Başkan D.Trump İran’a karşı bir ittifak kurmak için;
1- Suudi Arabistan’ı silahlandırmayı ve onları daha önce olmadıkları tarzda bir müttefik olarak masaya getirmeyi,
2- Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak bu kentle ilişkileri canlandırmayı,
3- Bu sırada Filistin Yönetimi’nin “Peki Trump, sen bizim bazı faydalar elde edeceğimizden bahsettin. Nedir onlar?” demesinden hareketle,
Filistinlilerle ilişkileri canlandırmayı ve pekiştirmeyi öngördü…
*
Öncelikle Filistin-İsrail çatışmasının ancak her iki tarafa da istediği şeyi vermekle çözebileceğini,
Sonra Suudilerin İsrail’i tam teşekküllü ortak olarak kabul etmesiyle birlikte İran’a karşı gerçek bir ittifaka sahip olunacağını düşündü.
*
Teorik olarak doğruydu ama bununla ilgili sorun, Filistinlilerin üzerlerine düşeni yerine getirip getiremeyecekleriydi.
Filistinliler henüz üzerlerine düşeni yerine getirmediler, hatta durum tam tersi bir noktaya yükseldi.
Halbuki bu sırada, ABD hükümeti Filistin’i başkenti Kudüs ile birlikte tanıyacak, buna karşılık Filistinlilerin geri dönüş haklarından vazgeçeceklerdi.
Şimdi ABD hükümeti Filistinlilerle ilgili sorunları çözmedikleri için İsrail’den yeniden karamsarlığa düşmüştür.
Yani Filistinliler yanlış davrandıkça ABD ve İsrail güç durumda kalıyor…
Filistin Yönetimi Amerikan hükümetini boykot etmeyi elli yıldır sürdürüyor…
Trump’ın İsrail- Filistin Barış Planı ise uygun şartlarda açıklanmak üzere Beyaz Saray’da bekliyor…
*
Bütün bu gelişmeler sırasında Suudi Arabistan ve İsrail ilişkileri resmi değil ama sahne arkasında sürüyor.
İki ülke arasındaki ilişkiler 2015′ de İran nükleer programına karşı verilen ortak çabalarla arttı.
Şimdi bağların, Prens M.Bin Salman’ın Başbakan B.Netenyahu ile bir toplantı düzenlemesi ardından yeni zirvelere ulaştığı bilgileri geçiyor.
*
Ancak İran’a karşı ılımlı bir Sünni ittifak kurulması düşüncesi son bir yıldır anlamını yitirmiştir.
Çünkü Başkan D.Trump, dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve terörünü hızla yenmek üzere,
Mayıs 2017’de Suudi Arabistan/ Riyad’ta düzenlenen zirvede, toplam 51 Arap ülkesiyle yeni bir stratejiyi uygulamak konusunda uzlaşmışken;
*
Yani terörist grupların kuşatılıp, kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye dayanan bu strateji de;
1- Bölgede yağmacı politikalar takip eden tüm ülkelerin aşırılıkları atmak amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmeleri,
2- Mısır Arap Cumhuriyeti’nin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde İslam’ın doğru öğretilerini yayması,
3- ABD’nin , Suudi otokrasisinin ve onun İran’a karşı NATO himayesinde bir Sünni Arap askeri koalisyon oluşturmasını desteklemesi,
4- Ortadoğu’daki büyük trajedinin siyasi çözümü yolunda, ABD’nin yükümlülüğünü asgari düzeye düşürecek iki ülkenin; Katar ve Türkiye’nin tefriki planı uygulamaya konulmuşken;
*
Bunlara bağlı olarak;
1- Katar’ın Suudi Arabistan’ın vesayetine tabi olması,
2- Katar’ın Suriye’de İŞİD’le yaptığı işbirliğinin, İŞİD çevresinde bir araya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten, örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkonulması,
3- Bahreyn kraliyet ailesine yönelik muhalefetinin önlenmesi,
4- Yemen’de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan’ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesi,
5- Katar’ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grup HAMAS’la,
6- Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koyması uygulamaları için düğmeye basılmışken,
Böylece Suriye trajedisinde savaş suçları işleyerek hukuku ihlal eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen,
Mesela, Katar ve Türkiye gibi ülke yöneticilerinin paylarını üstleneceği bir sürece ilerlenmesi öngörülmüşken;
*
Ama şu anda Ortadoğu, iki kampa bölünmüş bir görünüm arz ediyor!
Biri Türkiye, Katar, İran ve Sudan’dan,
Diğeri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’dan oluşuyor.
ABD ve İsrail’in desteğine sahip olan bu ikinci kamp, Katar’daki boykotu ve İran ile Türkiye bağlarını da zorluyor…
*
Ne ki, Suudi Arabistan’ın Başkan Trump’un İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik planına destek vermesi,
Karşılığında Kudüs’teki kutsal yerlerin kontrolünü ele geçirme çabaları,
Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla gölgelenmiştir.
Çünkü Kudüs’ün başkent olarak tanınması kargaşası yaşanırken;
Suudi Arabistan’ın BAE ile Kudüs’e odaklanması ve Kudüs meselesini sahiplenmesi,
Ama geniş bölgesel etkileri olan Türkiye’nin, önemi küçümsense de İstanbul’da düzenlediği iki İslam zirvesiyle karşılık bulmuştur.
Türkiye ve Körfez ülkeleri; Suudi Arabistan liderliğinin Katar’ a uyguladığı ekonomik ve diplomatik boykot ve İran’a yönelik politikalar konusunda da aynı fikirdedir…
*
Suudi Arabistan yakın zamandan beri kendisini hoşgörü, inançlar arası diyalog ve ılımlı bir İslamiyet umudu olarak yansıtmaya çalışıyor.
Mekke ve Medine’den sonra İslam’ın üçüncü en kutsal alanı olan El Aksa Camii’ne ev sahipliği yapan Tapınak Dağı’nda kontrolün ağırlıkla kendisinde olmasını öngörüyor.
Nitekim Kral Salman, krallığın mali gücünü harekete geçirmiş,
Nisan’da bir Arap zirvesinde, İslam’ın Kudüs’teki kutsal yerlerini desteklemek için 150 milyon dolar bağışta bulunduğunu açıklamıştır…
*
Suudi bağışı, Türkiye’nin Kudüs’teki İslami örgütlerle bağlantılarına, gayrimenkul edinme çabalarına ve İslamcı turları organize etmesine karşı çıkıyor.
2017’de İslamcı lider Erdoğan’ın binlerce taraftarı Kudüs’ü ziyaret etmiştir, Türkiyeli aktivistler Tapınak Dağı protestolarına katılıyor…
*
Kudüs üzerinde iki kampın sayısız ekonomik, siyasal ve askeri girişimleri İsrail- Filistin Barışını beklemeye alıyor.
Bu sırada Suudiler sahnenin arkasında İsrail’e Tahran’ın ortak düşman olduğunu, İran ve Hizbullah’la savaşmak için hazır oldukları mesajı verirken;
Bir taraftan da kendi ülkelerinde düşmanın başta İsrail sonra İran olduğu propagandasını yapıyor.
Suudi formülü açıktır: İsrail’le olan gizli bağlar, çoğunluğu İsrail’den nefret eden insanları memnun etmek için Yahudi devletine karşı aşırı bir düşmanlık ile birleşmiştir…
*
Bu gelişmeler ABD’nin İsrail-Filistin Barış planını şirazesinden kaçırıyor.
Bu yüzden ABD hem İran’ı hem Türkiye’yi alabildiğine hırpalıyor…
*
Erdoğan Türkiye’yi tartışmasız yürütmek için kapsamlı güçler kazandığı bir referandumdan sonra onlarca yıl sürecek bir miras bırakabileceği seçimi de kazanmıştır.
Şimdi Türkiye rejimi giderek retoriği ve yaklaşımlarıyla El Kaide örgütünün gelişmiş, karmaşık ve daha tehlikeli bir versiyonuna dönüşüyor.
Ama uluslararası toplum ve Türk Halkının ekseriyeti Erdoğan’ın diriliş vizyonunu yerine getirmeye çalışan bir Türk Bin Ladin’e dönüşmesinden rahatsızdır.
Birlikte El Kaide benzeri otoriter bir yönetimde Türk bin Ladin’i önünde sonunda durdurulacaktır…
11.8. 2018