Korku dağları bekler…
Suçun çoksa, korkun da çoktur. Zulmün çoksa, korkun dağlar kadar büyüktür.
Her zaman, her yerde karşına çıkar o korku. Peşini bırakmaz.
Yüreğindedir. Beynindedir. Yaşantındadır.
Yatarken, kalkarken, konuşurken, gülerken, yerken içerken, dolaşırken hep yanındadır. Hep aklındadır.
En çok da geceleri… “Uyku girmez gözüne. Zalım yastık diken olur yüzüne…”
Korku dağları bekler.
Sen belli etmesen de cesur görünsen de efelik taslasan da ses tonunda, yüzünde, davranışlarında o kendini gösterir. Açığa vurur. Soğukkanlılığını yitirirsin. İpe sapa gelmez laflar edersin.
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı “meşru direniş” çağrısı yapan vatandaşları “eşkıyalıkla” suçlarsın. Hak arayan, direnen insanla eşkıyayı birbirine karıştırırsın.
“Muhalefet de iktidar da ben olacağım …” dersin.
Dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışırsın ve bu uygulamanın adını da “ileri demokrasi” koyarsın…
Nerede bu yoğurdun bolluğu?
Bir zamanlar Vahdettinler de emperyalizm ve işbirlikçilerine direnen, isyan bayrağını açan Mustafa Kemal’i “eşkıyalıkla” suçlamışlardı.
Bir zamanlar Şeyh Bedreddin’ler, Pir sultan Abdal’lar da eşkıyalıkla suçlanmıştı. Hızır Paşa’lar, Bolu Bey’leri dünyaya direk kalacaklarını sanmışlardı. Halkı canından bezdirmişlerdi.
Hitler, Mussolini kendilerini tek güç sahibi, tek yenilmez ilahi varlık gibi görüp, gösterip halka zulmetmiş, zindanlara, fırınlara atmıştı…
Sonra ne oldu?
İtalyan diktatör Benito Mussolini ve metresi Clara Petacci 28 Nisan 1945’te kurşuna dizildi ve cesetleri bir benzin istasyonunda ayaklarından asılarak teşhir edildi.
Milyonlarca insanın hayatına mal olan ve dünyanın gördüğü en zalim diktatörlerden biri Adolf Hitler intihar ederek hayatına son verdi…
Gerçek olan bir şey varsa o da şudur: Diktatörler korkaktırlar. Kendi gölgelerinden bile korkarlar. Tedirgindirler. Yalan söylerler. Hem de su içer gibi yalan söylerler. Olayları ve gerçekleri çarpıtırlar. Düşmanla işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
Korku imparatorluğu kurarlar.
Direnen, haksızlığa karşı çıkan, halkının mutluluğunu, ülkesinin tam bağımsızlığını isteyen gençleri tekmelerler. Yerlerde sürüklerler. Hakkını arayan işçilere düşman muamelesi yaparlar. Soğuk kış gününde, ayazda, tazyikli, basınçlı soğuk sularla yerden yere vururlar.
Milyonlarca emekçiyi işsiz güçsüz bırakmak için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Alın teri ile çalışanları açlığa, sefilliğe mahkûm ederken, yandaşlarının bolluk, zenginlik, mutluluk içerisinde yaşam sürmesini sağlarlar.
Milletvekillerini bile zindanlara göndermekle tehdit ederler. Özgürlükleri kısmak için durmadan yasa tasarısı hazırlarlar.
İşçiden korkarlar, köylüden korkarlar, subaydan, öğretmenden, öğrenciden korkarlar, halktan korkarlar…
Tüm yargıyı teslim almak, hizmetine sokmak için çırpınırlar.
Ama işin sonunun nereye varacağını, nelerle karşılaşacaklarını hiç ama hiç hesaplamazlar.
Gözlerini hırs bürümüştür çünkü onların. Zenginlik, sultanlık, padişahlık bürümüştür. Durmadan “Hep bana, Rabbena” derler. Zulmederler…
Atalarımız, zorba sultanlara “Zulmün artsın padişahım ki tez yıkılasın…” diye boşuna söylememiştir. Çünkü zalimler köşeye sıkıştıkça, çaresizlik bataklığında çırpındıkça, altlarından koltuklarının kaydığını gördükçe, bir kat daha zalimleşirler. Zulümleri daha da artar…
Zulmü artanların sonu tez gelir…
Baskı, zulüm uygulayarak, insanları dört duvar arasına atarak, yetim hakkı yiyerek, yığınları aç sefil bırakarak hiçbir iktidarın şimdiye dek ayakta kaldığı, saltanatını sürdürdüğü görülmemiştir.
Karanlığın temsilcileri, tüm çabalarına karşın tarih çarkını geriye çevirememişlerdir. Tarih çarkı hep aydınlığa, ileriye döner çünkü… Geriye dönmez…
Tarihin bu şaşmaz geleneği yine bozulmayacaktır. Zafer, önünde sonunda, mutlaka ama mutlaka, sömürüye, haksızlığa, baskıya direnen emekçilerin, yurtseverlerin olacaktır.
Hiçbir zorba kendini ülkenin tek egemeni, durdurulamayacak, engellenemeyecek tek gücü sanmasın. Hızır Paşa’lar, Nemrut Mustafalar, Damat Ferit’ler, Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler nasıl yok oldularsa, bugünkü zalimler de günü geldiğinde ABD’si, AB’si ile birlikte çekip gidecektir… Toz olacaktır…
Efendilerinin önünde secdeye yatan yandaş basın, yandaş yargı da efendileri ile birlikte tarihin çöplüğünde yerlerini alacaktır…
Tarih, halk düşmanlarının kırık dökük mezar taşlarıyla doludur.
Bir yanıt yazın