Yazımı, Başbuğ ATATÜRK’ün kurduğu Tam Bağımsız T Ü R K İ Y E C U M H U R İ Y E T İ’ne ve Yüce T Ü R K M İ L L E T İ’ne ithaf ediyorum.
Milleti Millet Yapan; Dili, Bayrağı Ve Milli Marşıdır!! TBMM, İstiklal Marşı okunarak açılır. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin teminatı, İSTİKLAL MARŞImızdır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Meclisinde dahil, Cumhuriyetimizi yıkmak isteyenleri görüyoruz. 7 Şubat 1921 tarihinde yazılması tamamlanan Marş, 12 Mart 1921 tarihinden bu yana; büyük TÜRK Milleti önünde namusu ve şerefi üzerine and içen milletvekillerimiz, Türk’ün millî iradesinin temsil edildiği yerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, İstiklal Marşımızı okurlar ve meclis açılır. Marşımız yazıldığında tam ortasındaydık işgallerin. Tam ortasındaydık YA İSTİKLAL YA ÖLÜM! İlkesi ile girilen bir savaşın. Tam ortasındaydık Kurtuluş Savaşı’nın. Milli Marşımızın adı, İSTİKLAL… İstiklal Marşı yok olmakta olan bir milletin yeniden doğuş öyküsünü anlatmaktadır. Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Korkma! diye başlıyor milli marşımız. Tüm şehirlerimiz kurtuluş ve istiklal savaşındayken dahi TÜRK Milletine “Korkma!” diye sesleniyor Mehmet Akif. Bağımsızlık sembolü bayrağımızın ebediyete kadar göklerde varlığını sürdüreceğini; çünkü tek bir TÜRK dahi yaşıyor olsa bile damarlarımızdan akan kanla süslenmiş kızıl bayrağımızın gökteki yıldızının asla sönmeyeceğini vurguluyor. Nitekim Ergenekon destanı da desteklemiyor mu bu olayı? Dünya’daki son TÜRK yok olana kadar biz TÜRKler, alkanımızdaki tinimizi taşıyan kutsi bayrağımızı, göklerde dalgalandırmaya devam edeceğiz. Nitekim 1 Temmuz 1920 tarihinde Denizli Türk Ocağı’nın Ankara’ya göndermiş olduğu telgraf da doğruluyor bu olayı: “Denizli gençliği, bir fert kalıncaya kadar canını feda etmeye and içti”. Çünkü bayrağımız bizim. Çünkü gökte parlayan o yıldız bizim. Bizim milletimizin. Bu cihanda tek bir TÜRK kalbi atsa bile tüm Batı emperyalistlerin yok etme, sömürme çabalarına rağmen biz TÜRKLER, esareti kabul etmeyen özündeki bağımsızlık tiniyle tarih sahnelerinden silinemeyen Tanrı’nın yar ve yardımcı olduğu “tek” ve “hür” milletiz. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Ay’ın yeni doğuşundaki ya da batışına yaklaştığındaki ince bir kaş gibi kalmış haline “Hilal” denir. İşte bu TÜRK Milli varlığının sönmekte olduğu bu zamanlarda TÜRK milleti gökteki nazlı bir Hilal gibi süzülmüştür. M.Akif ise bayrağın göklerde böyle kızgın ve öfkeli bir şekilde süzülmesinden ötürü üzgündür, sitemlidir. Çünkü Türk Bayrağımızda milyonlarca şehidimizin kanı, tini vardır. Gökte süzülmesi için canını veren fertlerimiz vardır. Bayrağımız uğrunda uçmağa varan şehitlerimizin tini için asla Tanrının yolundan ayrılmayan milletimin hakkı İSTİKLALdir, diyor M.Akif. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Türk milletinin var olduğu günden bu yana hiçbir zaman sömürüyü kabul etmediğini varlığını sürdürdüğü günden bugüne hep bağımsızlık tiniyle yaşadığını vurgulamıştır M.Akif. Batı emperyalistlerin Sevr Antlaşması ile bizi zincire vurmaya çalıştıklarını da dile getirmiştir. Zincire vurmak demek, esaret altına almak demektir. Bilirsiniz sirkte gösteri için eğitilen hayvanları zincirle tutarlar. Aslan sen git ateşten atla, denmez. Önce özgürlüğünü alırsın elinden sonra kolaylıkla istediğin şekle büründürürsün. Fakat burada unuttukları ya da unutmak istedikleri bir şey var, biz TÜRK’üz. Vatanımızın bağımsızlığı uğrana canımızı veriyorsak, tıpkı sirkte oynatılamayan zincire vurulduğunda esareti kabul etmeyip kendini öldüren bir kurt gibi, Ergenekon TÜRKleri gibi; yine dağları deleriz. Atatürk’ün “Özgürlük benim karakterimdir” sözünün bu dörtlüğün ana düşüncesi olduğunu da vurgulamak gerekir. Özgürlük büyük TÜRK Milletinin karakteridir. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? Batı emperyalistler ileri tekniğini ve bilimini alet ederek, zulmetmeye çalışmıştır, TÜRK milletine. Varlığımızı sürdürdüğümüz Avrasya’da, Batı bölgemizin her bir yanı dört duvar arasında sıkışmıştı adeta. Bir hapishane gibi kurtuluş yolu yoktu sanki. Ama bizim inancımız vardı. Tek dayanağımızdı fakat sağlamdı. Tinimize kendi ruhundan üfleyen Tanrı hep içimizdeydi. Bu yüzdendi ki korkmayacaktık. Çünkü canavara benzetilmiş ve hatta uluyan bir köpeğe benzetilmiş saldırgan batı, içimizdeki Tanrı’yı yani içimizdeki imanı bizden alamazdı. Nitekim Avrupalının çelik zırhını, bizim iman dolu göğsümüz yendi. Tek dişi kalmış canavarlar, denize döküldü. Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın, Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’d ettiği günler Hakk’ın. Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Her şeyden önce “vatan” kelimesine değinmek istiyorum. Vatan, ülke (Türkiye) sınırları içerisinde doğduğumuz, büyüdüğümüz, yurt edindiğimiz yer değildir. Türk’ün bulunduğu her toprak parçası vatandır bize. Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan.. fark etmeden tüm TÜRKler kardeşimizdir, bizim. Toprakları vatanımız, toprağımız vatanlarıdır kardeşlerimizin. Can yoktu, kan yoktu, para yoktu. Zorlu Dünya Savaşından çıkmıştık. Batı Emperyalistler alçakça yurdumuza, insanımıza saldırmaya başlamıştı. Bu tüm zorluklara rağmen bu dizelerinde direnmemizi istedi M.Akif. Gövdeni siper et canını ver ama yurduma alçakların girmesine izin verme diyordu M. Akif. Çünkü Tanrı bizimleydi vaat ettiği günler vardı. İçimizdeki tin kutsaldı. Ve elbette, yakındı aydın bir gelecek. Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. İslami inanışa göre şehitlerimiz, kefensiz ve üzerindeki kıyafetleriyle uğurlanır. Bunun yanı sıra ülkemizin her bir karış toprağında, sini (mezarı) olmadan uçmağa varmış şehitlerimiz de var. Devrin her döneminde, savaştan geçti TÜRK Milleti. Binlerce Atalarımız var bizim için kan döken, bayrak uğruna can veren. Ey TÜRK Milleti düşün, bunları. Dünyaları verseler de sana, Uçmağ burası. Dünya gelip geçici, yurdumuz uçmağ daimi. Şehit kanlarıyla sulanan toprakların ölçütü para olamaz. Türk milleti bir karış toprağı uğruna yaşayan, can verendir, devrin her döneminde. TÜRK Hakanı Mete’den örnek vereceğim; Büyük Türk hakanı Mete, Çinliler karşısında zor durumda kalınca barış ister. Çinliler barış karşılığında atını isterler verir, şahsına ait her şeyi isterler hepsini verir, sonunda bunlarla yetinmeyip sınırda küçük bir arazi isterler. İstedikleri bu yer işe yaramaz, kurak, kumlu bir toprak parçasıdır. Mete buna öfkeyle, şiddetle karşılık verip şöyle der: “Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim malımdı. Ama bu toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır, canımı veririm.” (Erol Güngör, Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1993, s.18) Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ. M.Akif bu dörtlükte, yukarıdaki dörtlüklerde olduğu gibi vatan toprağımızın her zerresinde şehitlerimizin yattığını yinelemiştir. Bu hayat önemli değildir isterse her şeyimi alsın Tanrı ama beni vatansız bırakmasın, demiştir şairimiz. Çünkü bedenimiz ölümlü, vatanımız ise ölümsüzlüğü yaşıyor. Çünkü şehitlerimizin tini bizim yanımızda. Rûhumun senden, ilâhî, şudur ancak emeli, Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli, Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli, Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli. İslamiyet’i hakkıyla ve en doğru şekilde yaşayan şairimiz M.Akif, bu dizede Tanrıya alkış (dua) etmektedir. Bize güç veren, tinimizi sağlamlaştıran his ve tanığın ezan olduğunu vurgulamıştır. Ülkemiz işgal altındayken düşman birliklerinin camilerimizi de kiliseye çevirmiş oldukları söylenmektedir. TÜRK’ün ibadetini yok sayarak kısıtlamaya çalışmışlardır. Din bir inanıştır. Bir milletin elinden (dini her ne olursa olsun) dini alınırsa inanışı alınmış demektir. M.Akif bunun için Tanrı’ya yakarmaktadır, bir dileği vardır o da ebedi vatanında, ezan sesinin ebediyete ulaşmasıdır. O zaman vecd ile bin secde eder – varsa- taşım. Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Yukarıdaki dörtlükte Tanrı’ya yakaran M.Akif; dileği olursa, vatanı düşman elinden kurtulursa, öldüğünde dahi Balbalının (mezar taşı) Tanrı’ya secde edeceğini yani teşekkürünü, dile getirmiştir. Bütün varlığından kanlı yaşının akacağını belirtmiştir. Eminim ki bu dizeleri okurken kanlı yaş kavramından vatan uğruna ne zorluklar çektiklerini anlayabiliyoruz. Kanda tin vardır, şair burada tininin doğaya yani özgürlüğüne kavuşacağını ve huzur içinde göğe yükseleceğini anlatmıştır. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Bu dörtlüğün bize anlattığı; Güneşin doğuşundan önceki aydınlık gibi özgürce, hürce dalgalan bayrağım. Dökülen kanlarımız sadece senin için. Gökte varlığını ebediyete dalgalandırman için. Irkım baki, bayrağım baki. Özgürlük bayrağımın hakkı. İstiklal Tanrı yolundan ayrılmayan milletimin hakkı. Tam da bu dörtlükte Başbuğ M.Kemal ATATÜRK’ün marşımız hakkındaki görüşlerine de yer vereceğim; “Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklâl Marşı’nda İstiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklal.” Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyâr (dost düşman herkes) anlamalıdır ki Türk’ün her şeyi hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla.. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler: Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.!” Günümüzde Marşımızı okumaktan kaçanları görüyoruz. Öyle kişilerin VATANIMIZA, MİLLETİMİZE hizmeti olmaz!! Başka amaçları olur.
Turkishnews/Sıla ARSEL