Dolar füze gibi fırlıyor… Türk parası eriyor. Pahalılık artıyor.
Halkımızın alım gücü yarıya düşüyor.
İnsanlarımız et alamıyor, pazarda filesini dolduramıyor, çoluğunu çocuğunu dilediği gibi okutamıyor. Besleyemiyor. istediği okula veremiyor.
Ay sonunu getiremiyor. Sanki önünde sonunda kendisi ödemeyecekmiş gibi kredi kartlarına yükleniyor durmadan… Yükleniyor da yükleniyor… Tüm harcamalarını kredi kartından yapıyor.
Borç gelip, gırtlağa dayanmış…
Bi taraftan “Ne olacak bu halimiz?” diyor, bi taraftan da gidip, kendisini bu hale getirenlere oy veriyor. Yeniden onların yönetime gelmesini sağlıyor.
Tek lider, tek başkan ise hiçbir şey olmamış gibi, sanki normal seçim propagandası yapıyormuş gibi, meydanlarda konuşuyor. Sesini yükseltip dış güçlere veryansın ediyor…
Ekonominin, düzenin bozulmasında kendisinin hiç rolü yokmuş gibi, şimdiye dek hükümetlerde görev alanların hiç suçu yokmuş gibi, AKP dışında kalan herkese veryansın ediyor.
Bağırıyor, çağırıyor.
Sanki kendileri sütten çıkmış ak kaşık… Sanki bu kadar sene ülkeyi ben yönettim ve bu hale ben getirdim.
Ekmek bulamayan halka “Yastık altındaki, altınları, dolarları bozdurun” diyor. Sonra da ekliyor: “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var.” Gariban halk da onu avuçları patlarcasına alkışlıyor…
Ama kimse “Yahu sen hangi yastık altından bahsediyorsun, benim şu anda ekmek alacak param yok…” diyemiyor.
Kimse, “Sayın Cumhurbaşkanım, önce sen aylık gideri 21 milyon, bütçesi 700 milyon olan sarayın harcamalarını kıs, 300 odalı yazlık saray yaptırmayı bırak. Bize örnek ol ve 100 araçlık konvoy ve bin korumayla namaza gitme…
Lüks, şaşaalı hayat yaşamayı terk et” diyemiyor.
Yarısı açlık sınırının altında yaşayan bir ülkede kimse, çıkıp da “Niçin 600 milletvekiline bir ömür boyu maaş bağlıyorsunuz, oysa ben ölüyorum burada” diyemiyor.
Ama din, iman, Allah laflarını duyunca kendinden geçiyor, tüm sıkıntılarını, çektiği çileleri unutup, basıyor alkışı.
“Yahu arkadaş, neden benim fabrikalarımı satıyorsunuz, neden yandaş iş adamlarına dolar teminatı vererek köprüler yaptırıyorsunuz” diye soramıyor.
Sata sata, üretim yapacak ne mal, ne fabrika, ne sanayi ne de tarım bıraktınız. Bir ülke üretimle, sanayi ile ihracatla büyür. İthalatla, vergilerle, dış ülkelere borçlanmakla büyümez…
Sonra bu sattığınız malların paraları nerede, bu kadar satışa rağmen dolar neden hala hızla yükseliyor? Neden bu kadar çok ithalat yaptınız ki, samanı bile dışarıdan getirdiniz, şimdi yeniden mal alacak dolar bulamıyorsunuz.
Bütün bu gerçekleri hasıraltı ediyorsunuz ve yandaş gazetelerinizde çığlıklar atıp, kabadayılık gösterileri yapıyorsunuz:
“Dolar bizim önümüzü kesemez…”
“Ekonomik savaşı da kazanacağız…”
“Saldırıya inat büyüyeceğiz…”
Neyle? Hangi kafayla, hangi teknoloji ile hangi sanayi ve tarımla büyüyeceksiniz? Ne ihracat edip de ülkeye paranın girmesini sağlayacaksınız…
İmam hatip okulları açarak, mevcut okulları da imam hatiplere dönüştürerek, her tarafı tarikatlarla, tarikatçılarla doldurup, en büyük bütçeyi Diyanet İşlerine ayırarak “Büyüme”yi gerçekleştiremezsiniz.
Büyüme, inşaat sektörüne para aktarmakla olmaz…
Büyüme, sanayiyi, tarımı güçlendirmekle sağlanır. Bunları yapmazsanız ekonomik düzen bozulur, işsizlik ve pahalılık artar, günümüzde olduğu gibi dolar durmadan yükselir.
Ondan sonra ülkenin Cumhurbaşkanı da çıkar, doların güçlenmesini, yükselmesini dış güçlere, tertiplere, kampanyalara bağlar… Yapılan hatalardan, gerçeklerden hiç söz etmez.
Sonra da şöyle konuşur:
“Şunu bilin; bugün dünden daha iyiyiz, yarın bugünden de iyi olacağız. Hiç bundan endişeniz olmasın. Çeşitli kampanyalar sürdürülüyor. Bu kampanyalara kulak asmayın. Şunu unutmayın, onların dolarları varsa bizim de halkımız, hakkımız, Allah’ımız var.”
Bu sözlerden sonra bi alkış fırtınası kopar. Bu arada tekbir getirenler olur…
Şunu burada açık açık söyleyelim:
Geniş halk yığınları henüz tehlikenin farkında değiller… Ama gün gelecek ekmek parası bulamayacaklar. Çoluğuna çocuğuna kalem, defter, giysi alamayacaklar. Okula gönderemeyecekler.
İşte kıyamet o zaman kopacak. Tsunami o zaman patlayacak…
Bir de tutturmuşlar, “Hepimiz aynı gemideyiz…”
“Hayır, arkadaş, ben seninle aynı gemide değilim. Ben, bir taraftan bu yoksul milletin sırtından trilyonlar kazanıp, bir taraftan da “Onun A. Koyanlarla” aynı gemide olamam.
Gemide olan sen ve yandaşlarındır. Ben şişme bottayım… Her an bir dalga gelip, bu botu devirerek, yaşamıma son verebilir…”
Bir yanıt yazın