıyı öyle samimi, öyle milli duygularla okumuştu ki sadece İtalya değil tüm dünya bu şarkıdan etkilendi. Bestekar halka gereken mesajı vermişti. Bu şarkıda İtalyan halkı ülkelerinin geleceğini ve mutluluklarını gördü. Ve bu şarkı İtalyanların benliklerine dönmesine vesile oldu. Ben bu sözleri asla ve asla İtalyan bestekarın reklamını ve İtalya devletinin propagandasını yapmak için söylemiyorum. Maksadım tamamen başkadır. Şöyleki; bugün öyle geliyor ki, bizimde medeniyetimiz, dilimiz, dinimiz, ahlakımız, tehlike altındadır. Maalesef görüyoruz ki şuurumuzda yer eden şuursuzluk bizi nereye götürecek ? Nedense bu durum bizi hiç rahatsız etmiyor. Ülkemiz kapılarını açtığından bu yana yarımız Doğuya yarımız Batıya yöneldik. Peki bizim soy kökümüze ne oldu ?
Şah İsmail Hatai döneminde topraklarımız ikimilyon sekizyüzbin km2 iken şimdi bu topraklarımız nerde? Bizim Nizami gibi şairimiz, Fuzuli gibi beşeri sarsan klasiklerimiz olmuştur. Peki nerde bugünün Nizamileri, Fuzulileri .
Niçin bugün toprağımızı, tarihimizi, ahlakımızı koruyamıyoruz. Bu durumda ben Ktunyo gibi çocukları olan bir millete nasıl gıpta ile bakmayayım.
Peki nerde bizim sanat, medeniyet, siyaset bilimcilerimiz? Nerede onların yetiştirdikleri? Ama onlar şimdi iyi durumda olduklarından sesleri çıkmamakta. Bir de milletvekilliği aldıktan sonra kendi öz işlerine devam etmekteler. Biz bugün kendi kendimizin tarihine kara lekeler bırakıyoruz. Kendi kendimizi sömürgeye çevirdik. Bugün bu konu ülkemizin kanayan yarasıdır. Bu konu mutlaka en kısa zamanda masaya yatırılmalı ve tedbirleri alınmalıdır. Yoksa yarın çok geç kalmış olacağız.
Bu yazıyı 10 yıl önce yazmıştım. İranın işgalinde olan Azerbaycan topraklarında son bir haftadır çığ gibi büyüyen “Seni deyirler” şarkısını dinledikden sonra bu yazımı yeniden yayımlamak kararını aldım.
Güney Azerbaycanda Fars rejiminin Türk değerlerine olan baskısına İbrahim Elizadenin okuduğu bu şarkı sadece İran işgalindeki 40 milyon Türk tarafınndan değil, aynı zamanda Türk Dünyası tarafından da ilgiyle karşılandı. Tanınmış satırlık şair Mirze Sakitden tutun, Ebülfez Elcibeyin silah arkadaşları ve sıraradan insanlar da bu medeni inkılaba destek verdi. Yani 200 yıldır, zülmün ayağa kaldıramadıği bir toplumu medeni bir cağrı bir araya getirip ayaklandırma arefesindedir.
İşte bu yüzden düşmanlarımız medeni yeniliklerden korkarak Türkün eğitimden, medeniyyetden.yeniliklerden uzak olmasına calışırdı.
Büyük Hüseyin Cavid ise 100 sene önce;
“Turana kılıçtan daha keskin ulu kuvvet,
Yalnız medeniyet, medeniyet, medeniyet.. “diyerek adeta bugünlari görmüştü…