Alaeddin Yalçınkaya
Temmuz sonunda Konya-Ankara yolunda kum fırtınası yüzünden zincirleme kazada 20 araç çarpıştı, 2’si ağır 17 kişi yaralandı. Yorumlar arasında sürücüleri ve polisi suçlayanlar yanında “alışık olmadığımız doğa olayı” diyen de vardı. Konyalılar veya bu yolu kullananlar daha önce böyle birşey bilmediklerini söylediler. Başta Büyük Sahra olmak üzere çöllerle kaplı ülkelerin alışık olduğu kum fırtınasıyla biz de tanışmış durumdayız! Sorun “bu bir doğa olayı mı, yoksa insanların kendi elleriyle hazırladıkları bir felaket mi?” noktasında düğümlenmektedir.
Hayır ve şerrin yaratandan geldiğine inanmak, amentünün altı maddesindendir. Fakat yine İslâm inancına göre kulun irâde-i cüz’iyyesi vardır. Bunun nerede, nasıl kullanıldığına göre ceza veya mükafat vardır. Kulun yaptıklarının karşılığı öbür dünyada olduğu gibi daha dünyada iken de sonuçlarından bahsedilir. Mesela akrabayı ziyaret ve gözetme, mahlukata merhamet, yoksullara yardım ile refah, sağlık ve zenginlik arasındaki ilişki konusunda nice hadis-i şerif veya hikmet erbabının tespitleri bulunmaktadır.
1992 BM Rio Sözleşmelerindeki üç belgeden biri çölleşme ile mücadele olup diğer ikisi biyolojik çeşitliliği koruma ve iklim değişikliği çerçeve sözleşmesidir. Metinler incelendiğinde üç sözleşmenin de birbirinin tamamlayıcısı olduğu görülür. İklim değişikliğine yol açan faaliyetlerden kaçındığınız oranda biyolojik çeşitiliği muhafaza edip çölleşmenin önüne geçebilirsiniz.
Başta Tuz gölü olmak üzere yeryüzü cennetlerinden Göller Bölgesi’ndeki göllerin çoğu kurudu veya küçüldü, kurumak üzere. Nice canlı ve bitki çeşidi yok oldu. Göllerin kurumasının baş sebebi, sulu tarım için açılan kuyulardır. Kuyuların sayısı ve çekilen su miktarı arttıkça her sene daha derine inme zorunluluğu ortaya çıktı. Gittikçe daha fazla su çekilmesiyle gölleri besleyen yeraltı akıntıları kurudu. Kuruyan göllerle birlikte balıklar, kuşlar, böcekler, bitki örtüsü ortadan kalktı ve çölleşme başladı. Orman yangını, canlıların yanmasına yol açan bir cinayet olduğu gibi çölleşme süreci de bir bakıma yangın ve yok oluştur.
Bataklıkların kurutulmasında yaşanan çevre felaketinde olduğu gibi yeraltı kaynaklarıyla sulu tarım sonucu çölleşmenin sorumlusu DSİ’dir. 1990’lardaki düzenlemelerle yeni kuyu açılması yasaklanmış, mevcutların her sene birkaç metre doldurulması, yer altı sularının dolayısıyla göllerin yok olmaktan kurtarılması hedeflenmişti. Ancak örneğin 2007’de hazırlanan bir rapora göre yer altı sularının belirli bir doyuma ulaştığı belirtilerek yeniden kuyu açma izni verildi. Hükümete ulaşan bilinçsiz üreticilerin talepleri, gerekli inceleme yapılmadan kabul edildi, yeni kuyuların açılması uygun görüldü.
Belirtmek gerekir ki açılan kuyuların çoğu ruhsatsız olduğu halde bu felakete yol açan süreç ruhsatlılarla, DSİ’nin rehberliğinde başlamıştır. Çölleşme sürecini durdurmak, adım adım gölleri yeniden ihya etmenin yolu yanlışlara son vermekten geçer. Yüz binlerin maişeti, geçimi bu kuyulardan çıkan suya bağlıdır. Bununla beraber felaket geliyorum diyor ve birkaç on yıla kadar bırakın sulu tarımı, susuz tarım dahi yapılamayacaktır. Bu anlamda bölgedeki üreticiler, arazilerinin bir süre sonra çöl haline gelmesini istemiyorlarsa acı reçetenin gereklerini yerine getirmelidir; susuz tarımla veya uygun hayvancılıkla iktifa etmelidir.
Aral Gölü’ne giden su ile Türkmenistanlı çiftçiler %30-40 daha fazla ürün almaya başlamışlardı. Birkaç on yıl sonra gölün kuruması ile ortaya çıkan kum ve tuz fırtınası yüzlerce kilometre ötedeki tarlaları çölleştirmiş, bırakın daha fazla ürün almayı her türlü tarımı imkansız kılmıştır. Aral Gölü havzasında yaşananlar bugün Konya çevresinde koşar adım ilerlemektedir.
100 günlük eylem planı çerçevesinde son derece önemli projeler var. Acil enerji ihtiyacımız için en az fena çözüm olarak nükleer enerji yanında rüzgar ve güneş yatırımlarını alkışlıyoruz. Rüzgar, güneş, çöp, biyo-dizel gibi alanlarda daha fazla yatırım bekliyoruz. Termik santrallerine, ekonomik olarak iflasa götürecek projelere ayrılacak kaynakların da yerli, temiz enerji, tarım ve hayvancılık sektörlerine aktarılması bekleniyor.
Konya ovası DSİ üzerinden çölleştirilirken Trakya ve Eskişehir’e termik santralleri, sadece tarımı değil, bence insanımızı da yok etme projeleridir. ABD’nin yaptırımlardan istisna tuttuğu enerji yatırımları konusunda endişeliyim. Daha öncekiler gibi bölge linyitini çıkarmak üzere termik santrali kurup, işletmeye geçince bunun kalitesiz olduğu raporlarıyla kömür ithal yolu açılacaktır. ABD, kaya gazı sayesinde kendi enerji sorununu çözmüş Avrupa’nın kömür tedarikçisi olmuştur. Fakat Rusya’dan gelen doğalgaz yüzünden daha fazla kömür satamamaktadır. Trump’ın Merkel’i doğal gaz alımı yüzünden “Rusya’nın esiri oluyorsun” fırçasının altında bu gerçek var. Acaba Washington’ın ülkemizi köşeye sıkıştırma stratejileri çerçevesinde bir şekilde termik santrallerine zemin mi hazırlanıyor?
Kırklareli’nde kurulacak termik santrali yüzünden domates, salatalık veya biberden mahrum olmak hiçbir şey değil. Asıl felaket çölleşme ve kanserleşmedir. Üreticilerin termik santrali karşıtı sesine bütün milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları ve medya tercüman olmalıdır. Bu haklı ve yerinde uyarının terörist girişimlere, provakosyonlara veya düşmanlara zemin olmaması konusunda hassasiyet gösterilmelidir. Öte yandan Ergene nehrini korumak amacıyla fabrika zehirlerini Marmara’nın dibine aktarma projesi de yeni felaketler demektir! Sıtmayı önlemek için kanserojene boğulmak! Yapılması gereken bütün sanayi tesislerinin en gelişmiş filtreleme sistemini kullanmaları ve bunun hassasiyetle denetimidir. Filtrelemenin maliyeti Ergene havzasını veya Marmara Denizi’ni öldürmekten çok daha ucuz olacaktır!
Konya yolundaki kum fırtınası sadece bölge halkına değil, bütün yöneticilere, sivil toplum kuruluşlarına ve aydınlara uyarıdır! Bir nesil içinde çöl ülkesi olmak istemiyorsak acı reçeteyi yazarken geçiş döneminde üreticilerin geçimi için tedbirler almalıyız. Bölge sakinlerini, iklim şartlarına göre üretim konusunda yönlendirmeli ve desteklemeliyiz. Türkiye, susuz tarım ürünü olan buğday, nohut, mercimek, hatta ceviz için milyarlarca doları başka ülkelere aktarırken bizimkiler gölleri kurutan kuyularla daha fazla sebze üretmekte, çoğu zamanda para etmeyen ürünleri ellerinde kalmakta, protesto için yollara dökmektedirler. Konyanın veya Göller Bölgesi’nin çölleşmesi sorunu, Türkiye’nin gündemini meşgul eden ilk beş maddeden biri olmuyorsa, sadece ekonomimiz değil, sağlık ve güvenliğimiz de zincirleme tehdit altına giriyor demektir.
Öncevatan, 06.08.2018
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın