“Ümit; eziyet çekmenin en acısıdır işkenceyi uzatır”
Demokrasi sözcüğü kullanılmaya başlamadan önce siyasi tarihe baktığınızda Hitler, Mussolini, Franco, Pinoche gibi diktatörler, yanında, demokrasiye bağlı parlementer sistemle yönetilen İngiltere ve İsveç gibi krallıklar olmuştur. Faşist idarelerden sonra bir ara demokrasiye ve sosyalizme dönüş olur gibi olmuşsa da görünen odur ki gene otoriter idarelere doğru bir gidiş vardır. Gelişememekte israr eden İslam ülkelerinde Saddam ve Kaddafi gibi tek adam idareleri o ülkelerin dokusuna uygun bir otorite kurmuşlar, ülkelerini mezhep kavgalarına sürüklemeden idare etmişlerdi taki, bu ve buna benzer ülkelerin alışıla gelen idari dokuları ABD nin müdahalesi ile bozulana kadar.
Ömer Hayyam’dan tutun Neyzen Tevfik ve Can Yücel gibi ileri görüşlü şairler, hükümran idarelerin saplantılarını hiciv eden(taşlayan)şiirleri dile getirmişler. Bu şiirlerin içeriğine baktığınızda zamanımızda gelişen olaylarla aralarında bir fark bulunmadığını görüyoruz. Şikayet ediyoruz ama sistemi değiştirecek daha adil ve insancıl olan idarelerin kurulmadığına kurulamadığına şahit oluyoruz.
Devletlerin geçerliliği bu kurmaca savaşlara bağlıdır. Gerçekten öyle oluyor. Bakın KKTC-Güney Kıbrıs anlaşacak olsa ABD istese Rusya bozuyor veya tersi oluyor. Suriye ve Irak’ta da aynı senaryolar hakimdir.
Halk iletişim araçları medya ile gerçekten farklı durumlara inandırılır. Devletin yenilgileri bile propaganda yayınlarıyla birer destan gibi gösterilmektedir. Parti her türlü bilginin kontrolünü elinde tutarak her bilgiyi değiştirebilir. George Orwell, 1984 adlı eserinde, “her şeyi gören ve bilen bir devlet toplumun tüm denetimine hakimdir” der.
Bilinci daraltmak, herhangi bir başka düşüncenin ve konuşmanın ortaya çıkmasını engellemek için özgürlük, karşı çıkış, isyan gibi kavramlar dilden silinmiştir.
“Çifte düşün” yaklaşımıyla karşıtlık içeren sözcüklerin anlamları birleştirilerek karışıklık oluşturulmuştur. Böylelikle iktidarın aksine düşünceler oluşamayacaktır. “Düşünce Polisi” otoritenin aleyhinde düşüncelere sahip olanları yakalar, etkisiz hale getirir. Tv de hocalar cinsellik, çocuk tecavüzü, kaç çocuk yapılacağı söylemleri ,parti yandaş yayın organları ile göz yumulur hale dönüştürülür.
Romanda, Avusturalya’yı esir almış totaliter diktatör rejimin kanatları altında yaşamını sürdürmeye çalışan Winston Smith’in hikayesini anlatılıyor. Totaliter merkezli tek partinin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile “Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.” imajı verilmektedir. Düşünce ve sorgulama her zaman tehlikelidir, içlerinde ruhlarını ucuza satan alçaklar barındırır.
Faşizmin iktidarını sürdürebilmesi için işçi sınıfının yalnızca gözünü korkutmaya değil, onu uzun bir süre boyunca belini doğrultamayacak şekilde ezmeye, onun örgütlü güçlerini atomize etmeye, devrimci ruhunu zedelemeye ihtiyacı vardır. Faşizm işçi sınıfının bütün örgütlerini (uzlaşmacı ve reformist olanları da dahil) parçalamak, onu örgütsüz ve tamamen pasif bir yığın haline getirebilmek, işçileri toplu sözleşme hakkından bile yoksun bırakıp şekilsizleştirmek amacıyla hareket eder. Güçlenen iletişim ağının bizim kontrolumuzde olmayan yanlarının olduğunu bilmek bile bizim “büyük birader” algımızı güçlendiriyor. Dinlenen cep telefonlari, gittikce büyüyenyen “trost” haline gelen firmalar, televizyonla kitlelerin birer koyun sürüsü haline getirilmesi, aslında kapitalizmin tıkır tıkır işlediğini gösteriyor. Dünya ben düşündükçe var, ben yoksam o da yok… “Ümit; eziyet çekmenin en acısıdır işkenceyi uzatır”
bir hale dönüştürülmüştür.
Erdil Ünsal
Bir yanıt yazın